Ey mü’minler! Şöyle duâ ediniz

Ey mü’minler! Şöyle duâ ediniz

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Bakara Suresi 284-286. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

284 . Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ındır. İçinizde olanı açıklasanız da onu gizleseniz de, Allah sizi onunla hesâba çeker.(1) Bununla berâber (O,) dilediği kimseyi (kendi lütfundan) bağışlar, dilediği kimseye de (hak ettiği için) azâb eder. Ve Allah, herşeye hakkıyla gücü yetendir.

285 . Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene îmân etti, mü’minler de! Hepsi Allah’a, meleklerine, kitablarına ve peygamberlerine: “Peygamberlerinden hiçbirinin arasında ayırım yapmayız” diye îmân ettiler(2) ve şöyle dediler: “İşittik ve itâat ettik! Rabbimiz! Mağfiretini dileriz; dönüş(ümüz) ancak sanadır!”

286 . Allah, kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef tutmaz. Kazandığı (iyilik) kendi lehine, işlediği (kötülük) de kendi aleyhinedir. (Ey mü’minler! Şöyle duâ ediniz:) “Rabbimiz! Eğer unutursak veya hatâ edersek, bizi mes’ûl tutma! Rabbimiz! Bizden öncekilere onu yüklediğin gibi, bize de ağır bir yük yükleme! Rabbimiz! Kendisine (dayanabilmek için) takatimiz olmayan şeyi de bize yükleme! Hem bizi affeyle!Ve bizi bağışla! Hem bize merhamet buyur! Sen bizim Mevlâmızsın; artık kâfirler topluluğuna karşı bize yardım eyle!”

1- Sahîh-i Müslim’de geçen bir rivâyete göre: “İçinizde olanı açıklasanız da onu gizleseniz de, Allah sizi onunla hesâba çeker” meâlindeki âyet nâzil olduğunda Sahâbe-i Kirâm (radıyallâhü anhüm ecmaîn) ciddî bir endîşeye düştüler. Huzûr-ı saâdete gelip: “Yâ Resûlallah! Namaz, oruç gibi tâkatimizin yettiği ibâdetlerle mükellef tutulduk. Hâlbuki şimdi bu âyet indi. Fakat bizim buna tâkatimiz yetmeyecek!” dediklerinde Resûl-i Ekrem (ASM): “Siz de evvelki ümmetlerin dediği gibi: ‘İşittik ve isyân ettik!’ mi diyeceksiniz? Siz: ‘İşittik ve itâat ettik; Rabbimiz! Mağfiretini dileriz; dönüş sanadır!’ deyin!” buyurdu.

Ashâb-ı Kirâm (radıyallâhü anhüm ecmaîn) da bunu tekrâra başladılar. Bunu okudukça dilleri yumuşadı, kalbleri sükûnet buldu. Bunun ardından اٰمَنََََ الرَّسُولُ âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Böyle teslîmiyetle duâ ve niyâza devâm ettiklerinden bir müddet sonra: “Allah, kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef tutmaz!” meâlindeki âyet-i kerîme nâzil oldu ve yukarıdaki âyetin hükmü kaldırıldı. (İbn-i Kesîr, c. 1, 257)

2- “Îmân, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdânî (birliği olan) hakîkattir ki, tefrik (ayırma) kabûl etmez ve öyle bir küllîdir ki, tecezzî (bölünme) kaldırmaz ve öyle bir külldür (bütündür) ki, kābil-i inkısâm (parçalanması mümkün) olmaz. Çünki her bir rükn-i îmânî (îman esâsı), kendini isbât eden hüccetleriyle (delilleriyle) sâir erkân-ı îmâniyeyi isbât eder. Her biri her birisine gāyet kuvvetli bir hüccet-i a‘zam (en büyük delil) olur. Öyle ise, bütün erkânı bütündelilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakîkat nazarında bir tek rüknü, belki bir hakîkatini ibtâl edip inkâr edemez.” (Şuâ‘lar, 11. Şuâ‘, 227)