Habibi Nacar YILMAZ
Sözcü Tv Ne Zaman Özür Dileyecek?
Yazılarımızı takip edenler, şahıslar hakkında pek yazmadığımızı bilir. Eğer şahsı tanıyorsak, kitaplarını bir kanaat verecek kadar okumuşsak, hakkında yazılar yazarız. Ya da bir yazısı varsa, o yazıyla sınırlı kalmak şartı ile bir değerlendirme yapmaya çalışırız.
İki bin yılı öncesiydi. Sonradan kültür bakanlığı da yapan Ahmet Tan isimli bir yazarın, Sabah gazetesindeki köşesinde bir yazısı çıkmıştı. Yazı, Said Nursi hakkındaydı. Bu arkadaşın yazdıklarına göre Said Nursi, Doğudaki talebelerine evlenin; Batıdakilere de evlenmeyin, demişmiş. Niye demiş peki bunu? Güya bu sayede Doğu'nun nüfusu artacak ve bir Kürt devleti kurulacaktı.
Gazete, çalıştığımız eğitim kurumuna geliyordu. Tava tencere verdiği için de bir arkadaş abone olmuştu. Biz de ara sıra bakıyorduk.Yazıyı okuyunca, biraz üzüldüm. Ne yapabilirim diye düşündüm. Sonra telefon açmayı denedim. Ahmet Tan karşımdaydı. Yazıdaki iddialarının esassız ve mesnetsiz olduğunu anlattım arkadaşa. Kürt değil ama Doğulu bir nur talebesi olduğumu söyledim.Said Nursi ile değil ama size göre onun evlenin ya da evlenmeyin dediği Batılı ve Doğulu talebeleriyle sürekli görüştüğümü anlattım. Said Nursi'nin en yakın ya da uzak talebelerine böyle bir telkin ya da tembihinin olmadığını; bununla ilgili eserlerinde de bir ima dahi bulunmadığını genişçe izah ettim. Hem bunu talebelerine güya telkin eden Said Nursi, başta kendisi niye evlenmesin ki?
Devamında da bu iddiayı nereden aldığını, geçerli bir delilinin olup olmadığını sordum. Ahmet Tan, "Bu bilgiyi bir profesör arkadaştan aldım." demesin mi? "Ama sen her duyduğunu böyle yazıyor musun?" diye sitem ettim. Neticede vebale girdiğini ve altı yüz bin satan gazeteyi okuyan kişinin yanıldığını; ertesi gün bu yazıyı düzelten bir yazı yazması gerektiği noktasında ısrarcı oldum. Cevap enteresandı."Hocam dedi, bizi o kadar kişi okumuyor. Tencere tava almak için alıyorlar." Hiç olmazsa yarısı okur deyince de pazarlık başladı. Okuyucu sayında kaça kadar indik, biliyor musunuz? Pazarlık sonucu okuyucu sayısında, on beş bine kadar indik.
Durum çok trajikti gerçekten. Aydın, hem de bakanlık yapacak seviyede bir aydının fena halde yanılmasına mı yanayım; arkadaşın, birinin fısıldadığını araştırmadan, ciddi bir okuma yapmadan, dinlemeden köşe yazısına taşımak gibi bir pespayelik içine düşmesine mi yanayım, bilemedim.
Bu tip savrulmaların, hafifliklerin, vahşi tarafgirliklerin devam ettiğini, yakınlarda Sözcü Televizyonunun haberlerindeki pespayelikten anlıyoruz. Haberleri sunanlar, haberleri hazırlayanlar mıdır, bilmiyorum. Ama çeşitli programlar yapan, toplumun önünde bir iki söz söyleyebilecek seviyede olan birisinin böyle bir habere imza atması karşısında amatör de olsa,bir yazı emekçisi olarak bizi çok üzdü.
Bir yerlerin gür sesi olduğu anlaşılan hanımefendi, hangi gaflet ve cehalete denk geldiyse, Sözcü Televizyonunda 14 Aralık 2025 gününün Ana Haber'inde Ahmet Tan'dan daha bir berbat ve yanlış bir habere yer verdi.1960'ta Urfa'da bir otel odasında vefat eden Said Nursi'yi güya 1925'te yargılanmış ve idam edilmiş, şeklinde sundu.
Ya arkadaş, böyle bir cehalet olur mu? Bu kadar yanlış bir habere nasıl imza atabilirsiniz? Bunu veren televizyon sunucusu, tam bir doktora tezine konu olabilecek derecede bir cehalete imza attı gerçekten. Acib bir patolojik vaka ile karşı karşıya kalmıştık. Basit bir okuryazarlık isteyen bir küçük araştırma dahi yapmadan böyle bir haber yapılır mı? Bunların içinde bulundukları perişan hâllerine bakarak, diğer haberlerinin sıhhat derecesini anlayın artık. Böyle komik derecede yanlış ve yalan haberi hazırlayan bir televizyon ve sunan sunucunun hangi sözüne veya haberine itimat edebilirsiniz? İnsan, haberi sunmadan önce, Said Nursi'nin biyografisine bakmak hiç aklına gelmez mi? Kendilerine ulaşılmasına rağmen, bu yazıyı yazdığım güne kadar bir özür ya da açıklama gelmedi bu cenahtan.
Bu arkadaşlar, Said Nursi'nin 1925'te yargılanıp idama mahkûm edildiğini nereden öğrendiler, doğrusu merak ediyorum. Yoksa, Ahmet Tan'da olduğu gibi bir profesör mü söyledi onlara? Haberler sunulmadan önce, bir tahkikten geçmez mi arkadaş?
Bu fakirin aklına başka bir ihtimal geliyor.
Bu ülkeye hükmeden zihniyet ve kuvvetin bazı uygulamaları vardı o dönemde. "İstibdâd-ı mutlaka cumhuriyet namı veren, irtidâd-ı mutlakı rejim altına alan, sefahat-i mutlakaya medeniyet ismini veren, cebr-i keyf-i küfriye kanun ismini takan" bu ceberut zihniyet, kendi milletvekillerinden meydana gelen bir heyeti, geçici mahkeme yapmıştı. Bu geçici mahkeme, uğradığı yerlerde keyfî olarak mahkûmiyet kararları veriyor ve birçoğunu da ölüme mahkûm ediyordu. Mahkûm ettiklerinden bazıları ölmüşse, mezardan çıkarıp idam ediyordu. Bu zihniyetten her şey beklenirdi. Bu arkadaşlar herhalde Said Nursi de bu idam edilenlerin biriydi diye düşünmüş olabilirler. Başka bir ihtimal aklıma gelmiyor. Yoksa 1960'ta vefat eden bir kişiyi, 1925'te niye idama mahkûm etsinler ki?
Şeyh Said, mevcut ceberut zihniyete kıyam için, Said Nursi'ye davetlerde bulunmuştu. Ama Said Nursi, buna müspet cevap vermediği gibi; bu yanlış hareketten vazgeçilmesini istiyordu Şeyh Said'den. Hatta bu kıyamın Van, Bitlis, Muş gibi yerlere sıçramasının da önüne geçmişti. Çünkü onun hayat tarzı, hayatı boyunca takip ettiği meslek ve meşrebi, müspet hareket, ikna ve izah üzerine kuruluydu. Said Nursi ile birlikte andıkları Seyit Rıza ise, 1937'de Tunceli civarında bir kıyamın başıydı. Yani, Said Nursi ile hiçbir ilgisi yoktu.
Said Nursi ise 1926'da Barla'ya nefyedilmiş, burada ikamete mecbur tutulmuştu. Yine, 1935'te Eskişehir mahkemesine çıkarılmış; 1936'da Kastamonu'da ikamete mecbur tutulmuştu. 1943'te de Denizli mahkemesinde talebeleriyle birlikte yargılanmıştı. 1945'te Emirdağ'da ikamete mecbur tutulmuştu. 1947'de Afyon mahkemesinde, 1952'de ise, İstanbul mahkemelerinde yargılanmıştı.
Gerek ikametinde gerek de mahkeme safahatları ve hapishanelerde sıkı bir tarassut ve takip altında tutuluyordu. Bir mahkemenin beraat verdiği bir risale, başka bir mahkemede mahkûmiyet alıyordu. Mahkemelerin hepsi bir iman davasının yargılanması; savunmalar ise, bir mazlumiyetin savunması değil de sanki birer hürriyet ve kahramanlık beyannamesiydi.
Evet dostlar, bu fahiş hatanın düzeltilmesi, bir özür ile olabilecekse; Sözcü TV'den en az bir özür bekliyoruz. Eğer güçleri ve yürekleri yetiyorsa da bir Said Nursi belgeselini yayımlamalarını temenni ediyoruz. Gerçek ve sahih özür ancak böyle olduğu gibi; işledikleri bu cürüm de ancak böyle temizlenir.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.