Erdem AKÇA
Bilim ve Din Çelişemez. Çünkü…-5
B) Celal Şengör Bey, bir televizyon programında bir dinleyicinin sorusu üzerine, yeryüzünde olan bütün güzellik ve nimetlerin tesadüf eseri olduğunu iddia ediyor ve fikrinde de ısrar ediyor.
Celal Bey’in iddiasının sonsuz sayıda cevabı vardır. Bunlardan en külli ve kapsamlısı bizatihi fenlerin kendisi, sanat ve hukuktur.
Fen bilimlerinin bizzat kendisinin kâinatta tesadüf olmadığını bilakis İlâhî düzen ve kasdîliği bildirdiğini Said Nursi sorulan bir soruya cevaben şöyle izah eder: “Nev-i beşerin (insan türünün) havâs ve cevâsisi (duyguları ve casusları) hükmünde olan fünun-u ekvan (kâinat fenleri), istikrâ-i tâmme (tümevarım, endüksiyon) ile o nizamı keşfetmişlerdir. Çünkü her bir nev'e dair bir fen ya teşekkül etmiş veya etmeye kabildir. Her bir fen, külliyet-i kaide (kuralın evrenselliği) hasebiyle, kendi nev'indeki nazm ve intizamı (diziliş ve düzenliliği) gösteriyor. Zira her bir fen kavaid-i külliye desatirinden (evrensel kurallar denilen yasalardan) ibarettir. Demek, şahsın nazarı, nizamı ihata etmezse, cevâsis-i fünun (fen denilen casuslar) vasıtasıyla görür ki, insan-ı ekber, insan-ı asgar[1] gibi muntazamdır. Her bir şey, hikmet üzere vaz edilmiştir. Faidesiz, abes yoktur.”[2]
Bu manada her bir fen, kâinatta keşfettiği her bir kanun ile tesadüf ihtimalini kesinkes reddettiği gibi Allah’ın varlığının, birliğinin, İlahî ilim-irade ve kudretinin en büyük delilidir. Jeoloji biliminin her bir kanunu da Allah’ın sonsuz ilim ve iradesini, mutlak hikmet ve kudretini gösteren ve tesadüfü reddeden bir delildir. İsterse Celal Bey inkâr etsin…
Sanat ise, bir güzellik ve manayı gösterme gayesiyle yapılması, her bir sanat eserinin ruhu manasında bir “tema” sı ve “stil” sahibi olması, tabiattaki her bir sanatlı nesnenin estetik kaygıyı gösterecek şekilde bir “Altın Oran” içermesi, bu oranın olmadığı yerde güzel görüntü oluşamaması, kâinattaki her doğal nesnede bir güzellik görüntüsünün olması sanatın olduğu bir yerde tesadüfün imkânsız olduğunu bildiriyor. Düzen ve gayenin varlığını değil akıllara gözlere dahi gösteriyor. Kur’an çok açık ve net bir şekilde yaratılış ve sanatın ayrı olamayacağını, canlı-cansız, büyük-küçük her bir nesnenin birer sanat eseri olduğunu bildirir.[3] Taşların rengarenk iç desenleri ile Satürn’ün halkaları cansızlarda makro ve mikro planda sanatı gösterdiği gibi bir maydanoz bir çınardan, bir mavi alg bir sarmaşıktan, bir sinek bir kartaldan, bir hamsi bir balinadan, bir solucan bir yılandan sanatça geri değildir; belki daha ileridir. Bu simetrik ve mikro-makro içerikli çeşit çeşit sanatlar kendi türlerinde İlahî iradeyi, estetik kaygıyı ve tesadüfün imkânsızlığını gözü olana gösteriyor, aklı olana bildiriyorlar.
Hukuk ise, suçlara verdiği her bir ceza, masumlara verdiği her bir berat kararıyla tesadüfün olmadığına delil olduğu gibi, öfke patlaması veya su-i kasd ile işlenen aynı suçta su-i kasda daha çok ceza vermesiyle de irade ve kasdîliğin varlığını insan türünde gösteriyor.
Evet, kendindeki imkânlarla başkasını zenginleştirenin fakir olması, başkasını bir ilimde derinleştiren kişinin o konuda câhil olması, başkasını aydınlatanın kendisinin ışıksız olması mümkün olmadığı gibi, insana geçmiş-gelecek algısı, hakikat ve zaman üstü düşünce ufku verenin Bâki olmaması, insana irade ve ihtiyar verenin İradesiz olması asla mümkün değildir. Gözle görüldüğü üzere yeryüzünde ve kâinatta insandan başka hakikat algısı, zaman-üstü ufuk ve hür irade sahibi bir varlık görünmemesi gösterir ki, insana bu özellikleri bahşeden tabiat ve tesadüfler değil. Onu bu sonsuz kıymetli cevherlerle donatan, kâinat ve içindekilere benzemekten münezzeh olan Allah’tır.
Evet, insan türü işlediği her bir şer ve kötülük ile Onun iradeyle donattığı özel bir sanatı olduğunu gösterdiği gibi, işlediği her bir hayırla da Onun yeryüzündeki halifesi olduğunu gösteriyor. Bu perspektiften bakılınca kâinattaki güzellikler ve nimetler, insanı iradeyle hür kılan Allah’ın kasdî olarak insanların istifadesine sunduğu bir ihsan ve ikramıdır. Ekolojik dünya, canlılar âlemi için Rahman’ın bir ziyafet sofrasıdır. Yeryüzü ve kâinattaki her türlü istifade imkânı şuurlu ve şuursuz canlılığın varlığıyla hak ettiği, hayatî haklarıdır. Bu ontolojik, biyolojik ve dinî yönleriyle hukuk, tesadüfün varlığını reddedip Allah’ın varlığını bildiren en güçlü bir delil olduğu gibi, Ebedî Cehennem ve Sonsuz Cennet hayatının de varlığını gösteren en büyük bir teleskoptur. Evet ücret, emek sahibinin hakkı olduğu gibi, ceza da cürüm işleyenin istihkakıdır. Yüzlerce âyette vurgulandığı gibi Cennet, bir ecr-i azîm; Cehennem ise, bir adâlet-i İlâhiye ve cezâ-yı ameldir.[4] Cehennem hapishanesini reddetmek ve yokluğunu savunmak, 40 aileyi babasız ve perişan eden seri katilleri desteklemek olduğu gibi Cennet’in yokluğunu iddia etmek de zalimlerin mağdur ettiği mazlum kadınları ve çocuklarını ezmek; o zâlimlerin zulmüne ve ateşine ortak olmak demektir.
Demek dünya ve içindeki hiç bir şey bir tesadüf eseri olmadığı gibi; Cennet ve ebedî hayat da, Celal Şengör’ün iddia ettiği gibi boş bir ümit değildir. Cehennem ve ebedî hapsi, dindarların bir avuntusu değil ontolojik, psikolojik, adlî ve hukukî gerekçeleri ve dayanakları olan sabit ve evrensel hakikatlerdir. Fenler, hukuk ve sanat gibi binlerce yönün verdiği kesinlik ve sebep-sonuç bağlarından dolayı Said Nursi: “Madem dünya var. Ve dünya içinde bu âsârıyla (eserleri ve izleriyle) hikmet ve inâyet ve rahmet ve adalet var. Elbette, dünyanın vücudu (varlığı) gibi kat'î olarak, âhiret de var” der.[5]
[1] İnsan-ı ekber, makrokozmos; insan-ı asgar, mikro-kozmos manasında kâinatın tamamını ve insanın her bir ferdini içine alan İlâhî düzeni ifade etmek için kullanılan tasavvufî ve felsefi, temelde Kur’anî bir tabirdir. Kâinat bir hakikat ağacı, insan ise onun bilinçli meyvesidir.
[2] Mesnevi-i Nuriye, Nokta Risalesi, 2. Bürhan.
[3] “Sun’allâhillezi etkane külle şey” (Allah’ın sanatı, her bir şeyi kıymetli ve sağlam yaratmakla tanınır ve görünür.) (Neml suresi, 88) Ne kadar ilginçtir ki, Neml suresinin bu âyetin baş tarafı jeoloji sahasında İlâhî sanat ve tekniği örnek gösterir: “Dağlar ve dolayısıyla karalar, gözlere sabit görünse de hakikatte aynen bir bulut gibi magma tabakası üzerinde hareket halindedir” der.
[4] Nisa suresi, 67 ve Tûr suresi, 16.
[5] Sözler, 10. Söz, 10. Hakikat.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.