İnsanı(n) seyir noktaları

Dünyanın imarı insanın ancak bir kısmında çalıştığı bir süreçtir. Herşeyin altı günde yaratılması, insanın bunun sonundaki devrin bir kısmında bulunması...

Acûliyet, insanın bir özelliği... Bir şeyde her şeyi bulmak isteği... Vesveseyi etkinleştirendir. Zihin ile matematiğin çatıştığı noktalarda meydana gelen arızalardır, vehim ve vesveseler... 

İnsan elbette başını kaldırıp seyrediyor, görmeye çalışıyor. Aslında baktığı şey de insana bakıyor. Sorun, baktığının kendisini, kendisinin baktığı gibi görüp görmemesidir. 

***

Örneğin, her sabah ve akşam güneşi seyreden ve ömrü boyunca sayısız kez gördüğü ve göreceğini bildiği güneşin acaba o insana mahsus bakışı ne kadardır, nasıldır, ne şekildedir? 

Süre olarak düşünülürse neredeyse bir insan ömrü birkaç saniye kadardır güneş için... Dünyanınki de düşünülenden çok çok kısa... 

Gerçeği görmek için yukarı çıkmak gerektiğinden, güneşin çıktığı yükseklikten insanın neredeyse kaybolması, daha ileride ise tamamen yok olacağı, insan için hiçlik duygusunu vereceğinden, Bediüzzaman bu sorunu Kur'an'dan aldığı şekliyle, "insan bir yolcudur" diyerek çözüyor.

"Eğer küre-i arzın haricinden yabancı birisi gelip misafirhanenin bir mu'cize ve hârika olduğuna ve insanların da âciz, fakir, muhtaç olduklarına dikkat ederse, bu insanlar bu binaya sahib ve sâni' olacak bir iktidarda değildir, ancak böyle hârika bir masnuun sâni'i de mu'ciznüma olduğuna kat'iyyetle hükmedecektir." dediği yabancı neden güneşimiz olmasın.

Evet, eğer insan dünyayı aşan bir yolculuk içinde değilse bir hiçtir, yokluktan varlığa çıkaracak olan, insanın evrenin tümünü içerecek bir yolculuğun parçası olması ile mümkündür. 

İnsan bir yolcudur demek, cennet ve cehennem diye iki sonsuz mekanı bu yolculuğun menzili olarak görmekle, ancak insanın bir varlığı ve anlamı olabileceğini bilmektir. 

Bediüzzaman'ın "insan bir yolcudur" demesi, dünyayı bir bekleme salonu, içindekileri atıştırmalıklar olarak görmesi, yapılacak işleri kısa bir sınama olarak tanımlaması, gelecek yolculuk için bilet verilecek bir piyango olarak temsil etmesi... 

Bediüzzaman'a göre dışarıdan bakan göz (meselâ güneşimiz) devamla: "...Ve bu insanlar, o Sultan-ı Ezelî'nin makasıdına çalışan amelelerdir. Bu ameleler, aldıkları ücretlerinden maada bu binadan bir şeye mâlik ve sahib olmadıklarına tekraren hükmedecektir" diyor.

***

Anlaşılıyor ki, herşey birbirine ayna... Güneş insana ayna, insan da güneşe ayna... Her sabah ve akşam baktığımız, saçlarımızı taradığımız güneş de bize bakıp bir anlık geçişimizi seyrediyor. 

İbn-i Arabi, hatta şöyle düşünüyor: biz Allah'ın Esma ve sıfatlarına aynayız; Allah da bize ayna; müşahadetulllah demek, kalbin aynasına düşen Rabb'in fotoğrafında O'na bakarak yansıyan kendimizi görmektir.  Kul, Rabb'ini seyrederken kendini görür, Rabb de kulunda kendi sanatını... Her şey Allah'tandır ve O'na döndürülecektir. 

İnsanı donduran ve taşlaştıran.seyirden kendini alıkoymasıdır. Bu durumda, insan zararlı bir hayvan olur; haşere denilir, ömrü az, zararı çoktur, cismi küçük bulantısı büyüktür. 

Bulantı, Sartre'in 'karşı cehennemdir' dediği yerdir. Çünkü, seyir ve ayna yoksa, karşı bulanıktır, bulantıdır, cehennemdir. 

Ayna, aynı zamanda hatırlamaktır, anmaktır, zikirdir. Ayna yoksa, hatırlamak yoktur, ki kaygı da yoktur; yani hayvan gibi olmak vardır. 

Geçmiş ve gelecek bir aynadır, acı ve elem insanî bir aynadır. Bediüzzaman'a göre insan hayvan gibi olamaz, çünkü geçmiş ve geleceğe bakmaktan kurtulamaz.  

***

İbn-i Arabi "Allah'ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır" sözünü açıklarken aklın bir özelliğine vurgu yapar. Yani, hakikat inhisar altına alınamazdır. Akıl ise, hakikati sınırlarla belirler, yani tanım, Bediüzzaman'ın deyişiyle, ya had ya resim ile olur. 

Bu durumda, aklın ilahı kendine mahsustur, diğer ilahlara karşı kendi ilahını savunacaktır. Bu durumda imanın aklın tek başına sahip olamayacağı, halbuki kalbin ilahın resminin düştüğü bir perde olarak, Allah'ın her kulunda bulunan hakikati olduğu görülecektir. 

İnsan aklının gelip geçici bir sürede aklın feneri ile değil, Kur'an'ın öğrettiği şekliyle, aklın ve kalbin birleşik bir bakışı ve görüşü ile hakikatin varlığını bilmekten öte hakikate muhatap olmayı başarabileceği muhakkaktır. Çünkü, göz nazar eder, kalp görür. 

Bediüzzaman akıl ile kalp arasında berzahî bir yol bulmuştur, hem akılla had çizer (çünkü akıl en yüksek bakış yüksekliğidir) küfrün lekelerini temizler; hem de kalpte doğrudan Rabb'i seyreder.

Yani, insan için bazen sorun baktığı yerden dolayıdır. 

***

Bediüzzaman güneşin tebessümünün dünyamızdaki taklidleri olan çiçeklerin güzel yüzlerinden yansıyan mektubu (meselâ güneşin) şöyle okuyacağını görüyor: " Ve keza o çiçeklerin zevilhayata karşı gösterdiği teveddüdlerine ve tahabbüblerine ve tebessümlerine dikkat eden anlar ki: Bir Hakîm-i Kerim tarafından misafirlerine hizmetle muvazzaf bir takım hedaya ve behayadır ki, Sâni' ile masnu arasında bir vesile-i tearüf ve tahabbüb olsun."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum