Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Kaç Görmeyen, Bir Gören Eder?

Kâinatı bize okuyan, ders veren Kur'an'ın özellikle tekvinî (yaratılış ile ilgili) âyetlerini sinematografinin yüksek ve geniş tekniğini kullanarak anlatan, şaheser niteliğindeki 7. Şua Ayet-ül Kübra Risalesinin baş kısmındaki "bu asırda yakîn-i imaniyi sarsan ve tereddüt veren" ikişer meseleli iki vartayı (tehlikeyi) ilk okuduğum dönemlerde, tam anlamakta zorlanırdım.

Bu çok ehemmiyetli kısmı, biraz da mehrini vererek, vefatının bende bıraktığı boşluktan halâ kurtulamadığım rahmetli Niyazi Kumandaş âbi ile birkaç defa okumuştuk. Fakat insan bizzat yaşayıp mevzuyla ilgili suallerle karşılaşınca, mevzuya daha derinlemesine giriyor. Bu da anlamaya yardım ediyor. Belki de ihtiyaç insanı buna zorluyor. Merak ilmin hocasıdır, deniliyor ya. Her şeyde olduğu gibi, merakı da müspette ve lüzumlu işlerde kullanınca, epey mesafe aldığımızı çok müşahede etmişizdir.

Yeri gelmişken çoğu zaman fuzuliyata yönlendirdiğimiz merak üzerinde duralım biraz.

Bu âcize göre, başta pedagog, psikolog ve vaazlarımız olmak üzere, çoğumuzun başucu dersi ve her daim müracaat yeri olması gereken Dokuzuncu Mektup, başta merak, birçok şedit hissiyatlarımızı nasıl kullanacağımız konusunda fıtratımıza münasip, en mukni ve hulâsa bir ders niteliğinde. Biz eğitimciler bazen insana bakarken, onu saran hissiyatlardan arındırarak bakıyoruz. Hâlbuki hepimizde sevmek, merak etmek, inat, hırs, makam ve mal sevgisi gibi şiddetli hissiyatlar hükmediyor. Bunların olmaması mümkün değil ki. Bunlar, diğer varlıklara değil, hikmet-i İlâhiyenin gereği insanlara yerleştirilmiş. Ve en büyük âlemin, içinde gizli olduğu insan, bu hâliyle hayır ve şerrin, güzel ve çirkinin, fayda ve zararın, kemal ve noksanın, ziya ve zulmetin, hidayet ve dalâletin, nur ve narın, iman ve küfrün, itaat ve isyanın, korku ve muhabbetin iç içe, karşılıklı ve mukabil olduğu bir dünyada yaşıyor. Yani oluklar çift, birinden nur akarken birinden de kir akıyor. İnsan mezkûr hissiyatlarını bu iki zıt kutuplardan birine yönlendiriyor. Yani bunları söküp atamaz, yok da edemez. İnsan terbiyecilerinin ve üstadın 9. Mektup ile yapmak istediği de bu hissiyatları, israfat ve abesiyetten kurtarmak.

Hayatın da gayesi zaten bu değil mi? Nasıl ki görünen, yani maddî cihazlarımızdan göz, kulak, dil gibi cihazları yerli yerinde, yani yaratılış gayesi istikametinde kullanmadığımız zaman onları israf etmiş oluyorsak; görünmeyen, mezkûr hissiyatlarımızı da yanlış yerde kullanırsak, onları israf etmiş, lüzumsuz hâle getirmiş oluruz. Muhabbet, merak, hırs, inat gibi duygularımız bize iki dünya saadet kapılarını açmak için verilmişken, onların yüzlerini geçici ve akıbetsiz şeylere çevirerek, onları başımıza bela ediyoruz. Hırs ile abad, fâniye kalbini bağlayarak mesut olanı; hakta sebat yerine beş kuruşluk işte inat edip de bahtını açanı duyup gördünüz mü ya da gören var mı? Küçük, dünyevî işlerimizde bile bu anlattıklarımızın testi mümkün.

7.Şua'nın başından girdik, yeri gelmişken deyip meraktan devam ettik ve biraz da uzattık galiba. Merakımızı, müsbete kullanıp çok güzel neticeler aldığımız zamanlar olduğundan olmuş olabilir.

Bizzat yaşarsa, yani bir sual veya mevzu ile ilgili bir konuda zorlanırsa insan, o konuyu daha iyi anlıyor demiştik ya. 7.Şua'nın başındaki cümle şu: "Umumî meselelerde ispata karşı nefyin (inkârın) kıymeti yoktur ve kuvveti pek azdır."

Şimdi bir zaman, bir toplulukta tartışıyoruz. Tartışmanın bir yerinde, biz "ahiret inancının toplumdaki meyvelerinden" bahsedince, bir arkadaş "Olmayan bir hayatın bir de meyvelerini ispata çalışıyorsun." ifadesini kullanmasın mı? Arkadaşı kaldığımız yere davet ediyoruz ve birkaç saat konuşuyoruz. Yedinci Şuayı açıyoruz ve soruyoruz. Ahiret dünyadan sonra kurulacak ve tahakkuk edilecek bir yer, mekân olduğuna ve olacağına göre, böyle bir hayatın yokluğuna nasıl hükmedebiliyor ve o hayatı inkâra cesaret edebiliyorsun? Bu hayatın dünyada dahi binlerce örneği olduğuna ve ahiretin de olacağına dair, sana bir delil, emare hafif de olsa bir işaret getirirsek, ispat edebileceğimiz bu hayatı, sen hangi delile dayanarak 'yoktur' diyebiliyorsun? "Ben inanmıyorum." deme hakkın ve haddin var belki ama 'yoktur' diyemezsin arkadaş.

Bazen sorarlar ya gidip gelen var mı diye. Gidişler daha devam ediyor, dönüşü olmayan bir yoldayız. Böyle bir yolun dönüşü olur mu? Şairin aslında bir aşk hikayesi için yazdığı ve çoğumuzun ölüm ve ahiret için yorumladığımız:

"Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan,
.......
Birçokları memnun ki dönen yok seferinden." dediği noktanın yarısı yanlış.

Nasıl ki dünyaya gelmeden önce bize, nereye gideceğimiz sorulsaydı, dünyayı bilmediğimizden dolayı 'meçhule' derdik. Çünkü geleceğimiz bu aydınlık âlemden biz değil, bizi bu âleme gönderen Zât haberdâr idi ve burayı bize göre, o Zât hazırlamıştı. Dünyaya gelmek ile de dönüşü olmayan bir yolculuğumuz başlamıştı. Ama yolculuğumuz meçhulde sürmüyordu. Öyle de dünya, ahirete nispeten bir anne karnı kadar dar ve karanlık. Dünyaya geldiğimizde, meçhule gelmediğimiz gibi, ahirete gidince de meçhule gitmiyoruz. Ama dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkıyoruz. Onun için, "Gidip gelen var mı?" suali hatalı ve yanlış. Ancak "Acaba müşahede eden (gören) var mı?" diye sorabiliriz, soruyoruz da.

Başta doğruluğu ve ehli tahkik olduğu düşmanlarınca da tasdik edilen başta Peygamberimiz (ASM) ve diğer binlerce peygamber ve hakikat ehli nuranî zâtlar, semavî beyanları ve şu âlemdeki binlerle örneği de şahit tutarak "Bizzat gördük." diyorlar. Bunların imzalarından, şehadetlerinden daha büyük bir şehadet olabilir mi?

Peki, ahiretin olmayacağına dair senin delinin ne? Sıfır delil, yani delil yok. Ya da görünmemek üzerine kurulu bir delil. Görmediğin bir şey hakkında hüküm verebilir misin? Ya da kaç görmeyen bir gören eder? Senin inkârın, dar bir evde, mekânda hatta bir şehirde, bölgede Hindistan cevizi yok gibi, hususî ve aramak ve taramakla olmadığı gösterilebilir, anlaşılabilir cinsten değil ki. Sen geçmiş ve gelecek bütün zamanları ve mekânları da içine alan bir meselede hüküm veriyorsun. Benim bir delilimle ispat edebileceğim bir dava ve iddiayı, sen imkânsız olan, tüm zaman ve mekânları tarayarak ve göstererek ancak yokluğunu ispat edebilirsin. Senin şahit olarak birinin ve bininin arasında fark yok. Münazaalı bir davada, hâkim görmeyenlere mi sorar görenlere mi? Bir vukuatı, bin kişi görmedim dese; gördüm diyen bir kişinin gücü kadar muteber olabilir mi? Hâkim, görmeyenlere göre karar verir mi? Yani sen tüm zamanlara bakan ve tüm zamanları mekânları görmek ve taramakla ancak 'yoktur' diyebileceğin iman hakikatlerini mesela ahireti, sıfır delille inkâr ediyorsun, edebiliyorsun. Hâlbuki görmemek delil olmaz, olamaz.

Evet dostlar, bir ilmi tahsile, ispata, gayrete dayanmayan inkârın temelinde bir terk, lakaytlık ve bir göz kapama hâli olduğunu anlıyoruz. Çoğu da inkârını başta kendi nefsine kabul ettirmek ve aklını da uyuşturmak, rahatlatmak için, yarım yamalak haberdar olduğu siyere, Kur'an'a ayna olmaktan uzak meallere sığınıyor. Hayallerinde kurdukları karton kuleler ve medeniyet fantazileri de korunakları gibi görünüyor. Pek çok alıştıkları ve sığındıkları bu çürük kuleler, bir musibetin tahriki ile yara alsa da gafletin yardımıyla onu çabuk tamir edip edip deve kuşu misali kafalarını kuma sokabiliyorlar.

Buna bizzat şahit oldum. "Sen sevdiğin eşin, dostun, çoluk çocuklarından ebedî olarak ayrılacağına inanıyorsun. Bunun acısına, dünyada iken nasıl tahammül edip onlarla kısa dünyanın ölçüleriyle dengeli münasebetler kurabiliyorsun?" sorusunu sorduğun bir inkârcı "Ah, keşke ahiret olsaydı." gibi fıtratının sesini dinlendiren cevap vermişti. Halbuki olmayan bir şey istenmez ki. Ördek, dünyaya gelir gelmez suyu istiyor değil mi? Bulduğu suda da hemen yüzebiliyor. Fıtratı, sudan haber veriyor. Su var ki isteniyor, denmez mi buna? Ebediyeti, yok olmamayı, ünsiyetin devamını isteyen fıtrat da var olanı istiyor işte. Yok olan bir şey istenmez, istenilemez.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum