Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Defineler

Geçen hafta yine Rize'ye gitmiştik. Rize, bizim hem nurları tanıdığımız yer, hem kendimizi tanımaya, yönlendirmeye ve anlamlandırmamaya çalıştığımız şehir olması yönleriyle ilk göz ağrı yerimiz. Şevkli, gayretli kardeşlerle ikindiden sonra derse iştirak ettik. Onlar bizi, bir hafta önceden "Önümüzdeki cumartesi günü balık ziyafetimiz var, bekliyoruz." diye davet edince; biz de onlara "Bu fakiri balıkla değil, ancak ders varsa, celbedebilirsiniz." diye takılmıştık.

Aslında bunu, bir vesile buradan da duyurmuş olalım. Uzun süreden beri, okullarda ve değişik zeminlerde konuşmalar yapıp seminerler veriyoruz. Nurun hakikatlerini dramatize bir şekilde kendi edebî bilgilerimizi de katarak aktarmaya, başta kendi nefsimiz istifadeye sunuyoruz. Konuşan, dinleyenden daha fazla istifade ediyor. Bunu yaşayarak görüyoruz. Başta okullar çeşitli zeminlerde konuşmacı olarak çağırılmaya, her zaman müsaidiz İnşallah. Sefine-i sultaniyede çalışan bir hademe olarak, nakdi ömrümüzü faniyâtın elinden almaya çalışmak, aklın muktezasıdır.

Rize'de ilk dersi, Diyanetin imam hatipler kursundan yirmi kadar imam arkadaşla okuduk. Kısa ama çok istifadeli bir ders oldu. Bu fakiri daha lise yıllarından beri celp ve cezbeden, dikkatimi her zaman çeken "Kur'an nedir, tarifi nasıldır?" suali ve cevabının birkaç satırını mütalaa edebildik. Daha lise ikideyken, bu kısmı ilk dinlediğimde, daha bulamam diye hemen bir kağıda yazıp okul gazetesinde neşretmeye vesile olmuştuk. Hani "19. Mektup Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesinin 13. İşaretinde" bazı mu'cizeleri anlatan "Bu parça altın ve elmas ile yazılsa, liyakatı var."kısmı var ya. İşte bu "Kur'an nedir?" sualinin cevabının da altın ve lü'lü ile yazılmaya liyakatı var, gerçekten.

Hele ilk "Kur'an, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesidir." cümlesini, akla açtığı ilim hazineleri bakımından bir define olarak görürüm. Bu defineyi açmayı, Kur'an'da geçen kevnî (kâinatla ilgili) âyetleri toplamayı, şerh etmeyi çok isterdim. Aslında tam bir doktoralık ve bildiğim kadarıyla üzerinde hiç çalışma yapılmamış bir alan. Bunu kemaliyle ancak bir nur okuyucusu yapabilir. Nur okuyucusu yapabilir, tespitimden biraz rahatsızlık duyanlar, bunu abartılı bulanlar olabilir. Tecrübelerimiz ve bazı okumalarımız bizi haklı çıkarıyor bu konuda. İlâhiyat hocasının kader konusunda yazdığı kitabı eleştirmiş ve eksiklerini göstermiştik mesala. Arkadaşa ve ilgili kuruma ilettik, hâlâ bir bir ses yok. Risale-i Nur kevnî âyetler konusunda da en iddialı külliyat olma konumunda olduğundan, bu iddiamı rahatlıkla söyleyebilirim.

Rize'de ikinci olarak, daha önce de çokça ders yaptığımız Yeni Güzelköy Kur'an Kursuna gittik. Akşam ve yatsı arasında elliyi geçen talebelerle birlikte yine dersler yaptık. İştiyak ve ihtiyaç had safhada. Bu, hemen fark ediliyor. Kur'anî derslere önce Kur'an kurslarının ihtiyaçları var gerçekten. Bunun üzerinde ısrarla durmak gerekiyor.

Üçüncü olarak, Rize'de birkaç yerde yapılan cumartesi derslerinden "İsar Vakfı'nın" dersine katıldık. Geniş ve iştiyaklı bir cemaatle bir saat süren dersler yaptık. Ders okurken istifade edenlerin başında okuyan olarak biz vardık. Bir önceki derste okunan Kastamonu Lahikasının başlarında üstadın Isparta'daki talebelerine "Ahiret kardeşlerime bir ihtar" başlığı ile yazdığı mektup dikkatimi çekmişti. Mektuba biraz daha dikkatli bakınca, mektup bu fakire bir define gibi geldi. Ders boyunca, bu defineyi açmaya, anlamaya, anlatmaya çalıştık.

Define deyince aklıma her zaman Dördüncü Sözde namaz için kullanılan define kelimesi gelir. Gerçekten namaz, kısa olan dünya hayatından sonra kabirle başlayan iki aylık, yani uzun ahiret yolculuğunda tam bir define mahiyetinde. Kabirde ışık ve dost hükmünde. Namaz definesi, sadece kabirde ve berzahta, ebedde bir nur ve define değil. Namazın mahiyetinde saklı Rabb'inin huzuruna çıkmak, ihtiyaçlarını ona arz etmek, yalnız O'na kul olduğunu ifade etmek, ancak O'ndan yardım dilemek, bütün nimetleri için O'na hamd etmek de ayrı bir define. Namazın beş vaktini iştiyakla beklemek, dünyada bir misafir ve yolcu olarak yaşama şuuru kazandırır insana. Bu da ayrı bir definedir. Sahibini bulmak, Mâlikini tanımak ve O'nun rahmetine iltica etmekten daha büyük bir define olur mu?

"Her talebenin bir makine, bir matbaa olduğu ve imanın tekniğe meydan okuduğu" ceberrutluğun had safhada uygulandığı dönemdi. Ve Said Nursi Kastamonu'da ikamete memur edilmiş, çeşitli haklardan mahrum bırakılmıştı. İşte, böyle bir dönemde üstad, Kastamonu'dan Risale-i Nurların yazıldığı ve çoğaltılmaya çalışıldığı Isparta'nın Gül, Nur fabrikaları ve Mübarekler Heyeti Nur talebelerine şevke medar mektuplar gönderiyordu. İşte biz de bu derste bu mektuplardan birini okuyorduk. Mektubun başında "Risale-i Nur'a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi onu yazmak ve yazdırmaktır, intişarına yardım etmektir." notunu düşmüştü. "Yazmak, yazdırmak ve intişarına yardım etmek" o dönemin olmazsa olmazıydı. "İntişarına yardım etmek" devam ediyor. "Yazmak ve yazdırmak" da "okumak ve okutmak" şekline dönüşmüştü. İşte bu "yazmak ve yazdırmak" yani bu Kur'an nurlarının kitabeti dört nevi ibadet-i makbule sayılıyordu. Derste bu dört nevi ibadet-i makbule üzerinde durduk.

Dört nevi ibadetin başı, imanını kuvvetlendirmekti. Bundan daha değerli bir ibadet olur mu? Çeşitli yerlerde üstad buna "ibadet-i imaniye" diyor. İmanın bir zerre kadar kuvveti ziyade olması, bir hazinedir. İmam-ı Rabbanî imanın bir derece artmasını, binlerle keramete tercih ediyor. Neticede geçici zevkler, insana daimi bir terakkiyat vermiyor. Risale-i Nur'la meşguliyet böyle bir azim neticeyi kazandırıyor. Hem de kolayca. Yani tahsil meşakkatine katlanmadan.

Nurların kitabeti ile meşguliyet, başka hangi ibadeti kazandırıyor? Başkalarının imanlarını tehlikeden kurtarmaya çalışmak ibadetini kazandırıyor. Ki bu, değeri ölçülemez bir kıymetli ibadettir. "Başkasının imanını kurtarmak hizmeti için, eskiden "imansız birinin imana geçmesine vesile olmak" olarak anlardım. Doğru fakat eksik bir anlayış bu. "Birinin imanına vesile olmak" emsalsiz bir hizmet ve ibadettir ama mevcut imanları muhafaza ve şüphelerden izale de aynı manaya hizmettir. Derse her gidişimiz, dinleyişimiz, kim olursa olsun birine bu hakikatleri hâlen ve kalen anlatmamız da bu mananın içindedir. Bunun çok hatırası var bizde. Bazen yazılarımızda anlatmaya çalışırım.

Nurlarla kazandığımız diğer bir ibadet de tefekkür ibadeti. Ama hangi tefekkür, tefekkür-ü imaniye. Zaten ilmihal bilgilerinde tefekkür olmaz. Esma-ül hüsna'nın tecellerinden tut, diğer iman hakikatlerinin tefekküründe çok eksiğimiz var. Nurlar, baştan sona bu ibadet-i tefekküriye örnekleridir. Birinci Söz, baştan sona tefekkür harikasıdır mesela.

Evet dostlar, dört nevi ibadeti açıklayan mektubun birinci maddesinin sonunda dördüncü ibadet olarak da üstad "vaziyeti çok ağır bulunan üstadına yardım etmek ile hasenatına iştirak etmek" olarak açıklıyor. Ve "bir risaleyi yazmak ve okumayı kendisine büyük bir hediye olarak" kabul ediyor. Ne dersiniz, kolay kolay hediye kabul etmeyen ustada hediyede geri kalmak ister misiniz?

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum