Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Hastalar Risalesi, oruç, sanki yedim ve plasebo etkisi

Soğuk Hava Deposunda Mahsur Kalan Denizci

1950’li yıllarda İskoçya’ya yük taşımak için Reefer tipi bir gemi yanaşır.

Demir attığı limanda yükünü aldıktan sonra, gemide çalışan denizcilerden biri acaba unuttuğumuz bir yük kaldı mı diye bakmak için soğuk hava deposuna girer.

Onun içerde olduğunu fark etmeyen başka bir denizci ise, kapıyı dışardan kapatır.

Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci, var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar, ama kimseye duyuramaz sesini. Çakısıyla içerden açmaya çalışır kapıyı, lakin mümkün değildir. Gemi hareket eder ve denizciyi unuturlar.

Mahsur kalan denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağını anlamıştır. Kapıyı açamayan çakısıyla, çelik duvarlara kendisini bekleyen ölüm sürecini yazmaya, daha doğrusu kazımaya başlar.

Günbegün, adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücudunu nasıl uyuşturduğunu sonra yavaş yavaş öldürücü etkilerini, el ve ayaklarının nasıl duyarsızlaştığını, donan burnunu ve buz gibi havanın verdiği acıyı anlatır.

3 gün sonra soğuk hava kapısını açan başka bir denizci, zavallı adamın cesediyle karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur ve kendisi de hayretten dona kalır.

Çünkü soğuk hava deposunun derecesi +19’dur. Çünkü soğutma sistemi zaten çalıştırılmamış olup, kendi haline bırakılan deponun sıcaklığı normal bir dereceye yükselmiştir. Yani biçare denizci donarak ölmemiş, donduğunu sandığı için ölmüştür.

Bir insan donacağına kendini inandırdığı için, normal bir sıcaklıkta soğuktan ölmüştür.

Bu üzüntülü hikâye aynı zaman bize insan zihninin neler yapabileceğini göstermiştir.

Bilinçaltını doğru kullanırsak ne kadar güçlü olduğunu, yanlış kullanırsak da bizi ölüme dahi götürebileceğini göstermiştir.

Henry Beecher tarafından 1955 yılında yayınlanan ‘Kuvvetli Plasebo’ adlı makaledeki çalışmanın sonuçlarına göre tedavi sürecinin ortalama % 35.2’ si plasebo etkisine dayanıyor. Yani kişi % 35 oranında “iyileşeceğine inandığı” için iyileşiyor. Tabii bunun tam tersi de geçerli; kişi kendini, kendi düşünceleriyle hasta edebiliyor. (Kaynak: hakanmenguc.org/insan-zihninin-gucu-donarak-olen-denizci/)

Sizin düşünceniz nedir? Siz olsaydınız +19 derecede donar mıydınız?

***

Bu çağın en önemli hastalıklarından biridir evham; hem de şüphelerle soslanmış bol acılı bir evhamdan söz ediyoruz.

Evhamlı bir çağda, insanlığın hastalıklı dönemini yaşıyoruz. 

Bireyler hasta, toplumlar hasta; çünkü insan türü verdiği sözde durmayıp, haddini tecavüz etti; kendi başını yaktığı gibi, tabiatın ve dünyanın da başını yaktı.

Şimdi Mars’ın da başını yakacaklar.

Çeşitli sapkın ideolojiler ve ahlaki buhran sebebiyle, insanın yaslandığı manevi direkler yerle bir oldu.

Her şey çöktü birden; insanın kendi tevekkül dünyası, aile dünyası, ticari dünyası, kısacası, zorla kazandığı birlikte yaşama kültür dünyası da çöktü.

İnsan, daima ıztıraplar, kalâklar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmadı. Hükm-ü kadere razı olmadı (Mesnevi-i Nuriye, Habbe,9).

Kendinden; kendi gerçekliğinden kaçtı; hastaneden kaçan bazı hastalar(!) gibi kaçtı hakikatten. 

Evhamlarıyla yaşamayı gerçeklerin dünyasına tercih etti; sonra da yürüyen bedbaht mezarlara dönüştü.

Oysa buna ne hakkı vardı, ne de haddi; çünkü eğer dünyanın veya vücudun mülkiyeti, zılliyeti insanda olsa taahhüt, tahaffuz, korku külfetleriyle nimetlerden lezzet alması imkansızdı; bu durum daima onu rahatsız edecekti.

Nitekim etti de; çünkü noksanları tedarik, mevcutları telef olmaktan muhafaza ile daima evhamla, korkuyla ve meşakkatlerle muzdaripti (Mesnevi-i Nuriye, Habbe,10).

“Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor; böylece azap çekiyor.” (Sekizinci Söz)

Bir de, hastalığını ikileştiren lüzumsuz merakı ekleyin; çünkü maddî hastalığın altında, merak ile mânevî bir hastalığı kalbine verip, maddî hastalığı onunla devam ettirdi..

Daha önce kaybettiği teslimiyetle tekrar buluşup, hastalığın hikmetini düşünmekle o merak gitseydi, o maddî hastalığın mühim bir kökünü keser, hastalık hafifleşir, kısmen giderdi. Merak gittiği için hastalığın yüzde doksanı kaybolurdu. (Yirmbeşinci lem’a, Onbirinci Deva).

Ama bunu da beceremedi.

Görüldüğü gibi, hastalıkların gerçekliği yoktur. Aslolan sağlıktır. Hastalık denilen şey, farazi ve psikolojiktir. Buna bir de evham soslu, bol acılı şüphelerle ödemi olmuş bir zihni de eklerseniz, bu çağın modern insanına ulaşmış olursunuz. 

Placebo Etkisi

Tıpta placebo etkisi vardır. 

Özetle şudur:

Hastalığı tedavi edecek herhangi bir etkinliği olmayan farmakolojik olarak etkisiz maddelerin veya nedensiz girişimlerin, hastaların şikayetlerini azaltarak kendilerini daha iyi hissetmelerine neden olan etkilerine deniliyor.

Hastalığı evham ve şüpheler olan bir insanı iyileştirecek tek şey evham balonunu placebo ile patlatmaktır.

Plasebo kelimesinin kökeni 14. yüzyıla dayanıyor ve kelime, anlam olarak latince “Sizi hoşnut edeceğim.” anlamına geliyor.

Kavramın tarihi serüveni ayrı bir hikaye; ancak kelime tıp dünyasında “ilaç yerini tutan yöntemler” anlamında kullanılmaya başlamış. 1811 yılında, ilk defa Quincy Tıp Sözlüğü’ne girmiş: “hastayı iyileştirmekten çok memnun etmeye yarayan tedavi yöntemleri.” 

İkinci Dünya Savaşı sırasında cephede cerrahlık yapan Dr. Beecher, morfin stokları tükenince ameliyat ettiği hastalara morfin yerine morfin olduğunu ima ederek tuzlu su enjeksiyonları vermiş ve hayretle hastalarının ağrılarının azaldığını görmüş! Benzer şekilde, yanında anestezi ilacı olmadığından hastaları damarlarından su verip, anestezi yaptığına ikna eden ve ciddi ameliyatları bu şekilde yapmış hekimler bile mevcut.

Plasebo etkilerini tetikleyen faktörlerin en başında beklenti geliyor.

Hastalar kendilerine verilen ilaç ve uygulamalar nedeniyle iyileşme beklentisine kapılıyorlar. Tedaviyi uygulayan doktorun, tedavinin işe yaradığına yönelik telkini, hastanın verilen ilacın çok etkili olduğunu düşünmesi semptomlarının psikolojik, hatta kısmen fizyolojik olarak da gerilemesine neden olabiliyor. Beyaz önlük giymiş, otoriter ve ilgili bir hekimin “şimdi size çok güçlü bir ilaç vereceğim, birkaç güne bir şeyiniz kalmaz” telkini ile plasebo alan hastalar, tedavi seansının ardından kendilerini daha iyi hissetiklerini beyan ediyorlar.

İnsanlarda bulunan ödül mekanizmaları, yemek, su, karşı cins ve para gibi uyaranlar sonucunda nucleus accumbens denen beyin bölgesinin uyarılması ve bunun sonucunda da dopamin maddesi salgılanmasına neden oluyor.

Plasebo uygulanması sonucunda da aynı ödül mekanizmaları tetikleniyor. Uygulanan tedavi ile daha iyi olacağı beklentisine giren hasta da, bu beklenti dopamin artışına neden oluyor ve artan dopamin hastanın kendini daha iyi hissetmesini, ağrılarının hafiflemesini, şikayetlerinin geçmesini sağlıyor.

Plasebo tedavilerinin, beyin ödül mekanizmaları üzerinden etki gösterdiği düşünülüyor. (Kaynak: Scienceblogs)

Plasebo ve Sanki Yedim Etkisi

Plasebo etkisine en iyi örneklerden biri de “sanki yedim camii”nin yapılış serüvenindeki odak davranış olan “sanki yedim”dir.

Rivayete göre Keçecizade Hayreddin adında orta hâlli bir esnaf, Osmanlı döneminde padişahların yaptırdığı selatin camilerini görüp imrenerek, kendisi de bir cami yaptırmayı diler ve bunun için para biriktirmeye başlar.

Canı bir şey istediğinde, almayıp; sanki yedim (varsay ki yedim) diyerek parasını ayrı bir yere koyar. 20 yıl boyunca biriktirdiği paralarla küçük de olsa bir cami yaptırır ve caminin adı halk arasında Sanki Yedim Camii olarak anılmaya başlar.

Plasebo etkisinin zıttı da nosebo’ dur; yani daha kötüye gitme inancı. Tıpkı denizcinin artı 19 derecede “donarak” ölmesi gibi.

Bu denizci gibi yaşayanları, gerçekler değil, evhamları ve su-i zanları onda nocebo etkisi yapacak ve pisipisine ölecektir.  

Modern İnsanın Placeboları

Modern insan hastadır. İnancını yakıp yıkan pozitivizm pandemisi ile hastadır. Aklın nuru olan fenleri kalbin ziyasıyla mezcedemediği için hastadır.

Beşeri ve tabii olaylarla sarsılmış, kendi gerçekliğinden kaçarak rahatlayacağını sanmasıyla büyük bir gaflete düşmüştür.

Elinin yetişemediğini isteme gafleti bir yana, başına gelen semavi ve arzî musibet ve belaları dahi yorumlamakta aciz kalmış; büsbütün bunalımın kucağına oturmuştur.

Oysa şu fani modern adam, yanlış yorumlaması sebebiyle ve akılsızlığından anlamıyor ki, bu görülen değişimler, adi birer iş değildir; bu işler tesadüfî olamaz. Bu acip işler içinde garip sırlar olduğuna; bu işleri yapan ve çeviren pek büyük bir İşleyici var olduğunu intikal edemedi.

İşte Kovid-19…

Çünkü insan türü hasta!

Çünkü nirengisi çıkmış!

Şimdi bu modern insanın kalbi, ruhu ve aklı şu elîm vaziyetten gizli feryad ü figan ettikleri halde, nefs-i emmâresi, güya birşey yokmuş gibi tecâhül edip, ruh ve kalbin ağlamasından kulağını kapayıp, kendi kendini aldatarak, bir bahçede bulunuyormuşçasına, o ağacın zehirli, muzır acı meyvelerini yemeye devam ediyor. (Sekizinci Söz)

Hastalıkları sabır ve şükürle karşılayan ve onları birer İlahi memur olarak telakki eden mübarek zatların öğretilerine karşı burun kıvıranlar, bugün Kovid-19 salgınıyla içine düştükleri acziyet çukurundan çıkamıyorlar.

Vahim değil mi?

Pandemi sürecinde virüs korkusuyla hassaslaşan modern insan, işlediği her bir günahla, kafasına giren her bir şüpheyle, kalp ve ruhunda açılan yaralar vesilesiyle, bâtınî, ruhî ve kalbî hastalıklarının farkında olarak, sebeplerin Yaratıcısına dönmesine taze bir başlangıç olur.

Modern insan, geleceğini aydınlatmak istiyorsa, öncelikle hüsn-ü niyet, hüsn-ü zan, hüsn-ü haslet ve hüsn-ü fikir ile onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar eden Rabbine sığınmakla gerçek aydınlanmayı sağlayabilir. (Sekizinci Söz)

Ramazan Orucu Ve Hastalar Risalesi

Kandırıkçı insan zavallı insandır. Kandıran, sadece kendi nefsini kandırır.

Oruç, plasebo etkisinden insanı uyandırıp, kendi gerçekliği içinde acziyetinin ve fakrının engin denizlerinde yüzdürür.

Toplumları dünyevi sahte ve geçici çözümlerle plasebo etkisiyle uyutmak yerine, toplumsal gerçekliği ibadetin tatlı lokumlarıyla beslemek şifa kaynağıdır.

Hastalar Risalesi, hastalığın bir gerçekliği olmadığını, sadece evham ve şüpheler denizinde boğulmaktan ibaret olduğunu söyler.

Aslında risalenin ileri sürdüğü argümanlar okuyanda bir plasebo etkisi olduğunu gösterir. Rahmetli Dr. Sadullah Nutku, hastalarına reçeteyle birlikte bir de Hastalar Risalesi verirdi.

Prof. Dr. Mustafa Nutku, bir hatırasında babası ile ilgili bir Prof. Dr. Ayhan Songar hatırasından söz eder:

“Rahmetli babam Dr. Sadullah Nutku ve psikiyatri uzmanı rahmetli Prof. Dr. Ayhan Songar bir uçak seyahatinde yan yana oturuyorlarmış. Daha önce tanışmadıklarından dolayı aralarında da herhangi bir sohbet olmamıştı.” diyerek sözüne şöyle devam eder:

“Rahmetli babam cebinden Hastalar Risâlesi’ni çıkarıp kendi kendine, sessizce okumaya başlamış. Yanında oturan Prof. Dr. Ayhan Songar göz ucuyla bu kitabı epey bir süzmüş, ardından tanışmışlar. Babam, Hastalar Risâlesi’ni, sesli okumaya başlamış. Prof. Dr. Ayhan Songar da dikkatle dinlemiş ve o zamana kadar dinlemediği Risâle-i Nur Külliyatı’nın, psikiyatri uzmanı bir profesör olarak da kendisini çok ilgilendiren devâlarını dinlerken, bir ara kendini tutamayarak: 

“İnsan bu manevî devaları dinlerken, hasta olmayı temennî edeceği geliyor!” demiş. 

Prof. Dr. Ayhan Songar, daha sonra uzmanlık alanı ile ilgili olarak, kendisine muayene ve tedavi için gelen hastalarına çoğunlukla “Hastalar Risâlesi”ni tavsiye etmiş. 

Prof. Dr. Ayhan Songar, ömrünün sonlarına doğru kanser hastalığına yakalanmış. Ecelle randevusuna doğru geri sayımının son günlerinde, vücuduna yayılmış olan kanser hastalığı ile hastahanede yatarken yanından hiç ayırmadan okuduğu ve vefatında da yatağının yanı başında duran kitap, manevî devalar hazinesi “Hastalar Risâlesi” idi. (Kaynak: Prof. Dr. Mustafa Nutku, Dr. Burhan Sabaz, Tefekkür Dergisi, 26.01.2007.)

Ramazan Risalesi ve Oruç

Ramazan risalesi, oruçla gerçek yaşamdaki yeme içme tokluğunun ne kadar abartılı bir plasebo olduğunu kanıtlıyor.

Dünya hayatının kendisi bir placebo etkisidir.

Hem de gaddar ve mekkardır (aldatıcı).

Plasebo kullanmak kendini kandırmaktır.

Hayattaki çoğu şeyler plasebo etkisi verir.

Dünyanın kendisi de plasebodur; aşırı plasebo, noseboya dönüşebilir. 

Oysa gerçek şifa ebedi hayattadır.

Rabbim şu mübarek günler hürmetine, güzel hakikati güzel gören, hakikatin hüsnünü derk eden, hakikat sahibinin kemâline hürmet eden ve böylece rahmetine müstehak olan kullarından eylesin.

Rabbim bizi "Fenalığı kendinden, iyiliği Allah'tan bil" olan hükm-ü Kur'ânînin sırrına mazhar kılsın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum