İttihad-ı İslam

Nurullah Akdemir’in yazısı

Müslümanların uyanma, kenetlenme, bir vücut haline gelme zamanı gelmedi mi acaba? Daha nereye kadar yara alıp kanatılacak bu vücut? Ne zaman anlaşılacak ümmetin, ehli imanın bir vücut, küfrün ayrı bir vücut olduğu? Nereye kadar sürecek bu gaflet uykusu?

Evet öyle bir hale gelmişiz ki veyahut getirilmişiz ki vücudun her azası kendi başına hareket eder olmuş. Kol diğer kola rekabet eder hale gelmiş; ayaklardan alınan yaraya gözler göz yumuyor; kulak vücuttan yükselen ahu eninleri işitmiyor. Küfür ise dağılan bu vücuda karşı daima bir vücut halinde saldırıyor ve ümmetin vücudundaki bazı azaları; onların nazarında dost, kendince de esir etmiş ümmet aleyhinde kullanıyor.

Oysaki Peygamber Efendimiz (s.a.v) demiyor mu "Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar." Ve Üstad Bediüzzaman hazretleri de “Milliyetimiz bir vücuddur, ruhu İslamiyet aklı iman ve Kur'andır” deyip İslamı tek millet, tek vücut olarak görmemiş midir?

Böyle olduğu halde aciptir ki birbirimizin muavenetine koşacağımız yerde tefrikaya düşüyoruz. Küfür cemiyeti de bizim bu halimizi fırsat bilip çeşitli oyunlarla İslam devletlerini kana buluyor buna gerekçe olarak da adalet ve medeniyet kaynağı olduklarını gösteriyorlar! Neymiş efendim adaletten mahrum mimsiz medeniyetin eçhelleri bize medeniyet ve adalet getireceklermiş. Tabi adamlar da haklı biz Kur’an ve Sünnet etrafında birbirimize kenetlenmeyince onlar da fırsat bilip bütün hainane planlarını uygulamaya uygun zemin buluyorlar.

Bugün Irak, Filistin, Suriye, Mısır İslam devleti değil mi? Hala yaralar kanamıyor mu? Neden göz yumuluyor bütün bu olanlara? Neden Müslüman kimliğimizi bir tarafa bırakıp “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetiyle yaşamımıza devam ediyoruz? Kanayan Filistin kanayan Suriye biz ise ayrı bir ülkeye mensubuz deyip köşemize çekiliyoruz. Bugün küfür alemi yıllar önce içimize attığı Bediüzzaman hazretlerinin tabiriyle de ‘’frenk illeti’’ olan tefrikanin meyvelerini yemiyor mu? Biz de ne yazık ki bu illete yakalanıp Müslüman kimliğimizi bir tarafa atıp cahiliye dönemindeki gibi ırk, kavim ve kabile kimliklerine büründük. Oysaki biz hangi ırktan olursak olalım Kürt, Türk, Arap fark etmez küfrün nazarında tek millet olan Müslüman değil miyiz? Küfür bizde ayrım gözetmediği halde biz neden onlara adeta yardım edercesine bölük pörçük yutmaları için hazır lokma halinde iştahlarını kabartıyoruz. Oysaki biz de vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza eden ve kainatı, küreleri birbirine bağlayacak manevi zincirlerimiz olduğu halde bir İttihad-ı İslam çatısı altında toplanıp birleşemiyoruz.

Ne zaman akıllanıp bir vücut olduğumuzu anlayacağız?

Zaten küfür cemiyetinin de korktuğu bu değil mi birleşmemiz, beraber hareket etmemiz. Bütün gayret ve himmetleriyle bunun önüne engeller serpiştirmiyorlar mı? Bugün neden iç karışıklıklar İslam aleminde, Müslüman ülkelerde yaşanıyor? Neden bir Avrupa ülkesinde, Amerika’da, Rusya’da herhangi bir iç karışıklığa, herhangi bir terör vakasına rastlamıyoruz? Onlar çok mu ileri biz çok mu geriyiz? Ya da onlar çağdaş, modern, medeni, insan haklarına saygılı biz çok mu vahşi, cahil ve bedeviyiz?

Hayır, kat’a ve asla! Biz öyle bir medeniyete, öyle bir hukuk sistemine sahibiz ki bu sahip olduğumuz hukuk sistemi olan şeriat bir karıncanın hakk-ı hayatını muhafaza ettiği gibi cahiliye dönemindeki eşkıyalıkları ve bütün terör ve terörizmi kökünden kesip atmıştır. Bunu onların en akilleri dahi itiraf ediyor hatta Alman Devleti’nin kurucusu olan Prens Otto Von Bismarck şöyle diyor: ‘‘Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare etmek için taraf-ı lahutîden geldiği iddia olunan bütün münzel semavî kitapları tam ve etrafıyla tetkik ettimse de, tahrif olundukları için hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Bu kanunlar değil bir cemiyet, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin Muhammedîlerin Kur’anı, bu kayıttan azadedir. Ben Kur’anı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm.”

Meşhur araştırmacı, müsteşrik, Arap edebiyatı mütehassısı Doktor Maurice ise şöyle diyor:

‘‘Bizans Hristiyanlarını, içine düştükleri batıl itikadlar çıkmaz sokağından, ancak Arabistan’ın Hira Dağı’nda yükselen ses kurtarabilmiştir. İlahî kelimeyi en ulvi makama yükselten ses bu sestir. Fakat onlar bu sesi dinleyememişlerdir. Bu ses insanlara en temiz ve en doğru dini talim ediyor.

“Kur’an’ı bir kere dikkatle okursanız onun özelliklerini göstermeye başladığını görürsünüz. Kur’an’ın güzelliği diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden fark edilir. Kur’an’ın başlıca hususiyetlerinden biri onun asliyetidir. Benim fikir ve kanaatime göre Kur’an, baştan sona samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hz. Muhammed’in cihana tebliğ ettiği davet hak ve hakikattir. Kur’an’ın telkin ve Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği esaslardan mükemmel bir ahlak kitabı vücud bulur.

“Kur’an hakikatlerinin muhtelif memleketlerde insanlığa ettiği iyiliği ve sonra da Allah’a yaklaşmak isteyen insanları Cenab-ı Hakk’a ulaştırdığını inkâr etmek mümkün değildir. Yaratıcnın hukuku ile yaratılmışın hukuku ancak Müslümanlık tarafından mükemmel bir suretle tarif olunmuştur. Bunu yalnız Müslümanlar değil; Hristiyanlar da Museviler de itiraf ediyorlar.”

Bütün bunları en akilleri, filozof dedikleri aydın kesimleri itiraf edip kabul ettikleri halde neden bizim içimizde cahiliye dönemini anımsatan eşkıyalıklar türüyor veyahut türetiliyor? Bütün bunların sebebi yine başta da dediğimiz gibi Kur’an ve Sünnetten elimizi gevşettiğimiz için değil mi? Ve bütün bunlar hasta adam tabirini kullandıkları İttihad-ı İslam manasını gerçekleştiren Osmanlı ruhunun uyanmasına engel olmak için değil mi?

Neden biz de müthiş bir ümitsizliğe kapılıp ittihadı imkansız görüyoruz ki? Oysa Osmanlı zamanında biz bu İttihad-ı İslam manasını en ala bir şekilde başarmamış mıydık? Ve içimizdeki cihat ve şehadet anlayışı karşısında durabilecek hiçbir güç ve kuvvet var mıydı? Ne zaman ki kaleyi içten içe çökertme girişiminde bulundular; aramıza tefrika attılar “sen Türksün, sen Kürtsün, sen Arapsın” dediler ve bir sem-i katil hükmünde olan çeşitli medeniyet fantaziyeleriyle uyutup, geçmişimizle bağımızı koparıp, örf ve ananelerimizi unutturup, sefahetlerini bize medeniyet adı altında yutturdular ve biz de bu tezgahladıkları oyun tezgahlarından geçip benliğimizle bir bütün olan Kur’an ve Sünnetten yüzümüzü Frengistan’a çevirdik o zaman hasta bir vücudun uzuvları gibi birer birer dökülmeye başladık.

Onlar da bu tezgahladıkları oyun karşılığında bize sömürge ve esaret hayatı hediye ettiler, zahiri bir bağımsızlık adı altında esaret zincirini ruhumuza vurdular.

Ey alemi islam! Ey mü’minler! Bu zincirleri kırmanın, İslamiyet hastanesinde Kur’an ve sünnetle tedavi olup küfrün karşısında bir vücut olarak dimdik ayakta durmanın zamanı gelmedi mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.