Fırtınalar ve mevsim

Yaprak dökümü fırtınası. Kırlangıç fırtınası. Meryem Ana fırtınası. Bağ bozumu fırtınası. Balık fırtınası. Bunlar, ülkemizde Kasım ayı içinde kopan ve kopması muhtemel olan fırtınalardan bazılarının adları. Bu aydan önce kopan fırtınalar vardı, sonra kopanlar da olacak elbette.

Dünyanın başka yerleri de sık sık mahallî adlarla anılan fırtınalarla kasıp kavruluyor. Her zaman aynı yerde olmasa da farklı yerlerde, değişik şiddette nice fırtınalar kopuyor.

Her fırtına; meydana geldiği yerin özellikleri, rüzgârın hızı, sarsıntının şiddeti, tahribatın büyüklüğü ve sair neticeleri itibariyle sık sık gazetelerde, radyolarda, televizyonlarda haber konusu oluyor.

Fırtına yüzünden meydana gelen seller, kökünden sökülen ağaçlar, yıkılan evler, uçan çatılar, savrulan arabalar; mağdur olanlar, yolda kalanlar, zorda kalanlar, darda kalanlar anlatılıyor.

Bilhassa heyecanlı muhabirlerin hazırladığı görüntülü haberler yüzünden dehşet dünyanın her yerine yayılıyor ve hadisenin yaşandığı yerden çok uzakta olan insanları da tesiri altına alıyor.

“Başına dolu yağan, dünyanın dört bucağını fırtına içinde sanır.”

Montaigne böyle dese de bu sözün mânâsı, haberleşmenin ancak posta vasıtasıyla sağlandığı ve insanların, başka yerlerde vuku bulan hadiselerden, yaşanan felâketlerden ancak günler, haftalar, hatta aylar sonra haberdar olabildiği zamanlar için geçerliydi.

Haberleşmenin mikrofonlarla, kameralarla, telefonlarla, cep telefonları ile internetle sağlandığı ve bir hadisenin yaşandığı anda başka yerlerden de takip edilebildiği günümüzde her haber insanları etkiliyor.

Bu yüzden herhangi bir mahalde yaşanan küçük şiddetteki fırtınalar bile dünyaya yayılıp umuma mal olarak hisler, duygular, düşünceler üzerinde büyük tahribât yapıyor.

Yani, ruhlarda da şiddetli fırtınalar kopuyor.

Mevsim şartlarından doğan hızlı hava hareketlenişlerinin yanı sıra, insanlar üzerinde bıraktığı neticeler nazara alınarak ‘fırtına’ tabiriyle tavsif edilen ictimâî sıkıntılar, mâlî krizler, ekonomik darboğazlar, tabiî âfetler, salgın hastalıklar, savaş, saldırı, terör ve baskın gibi beşerî felâketler de hesaba katılacak olursa, âdeta fırtınasız gün geçmiyor.

Ama onca fırtınaya rağmen hayat devam ediyor.

***

Bu günlerde, fırtınalar mevsiminden geçiyor zaman.

İnsanların hislerini saran merak saikasının gittikçe daha zor tatmin olması, böyle mevsimlerde sık sık feci hadiseler yaşanması sebebiyle zamanın her ânı insan üzerinde farklı bir tesir icra ediyor.

Bu tesirin hepsi menfî değil elbette.

Bir süre devam edip dinecek, daha sonra da büsbütün unutulacak olan müthiş kasırgalara, azgın boralara, şiddetli fırtınalara aldırmayan ve mevsim vesilesiyle tabiata akseden San'at-ı İlâhînin tecellilerine bakıp temâşâ eden mütefekkir nazarlar da var.


“Kopar sonbahar tellerinden,
Derinden, derinden, derinden,
Biten yazla başlar keder mûsıkîsi.

Bu sahillerin seslenir her yerinden,
Derinden, derinden, derinden,
Hazin günlerin derbeder mûsıkîsi.”

Meselâ Yahya Kemal, Mevsimler şiirinde bu mısralarla ifade etmiş hazan mevsiminin zamana akseden seslerinin, rikkatli hisler üzerinde bıraktığı derin tesirleri.

Gerçi gelen mevsimde, giden yazın meşguliyetinin, zevkinin, bereketinin olmayacağını düşünen şair, mevcudâta hazin bir kederin ve hüznün hâkim olduğunu söylemiş.

Fakat bu hüznün ruha huzur verdiğini de ifade etmiş.

Tabiata hâkim olan İlâhî mûsıkîyi en güzel şekilde tegannî ettirmek için ince bir itina ile akort edilmiş envaî çeşit sazlardan müteşekkil mükemmel bir fasıl heyetinden çıkarcasına yükselen sözsüz seslerde kederin tesellisini, hüznün hazzını hissetmiş.

Şiirin devamında insanların, mevsim boyunca ‘Denizlerden ve dağlardan gelen hüzne kandık’larını söyleyen şair, bu vesile ile ‘Bulutların dağılacağını, baharın geleceğini hatırlatarak bir süre sonra tabiatta icra edilmeye başlanacak olan ‘Engin bir seher mûsıkîsinin duyulmasını’ sağlamaya çalışmış.

Zîra, her ne kadar bir yerlerde, bir başka şairin tabiriyle ‘son fırtına son dalı kırıyor’ da olsa, zaman bahara doğru gitmekte, mevcudât da kendini bahara hazırlamaktadır.

Zaten şairler şiirlerinde hazan mevsimini işlerken, yazarlar romanlarında, hikâyelerinde sonbaharın solgun renklerini, kırgın şekillerini tasvir ederken hep hazanın, zamanın bahara hazırlanma faslı olduğunu insanlara hatırlatma ihtiyacı hissederler.

Çünkü zamanın her ânının ve havanın her hareketinin, bir başka hakikati ihtar ettiği fırtınalar mevsimi olan hazan, aynı zamanda hayatın gerçeklerini hatırlama zamanıdır.

Hatırlama ve yaşamaya hazırlanma zamanı…

***

Hazanı hep zahirî hâliyle hatırlar insanlar.

Bu telâkkinin teşekkülünde, sonbaharı şiddetli fırtınaların önünde savrulan sarı yapraklarıyla, kuru dallarıyla, azgın selleriyle, taşkın sularıyla tasvir eden şairlerin ve yazarların tesiri büyüktür elbette.

Fakat yaygın söyleyişle sonbahar denen, halk arasında güz ayları olarak adlandırılan hazan mevsimi, sadece fırtınalarla geçen bir zaman akışından ibadet değildir.

Hatta bu isim, senenin dört mevsiminden birine münhasır da değildir. Günün, yılın, insan ömrünün ve kâinat hayatının da kendilerine has birer hazan zamanları vardır.

Ancak kâinatı ihata eden imanî bir nazarla bakıldığı takdirde idrak edilebilecek olan bu hakikati anlayabilmek için insanların, zamanın akışına gayb-âşinâ bir nazarla bakmaları gerekir.

O zaman, hep zahirî manzaralara müteveccih olan insan iradesi, göze akseden renklerin, şekillerin, hareketlerin cazibesinden kurtularak bâtındaki gaybî güzelliklerle hemhâl olabilir.

Ne var ki her insan, hususan zaman zaman edebî ilhamlara mazhar olan şairler ve yazarlar, böyle alenî denebilecek kadar âşikâr bir hakikati ilk bakışta görebilecekleri hâlde, hislerini şiirin cezbesine ve tasvirin hevesine kaptırdıklarından göremezler.

Dünyanın deverânı içinde, bazı muayyen vakitlerde hayatın tabiî işleyişine de aksederek zahirî hâle gelen o İlâhî hakikati, bu zamana kadar bir tek âlim müşahede edebilmiş.

Bediüzzaman Said Nursî.

Sadece müşahede etmekle kalmamış, namazın beş vakte tahsisi bahsinde ikindi namazının o vakitte kılınmasının hikmetlerini izah ederken, her seviyeden insanın anlayabileceği kadar âşikâr bir şekilde terennüm etmiş.

“Asr vakti ki, o vakit hem güz mevsim-i hazinânesini ve ihtiyarlık halet-i mahzunânesini ve âhir zaman mevsim-i elîmânesini andırır ve hatırlatır. Hem yevmî işlerin neticelenmesi zamanı, hem o günde mazhar olduğu sıhhat ve selâmet ve hayırlı hizmet gibi niam-ı İlâhiyenin bir yekûn-u azîm teşkil ettiği zaman, hem o koca güneşin ufûle meyletmesi işaretiyle insan bir misafir memur ve her şey geçici, bîkarar olduğunu ilân etmek zamanıdır.”

Bediüzzaman bu paragrafta, günün hazanı sayılan ikindi vaktinde eda edilen namazın, insana senenin güz mevsimini, ömrün ihtiyarlık yıllarını, kâinatın hayatının da ahir zamanını hatırlattığını söylemiş.

Bunu yaparken, hazan mevsiminde hissedilen hallerin ve vuku bulan hadiselerin insan ruhunda harekete geçirdiği ‘hazinâne, mahzunâne, elimâne’ duyguları da nazara vermiş.

Aslında iradeden ziyade hisse hitap eden bu gibi duygular, ruhta şiddetli fırtınalar koparacak, bediî hasselerin kırılıp dökülmesine sebep olacak ve insanı ye’se sürükleyecek kadar müessirdir.

Üstelik insan iradesi harekete geçerek kontrolü ele almadığı takdirde, bu hisler aklı mütemadiyen kendileri ile meşgul edecek ve bir bakıma hayatı çekilmez hâle getireceklerdir.

Onun için Bediüzzaman, insanın bu hissî handikaptan kurtulmasının yolunun, o vakitte ikindi namazını eda ederek günün bu mühim değişme zamanını, Allah’ın verdiği nimetlere şükür vesilesi yapmaktan geçtiğini hatırlatmış.

Tabi, hatırlamak isteyene.

***

“Her vakte bir bahane bulur bînamaz olan” demiş Yazıcı Raşid.

İnsan beşerî zaaflarla muzaaftır. Onun için kendisine yapılması elzem olan işler, ibadetler, hâller, hareketler hatırlatıldığı zaman nefsin, hissin, hevesin istediği istikamette bahane hazırlar.

Bu yüzden insanların ekserisi, diğer mühim zamanlar gibi ikindi vaktini de güzel haller taşıyıp hareketler yaparak güzelleştirmek yerine malayâni meşguliyetlerle heder etmeye meyyaldir.

Hâl böyle olunca, bazı insanlar bu hususta da yalnız kendini kandırmakla kalmazlar, bizzat söyleyerek veya dolaylı yollarla tesir ederek başkalarının da ilhadına sebep olurlar.

Aslında son derece mühim bir ibadet ve şükür zamanı olan ikindi vaktinin, dolayısı ile de hazan mevsiminin, fırtınalar zamanı veya hüzün zamanı sayılmasının sebebi de bu yanlış bakış açısıdır.

Halbuki Hazret-i Muâviye’nin (ra) “Ey insan, zaman sensin. Sen iyi olursan zaman da iyidir, eğer kötü isen zaman da kötüdür” şeklinde de ifade ettiği gibi âkil bir insanın yapması gereken şey, iyi olmak ve zamanı da iyileştirmektir.

Nitekim hazana, hocası Yahya Kemal’in nazarı ile bakan Tanpınar da Sonbahar şiirinde bu mevsimi hüzün zamanı saymış ve ölümün, kederin, elemin hayatı istilâ ettiğini düşünmüş.

Hayatını da bu minval üzere yaşamış.

Buna rağmen muhataplarına kendi kalplerini dinlemelerini, ufuklara bakmalarını, mevsimi inleten elemleri düşünmemelerini ve neşelerini rüzgâra vererek her tarafa yaymalarını tavsiye etmiş:


“Durgun havuzları işlesin, bırak
Yaprakların güneş ve ölüm rengi,
Sen kalbini dinle, ufuklara bak.

Düşünme mevsimi inleten hangi
Elemdir, mest etsin ruhumu yeter
Esen rüzgârların durgun âhengi.

Yan yana sessizce mevsimle keder
Hicranla aldanmış kalbimde gezsin
Esen rüzgâra sen neşeni ver.”
 
Yeni Asya

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.