İlim, Nefs ve Ene-5

Soru: Kur’anda Allah dostlarında keramet şeklinde olağan üstü haller olduğu Hz. Meryem (RA)[1] ve Hz. Süleyman’ın (AS) yanındaki âlim adam bahsinde[2] geçmektedir. Neden sahabelerde böyle maddi keramet görülmemiş? Demek ki, veli değiller.

El-Cevap: Haşa ve kella! Bilakis onlar hakiki velidirler. Keramet iki sınıftır:

a) Maddi kerametler.

b) Manevi kerametler...

Maddi kerâmet, nefsini öldüren her evliyada, onu arındıran her sahabe ve asfiyâda görünen İlâhî izzet ve iktidarın bir tecellisidir. Ki, Yunus sûresi 65. âyet evliyalık bahsinin hemen akabinde izzet bahsine girer. İşaret eder ki: “Allah dostlarında görünen bu izzet ve iktidar, İlâhî birer fiildir. O kula ait değil, onlarda gözükse de Allah'a aittir.[3] Bir musluktan akan suyun, musluğa ve boruya ait olmaması gibi evliyadan akan kudret suyu ve maddi keramet nuru da, o nurla yeşeren kalpler de ancak Allah'a aittir. Sahabelerden Temîm-i Dârî, Hz. Ömer, A’lâ bin Hadrami, Hz. Ebu Bekir, Ümmü Şerîk, Hubeyb bin Adiyy, Âsım bin Sâbit, Âmir bin Füheyre gibi tezkiye-i nefste ileri olanlarda bu keramet tarzı haller hem Resulullah (SAV) döneminde hem vefat-ı Nebeviye’den (ASM) sonra zaman zaman görülmüştür.[4]

Manevi keramet ise ene'si yani egosu ve benliği ile mücadele edip onu öldüren bazı hakiki evliyalarda, onun ifrat-tefritini kırıp onu Allah'a ayna haline getiren sahabeler ve asfiyalarda görünür. Bu keramet, İlâhî ulviyetin ilim ve hikmet sıfatları vasıtasıyla o sahabe ve asfiyanın akıl ve kalbinde âleme yansıması ve ışık saçmasıdır. Bir hadis-i şerif bu mazhariyetin alt yapısını şöyle haber verir: “Bir kul dünyâya karşı zâhid olduğu zaman Allah onun kalbinde hikmeti bitirir, diline hikmeti konuşturur, ona dünyanın ve nefsinin ayıplarını gösterir. Bir kardeşinizin zühd yolunu tuttuğunu görürseniz, ona yakınlaşın ve onu dinleyin! Çünkü ona artık, hikmet verilmiştir.[5]

Manevi kerametlerde Kur’an’ın ezelî-ebedî hakikatleri ve hikmetleri kişiye açılır. O kişinin dünyasında bütün iman hakikatleri inkişaf eder. Bu inkişaf ona daimi ve tahkikli bir iman seviyesi kazandırdığı için bu şeref ve keremi diğer insanlara da aktarabilir. Bu keramet, daimi ve külli keramettir. Buna mukabil maddi keramet ise, sünnetullaha zıt olduğu için istisnaidir. Bu yüzden bütün ehl-i velayet gerçek keramet olarak bu ilmi, hikmeti ve manevi kerameti kabul ederler. Hem asıl zor işin, bu manevi kerameti yaşamak olan, sırat-ı müstakim üzere bulunmak olduğunu ifade etmişlerdir.

Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi maddi ve kevni keramet, zâhirden hakikate geçme yolunda olan, kudsiyet ve izzet sıfatlarına aynalık kazanmaya başlayan küçük evliyada görünen teşvik ve iltifat gayeli birer ikramdır.[6] Tabir-i caizse maddi keramet, nefis köpeğine atılan bir kemik ve kedi yapılı nefislere yapılan bir okşama ve iltifat gibidir. Zavallı nefisler yolun sonunu göremedikleri için kemiğe ve iltifata takılır kalırlar.

Sahabelerde manevi keramet istisnasız her birinde olan bir hususiyettir. Sohbet-i Nebeviye (SAV) bu kerametin temellerinin atıldığı zemindir. Sahabeyi sahabe yapan sır da alabildiğine feyizli ve nurlu sohbet-i Nebeviye’dir (ASM) Fakat bu keramet-i ilmiye daha özelde sahabelerin âlimler ve ârifleri arasında daha yoğundur. Ubade b. Samit, Şeddad b. Evs, Sehl b. Sa’d, Abdullah b. Selam, Enes b. Mâlik (R. Anhum) gibi… En özelde ise Hulefa-i Râşidîn ev Aşere-i Mübeşşere’de daha ileridir. Fakat manevi keramette zirve nokta, Hz. Ali'dir (KV). Bu keramette zirve halinden ötürü ümmet ona şöyle der: “Kerramallâhu vechehu” (Allah onun zâtını, ruhunu, kereme ve manevi kerâmete mazhariyette ilerletsin!)

Hadisler bu manevi keramete mazhariyetin hakkıyla tahakkukunu Hz. Ali'ye bağlar: “Ene medînetü’l-ilmi fe aliyyün bâbüha[7] (Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır) ve “Ene dârü’l-hikmeti fe aliyyün bâbüha[8] (Ben hikmetin eviyim; Ali, onun kapısıdır.) İlim ve hikmet Hz. Ali (KVV) kapısından elde edilmiş. Manevi keramet sarayının kapıcısı, Hz. Ali (KV) olmuştur. Tıpkı maddi keramet ve izzet sarayının kapıcısı Abdülkadir-i Geylani (KS) Hz. leri olduğu gibi... Üstad Bediüzzaman bu meseleyi şu şekilde açar: “Abdülkadir-i Geylânî Fütuhü’l-Gayb kitabıyla bana bir üstad, bir mürşid, bir tabib oldu.[9] Hem der ki: “Ben, Ali’nin tilmiziyim.[10] Maddi kerametlere erişebilmek için sırr-ı ihlas olan îsar hasleti ile “nefsaniyetten tecerrüd” şart olduğu gibi manevi kerametlere erişebilmek için “şahsiyetten taarri (soyunma) ve enaniyetten teberri (uzaklaşma)” şarttır. Nefsinin desislerine yenilen veliler, Albdülkadir Geylani Hz.lerinin şefkat tokatlarını yediği gibi, şahsiyetçilik ve enaniyet yapan ilim ehilleri de İmam-ı Ali’nin (KV) manevi tokatlarına muhatap olur. Üstad Bediüzzaman kendi talebelerinin yediği bu iki grup şefkat tokatlarını kaleme alır ve şöyle der:

“Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (r.a.), o mucizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem'adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz.

Böyle mânevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz,

وَيُؤْثِرُونَ عَلٰۤى اَنْفُسِهِمْ[11]

sırrıyla ihlâs-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.”[12]

Zahîr, destek kuvvet manasında “mürşid-i kâmil” anlamında olup Abdülkadir-i Geylani (KS) Hz.lerini; üstad ise Hz. Ali’yi (KV) kastediyor.

Soru: Ene (ben) ve enaniyet (benlik) nasıl kendini gösterir? Onunla nasıl mücadele edilebilir? Onu öldürmek mi yoksa onu yaşatmak mı evlâdır?

El-Cevap: İnsanın nefsi nasıl ki kendini şehevî ve gadabî cephelerde gösteriyor. Öfke ve korkaklık, his boyutunda onun zuhur yerleridir. Aç gözlülük ve cimrilik, oburluk ve yememezlik, zina veya şehvetçe sönüklük nefsin fiziksel yönde belirtileridir. Aynen öyle de ene de kendini, konuşmalar ve susmalarda belli eder. Nefsin âleme açılan pencereleri, öfke ve şehvetse onun penceresi de konuşma ve susmadır. Bir sahih hadiste bu iki pencere şöyle açılır: “Bana iki dudak arası ve iki bacak konusunda harama girmeme garantisi verene ben de Cennet garantisi verebilirim.”[13]

Konuşma ve susma ene’nin; şehvet ve öfke ise, nefsin harama girme kapısıdır. Başka bir hadis ise dışa dönük birinin halini bildiriyor. Sahabeden Cabir bin Süleym (RA) der ki:

Mekke yıllarında, Resulullah (SAV) ile tanıştım. Bana hakkı tebliğ etti; ben de iman ettim. Sonra ‘Bana tavsiyede bulun’ dedim. Art arda üç defa tekrarladım. Bana her seferinde aynı cevabı verdi. “Kızma! Kızma! Kızma![14] Yine dışa dönük karakterde bir sahabenin yaşadığı bir hadise:

Harise es-Sadi (RA) der ki: “Resulullah’a (SAV) bana tavsiyede bulun’ dedim. Bunu art arda üç defa tekrarladım. Bana aynı cevabı verdi: ‘Sövme! Sövme! Sövme!’ Harise (RA) der ki: ‘Artık hiçbir koyuna bile sövmedim.’”[15] Nasıl ki öfke ve onun neticesinde olan sövme kişiyi mânen batırır. Aynen öyle de şehvet ve şehvetin aşırılığı neticesinde doğan korkaklık da kişiyi öyle batırır.

İçe dönük karakterli kişiler cimri ve pinti, şehvet düşkünü, korkak, tembel, acımasız, başkasını düşünmeden uzak, rahat düşkünü, hakkını söylemekten ve savunmaktan âciz, kendini ezdiren, daima iyimser bakmaya kendini zorlayan, sıkıştırıldığında veya hata yaptığında avukat gibi kendini aklayan, çok iyi laf evirip çeviren yapıdadırlar.

Dışa dönük karakterler ise, müsrif ve savurgan, öfke küpü, saldırgan, aceleci, aşırı şefkatli, kendini ve yakınlarını unutacak kadar diğergâm, zoru seven, en ufak hakkını feda etmeyen, “Her doğruyu her yerde söylerim” derken hakka zarar veren, kendini asla ezdirmeyen, başkasına zarar verince çöken, gerçekçi olacağım derken kötümser olup yeise düşen, kendini değil hakkı savunan, herşeyi doğrudan söyleyen bir yapıdadırlar.

Dışa dönük yapılı kişilerin irşadı ve ıslahı için Allah Resulü (SAV) şöyle bir formül söyler: “Allah'a ve Âhiret gününe iman eden ya hayır söylesin ya sussun.”[16] Yani kişinin söyleyeceği sözün doğru olması değil, hakka uygun olması, hikmetli olması ve şerre yol açmayacak yapıda olması gereklidir. Çünkü hakka uygun olmayan bir söz şerre ve fitneye yol açabilir. Birçok fitneler “Ben doğruluktan ayrılmam” kılığı altında görünen enaniyetin pisliğidir. Resulullah (SAV) ise diyor ki: “Sözün kesinlikle hayra yol açacaksa konuş!” İçe dönük yapılı kişilerin irşadı ve ıslahı içinse âyet-i kerime der: “Onlar Allah'ın kitaptan indirdiğini sakladılar, hakkı söylemediler; nefislerinin mal aşkı için Allah'ın âyetlerini sattılar.

Bu şerli konuşmalar ve şeytânî susmalar kıyamette Allah'ın lütufkâr, takdir ve iftihar dolu ebedî kelamıyla muhataplığı kişiye kaybettirir.[17] Allah’ın kelâmına mazhariyetin manevi haz ve zevki de ebedîdir. Bu İlâhî kelama erişme, Allah tarafından muhatap alınma, Onunla sohbet, içe dönük karakter için çok mühimdir. Çünkü onlar duyma-merkezli bir yapıdadırlar. Dışa dönük karakter için nasıl ki “görme” çok hayatî değere sahipse, içe dönük karakter için de “işitme” o kadar kıymetlidir. Dışa dönük karakterli Hz. Musa (AS), “İnneke künte bina basîra[18] (Hak bu ki Sen, Harun ve beni sonsuz bir özel görüşle gören Basîr’sin ) diye Rabbü’l-âlemîne duasında seslenirken içe dönük fıtratlı Hz. İbrahim (AS): “Rabbena tekabbe’l-minna! İnneke ente’s-semîu’l-alîm[19] (Ey Rabbimiz bunu bizden kabul et! Şüphe götürmez bir gerçek ki, Sen her birimizin duasını işitip kabul eden Semi’, içimizdeki niyetlerimizi bilen Alîm’sin.) diye Rabbü’l-âlemîn’e seslenir. Hem yine: “Elhamdü lillahillezi vehebe lî ale’l-kiberi İsmâile ve İshâk! İnne Rabbî le semîu’d-duâi[20] (Hamd ezelden ebede, ihtiyarlık vaktimde bana İsmail ve İshak’ı hibe etmesiyle bana Kendini özel olarak tanıtan Allah’a mahsustur. Gerçekten Rabbim benim duamı işiten ve kabul eden Semi’dir.) Yine içe dönük karakterli bir peygamber olan Hz. Zekeriya (AS) şöyle dua eder: “Rabbi heblî min ledünke zürriyyeten tayyibeten! İnneke semiu’d-duâi.”[21] (Rabbim! Bana katından tertemiz ruhlu bir zürriyet nasip et! Sen şüphesiz bir surette duaları işiten ve kabul eden Semi’sin.)

Dışa dönük karakterli kişilerin en baş manevi hastalığı “riya” ve gösteriş olduğu gibi, içe dönük karakterli kişilerin de en baş hastalığı egosantriklik olan “süm’a” dır. Yani işitilmek ve duyulmak… Dışa dönük karakterli kişiler eğer bu hastalıklarını aşarlarsa, “rü’yet” e ererler. Tûr Dağı’nda Allah’ın rü’yetini talep eden hak âşığı Hz. Musa’nı[22] (AS) tavrının derinliklerinde bu sır gizlidir. Hz. Musa (AS) “Benimle konuşman yeterli” diyemezdi. İç dönük karakterli kişiler eğer bu hastalıklarını aşarlarsa onlar da “sem’” i (duyulmayı, kabul edilmeyi ve İlâhî sohbeti) kazanırlar. Yani çeşit çeşit ilhamlarla sohbet-i İlâhiyeye mazhar olurlar. Her yaptığı duası kabul gören Hz. İbrahim (AS) gibi… Evet Allah’ın sohbetine ve kabulüne mazhariyet, Allah'a adanan ve bu adanmışlıkla sona eren bir hayatın, içe dönük karakterler için kazancını bildirir.

Rıza nazarı ise, Allah’a hayatını adayan dışa dönük karakterler içindir. Dışa dönükler için görme, görünme, gösterme, görsellik olmazsa olmaz bir hususiyettir. Tıpkı içe dönükler için duyma, duyurma, duyulma, takdir edilme, söz konusu edilmenin kıymetinin ebedî oluşu gibi... Hz. İbrahim (AS) içe dönük fıtratlı kişileri bir dili ve temsilcisi olarak der ki: “Vec’al lî lisâne sıdkın fl’l-âhirîn[23] (Benim için sonrakiler arasında bir doğruluk dili, hakikat ve sıdk ile anılma yolu var eyle, var kıl! Ben, ebediyyen sıdkım ve sıddıkiyetimle anılayım!) Kur’anın bu âyeti ne kadar ince ve ne kadar tatlı bir mu’cizedir! Nasıl da insan fıtratlarını ve ebedî arzularını ifşa ve deşifre ediyor! Hz. İbrâhim’in (AS) her duası gibi bu duası da kabul olur. Kur’an ebedî bir dil ile der: “Vezkur fi’l-kitâbi İbrâhim! İnnehu kâne sıddîkan nebiyya[24] (Kitapta İbrahim’i de zikret ve an! O, hakikaten sıddık ve nebi idi). Bu âyet-i kudsiye, bu fıtrî ve kudsi duanın ebedî kabulüdür.

Nefsini ve malını Allah’a satan ve adayan kişiler için söz konusu olan “tezkiye” ise hem içe dönük hem dışa dönük fıtratların ortak kazancıdır. Bununla beraber her insanda bulunan kalb ve nefs, dışa dönük fıtratlı olmaları, ruh ve ene içe dönük fıtratlı olmaları hasebiyle ayetteki müjdeler bir insanın iç dünyasındaki bir gelişim ve kazanç seyrini ifade ediyor denilebilir. Dışa dönük fıtratlı kişiler kalb ve nefs baskın yapılı sosyal bir karakteri ifade ederlerken, içe dönük fıtratlı kişiler ruh ve ene baskın yapılı münzevi bir karakteri sergilerler. Kemale ermiş her bir kişi, iki boyuta ait güzellik ve kemali Vâhidiyet ve Ehadiyet sırları ile kendi üzerlerinde gösterebilirler.

Bu çerçevelerde bakılırsa insan nefsi, arındığı zaman, kendindeki olumsuz duyguları ıslah olarak hakka hizmete bir vesile, bir “nefes-i rahmet” haline gelebilecek bir mahiyet kazanıp Kuddüs isminin bir aynası hâlini kesb edebiliyor. Aynen öyle de insanın “meziyetperest” şahsiyeti, “faziletperest” enaniyeti tezkiye edilip “şahs-ı manevi havuzu” nda veya “hakikat ummanı” nda eridiğinde Hakikati duyan ve duyuran makam-ı İsmail’e (AS) yükselip diliyle ehl-i beytinden başlayarak bütün insanlara hakikati duyurabilecek bir mahiyet kazanabiliyor, Rahman’ın vahyinin bir dili haline gelebiliyor, Ferd ismi ve Hüve zâmirinin feyzine ve nuruna ayna olabilecek kıvama yükselebiliyor. Bu açıdan şahsiyet ve enaniyetin tezkiyesi, tebriesi, ıslah edilmesi öldürülüp yok edilmesinden daha evladır ve sırr-ı hikmete daha muvafıktır. Nefsin olumsuz duyguları hak namına hizmet edebilecek hale gelebildiği gibi şahsiyet ve enaniyetin de olumsuz mahiyetli duyguları hak ve hakikat namına kullanılabilecek şekilde bir dönüşüm geçirebilmektedir. Medrese kökenli olup akabinde bir tekke şeyhine intisap eden Yunus Emre, Necmeddin-i Kübra, Hacı Bayram-ı Veli, Ebu’l-Vefa Hz.leri, Aziz Mahmud Hüdai Hz.leri ve emsali asfiyâda görüldüğü üzere…

Devam edecek

[1] Âl-i İmran sûresi, 37.

[2] Neml sûresi, 40.

[3] Enfal sûresi 17. âyet maddi kerâmet ve mucizeye delil olarak ve izah sadedinde der ki: “Felem tektulûhüm velâkinnallâhe katelehüm vemâ rameyte iz rameyte velâkinnallâhe remâ ve liyubliye’l-mü’minîne belâen hasenen innallâhe semîun alîm” (Bedir savaşında müşrikleri siz öldürmediniz, velakin onları Allah öldürdü. Attığın ve bütün müşriklerin gözlerine giren bir avuç toprağı da sen atmadın, velâkin Allah attı. Bunu Allah müminleri güzel bir bela ile imtihan için yaptı. Allah dualarınızı işitir, kalbinizden geçenleri bilir.)

[4] Sahabe hayatı hakkında yazılmış Tabakat kitaplarına bakınız.

[5] Deylemî, Hadis No: 6217.

[6] Emirdağ Lahikası-I, 52. Mektub… Söz Basım.

[7] Hâkim, Müstedrek.

[8] Sünen-i Tirmizî.

[9] Lem’alar, 26. Lem’a, 10. Rica.

[10] Mesnevi-i Nûriye, Badıllı Tercümesi, 722.

[11] “Başkalarının nefislerini kendi nefislerine tercih ederler.” (Haşir suresi, 9)

[12] Lem’alar, 21. Lem’a, 3. Düstur.

[13] Buhâri, Rikâk, 23.

[14] Buhâri, Edeb, 76.

[15] Bkz. Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe ve Hadislerle Müslümanlık.

[16] Sahih-i Müslim, Hadis No: 67.

[17] Rahman sûresi 60. âyetin bildirdiği üzere, “Bir amelin mükâfâtı o amelin cinsinden olur. İhsan edersen, ihsan görürsün.” Dilini Hakka hizmetkâr ettirenin, Allah da onun dilini mükâfatlandıracaktır.

[18] Bir dua eden için mühim olan duanın işitilmesi ve kabul edilmesidir. Bunu ifade eden ve bildiren isim ise Semi’ dir. Fakat Hz. Musa (AS), bir duasının son cümlesi olan bu âyette Semi’ değil de, Basîr ismini kullanması Onun fıtratını bildirmek içindir. Zâten fıtratının diliyle duasını yaptığı için duası kabul oldu, diye bir sonraki âyet ifade ediyor.

[19] Bakara sûresi, 127.

[20] İbrahim sûresi, 39.

[21] Âl-i İmran sûresi, 38.

[22] A’raf sûresi, 143.

[23] Şuara sûresi, 84.

[24] Meryem sûresi, 41.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum