Duaların ve tefekkürün sırrını anlamada kuantumla açılan pencere

Prof. Dr. Osman Çakmak’ın yazısı:

Bir hikaye anlatılır. Adamın birisi sorup duruyormuş. “Kimim ben, bu hal neyin nesi?" deyip sorularına cevap arıyormuş. Her nasılsa, bir türlü tatmin edici cevap bulamıyormuş aradığı sorulara. Birçoğu bu sorulara dudak büküp geçiştiriyormuş. Ya da boş ve anlamsız gözlerle dinlemişler. Yahut da dinliyor görünmüşler. Çünkü onlara göre anlamlı sorular değilmiş. Kimisine göre ise bunlar düşünmeye bile değmezmiş.

Nihayet günün birinde uzak bir beldeye uğramış yolu adamın.  Aynı soruları oradaki insanlara yöneltmiş. Yine bilindik sorularını yöneltmiş onlara: Kainat bizden ne istiyor? Varlığın sırrı nedir? Tabiatta bu olup biten faaliyetler ve güzellikler karşısında bize düşen görev var mıdır? O civarda dağda yalnız başına yaşayan birisini tavsiye etmişler. “Senin sorularına verse verse o cevap verir” demişler. Adam yola koyulmuş ve o garip kişiyi bulmuş. Aynı soruları sormuş.

İhtiyar, bir süre sakalını ovuşturmuş ve ona bir kaşık dolusu su vermiş. “Hadi” demiş. “Şimdi git, şu kulübemin önündeki alanda iki tur at, yalnız bu kaşıktan bir damla yere dökmemeye dikkat et. Cevabını geldiğinde veririm.”

Adam pür dikkat... İçi su dolu kaşıkla bahçeyi dolaşmaya başlamış. “Aman ha, sakın ha,” diyormuş sürekli kendine. Gerçekten de kaşıktaki suyu hiç eksiltmeden geri dönmüş. ”İşte geldim, bak bakalım eksilme var mı? Suyu dökmemek için çok dikkat ettim.”

O garip insan, bu kez “Hadi, şimdi tekrar kulübenin önündeki bahçeye git ve orada neler var? Gördüklerini bana anlat” demiş. Adam bahçeyi bir uçtan öbür uca gezmiş; neler görmüş neler!.. Emsalini daha önce görmediği envai çeşit bitkiler, çeşit çeşit meyve ağaçları, türlü türlü çiçekler; değişik kuşlar, uçuşan kelebekler, az ileride aşağıda hafif hafif esen rüzgarla salınan ve dalgalanan ekinler, her tarafta eşsiz bir ahenk ve armoni dikkatini çekmiş. Önceki turunda bu muhteşem güzelliği, büyüleyici ve insanı mest eden manzarayı, havayı fark edemediğine şaşırmış kalmış. Döndükten sonra gördüklerini tek tek anlatmış. Adamı sonuna kadar dinleyen garip insan şu ibretli sözleri söylemiş:

“Ya sadece küçücük bir damla için ömrümüzü heba ederiz, sermayemiz olan ömrümüzü boş yere tüketiriz ya da her şeyde, her olaydaki güzellikleri, hikmetleri fark ederek yaşarız. Önemli olan varlığın kendilerini değil, onların bizlere aksettirdikleri manalarıdır. Bakmayı bildiğimiz zaman, her şey bir ibret levhası, hakikat habercisi haline gelir. Çoğu insan bu bakışa sahip olmadığından sahte bir benliğin esiri olarak, bir kaşık suya o koca dünyasını hasreder ve ömrünü faydasız tüketir. Öyleyse varlığın sırrı, bu bakışlarımızda ve niyetlerimizde gizlidir evlat” demiş.

Konuya bu hikaye ile giriş yapmamın sebebi, insan zihin ve düşüncesi ile  kainat arasındaki bağı-ilgiyi deneysel olarak ortaya çıkaran Kuantum biliminin açtığı pencereden tefekkür, niyet ve doğru  bakış açısı kazanmanın  önemine dikkat çekmekti. Acaba kainatı yutabilen yeteneklere sahip olduğumuz halde; koskoca dünyamızı bir kaşık suda mı boğuyoruz? Alemin isteğimize-niyetlerimize cevap verecek şekilde yaratılmış olduğunun ne kadar farkında bir hayat sürüyoruz? Dahası kainatın ibadetlerini kendi ibadetimize dahil olmanın sırrına vakıf mıyız?

Kur'an’da “duanız olmazsa ne öneminiz var” buyrulur. Duası çok ve içtenliği (ihlası) yüksek birisi miyiz? Şimdi kuantum bilimi ile daha açık görüyoruz ki kainat ve uzay boşluğu  boş olmayıp, “canlı” bir yapıya sahip ve her şey her şeyle birbirine bağlı bulunuyor. Birimizin zihni ve diğerlerinden bağımsız değil.  Bakış ve niyetimizle  kainatı adeta mayalayabilir bir öze ve özelliğe sahibiz. 

Bu hikayeyi okuyunca, Bediüzzaman hazretlerinin Mesnevi Nuriye eserinde geçen şu sözü hatırıma gelir. “Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelimeyle dört kelâm öğrendim; tafsilen beyan edilecektir. Burada, yalnız icmalen işaret edilecektir. Kelimelerden maksat, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet, nazar’dır. Şöyle ki: Cenab-ı Hakkın mâsivâsına, yani kâinata mânâ-yı harfiyle ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mânâ-yı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatâdır.”

Kuantum ve Düşünce Dünyamız

Kuantum bilimi göstermektedir ki, topyekün kainat ve içindekiler insanın niyet ve düşüncesinden etkilenmektedir. İnsan niyet ve düşüncesinin varlığı-kainatı etkilemesi ile ilgili  sonuçları  etraflıca tartışmış ve ibadet, dua ve eğitimle  bağlantılarını (örneğin insanın emanet-i kübra hamili ve halife-i arz olması sırları ile) ele almış değiliz henüz.

Yukarıda yer alan hikayede her şeyin hakikatını merak eden adam, “Kainat karşısında vazifemiz nedir?” sorusunu yöneltiyordu. Hayatın her lahzasının anlamlı hale gelmesinin sırrı bakışımızda ve niyetlerimizde gizli görünüyor. Nitekim Üstad Bediüzzaman, bu gerçeğe “niyet kömürü elmasa, elması da kömüre kalbeder” sözü ile dikkat çeker.

Böylesine bizi kuşatan ilahi nimetlere karşı cüzi ve sınırlı ibadetimiz elbette kafi gelmeyecektir. Ancak kuantum penceresinden olaya baktığımızda karşımızda engin bir kainat çıkıyor karşımıza. Şöyleki zihinle etkileşebilen yeni kainat tablosu bize niyetleri kuşatıcı ve kapsayı hale getirmektedir;   kainat ve içindekilerin  ibadetlerini kendi ibadetimize dahil edebileceğimizi söylüyor yeni ortaya çıkarılan gerçekler.    

Niyet ve Nazarın Kuşatıcılığı

Kuantumun en şaşırtıcı yanlarından birisi gözlemcinin-insanın kendisinin de olayın bir parçası haline gelmesiydi. Atom fiziği, işin içine insan şuuruna yer vermeden kainat hakkında konuşamayacağımızı açık bir biçimde ortaya koymuştu. “Çift yarık deneyi” atom parçacıklarının aynı zamanda “dalga” yapısında olduğunu gösteren bir buluştu. Madde ve enerjinin aynı zamanda “dalga” yapısı bazı manevi sırları daha iyi anlamamıza kapı açıyor. Örneğin aynı frekans ve fazda olan dalgalar üstüste gelip-birleşiyorlar. Ters fazda olanlar ise birbirini götürüyorlar.  Dalgaların bu özelliği,  müsbet düşünce ve  niyetlerin  niçin yapıcı ve sinerjik etki gösterdiğini; negatif olanların ise  alemde niçin yıkıcı etki bıraktığını anlamamıza ışık tutuyor. Yine dalgaların bu özelliği şahs-ı manevideki güç  ve cemaat sırrı için de açıklayıcı olabilir. Hatta  Kuantum özellikleri sayesinde “iştirak-ı ameli uhrevi” denilen manevi şirket sırrı da -birisinin kazandığı sevabın herkesin hanesine yazılması-sırrı da açıklanabilir/anlaşılabilir hale gelmektedir.

Üstad Bediüzzaman, aynı hedefe ve niyete/inanca sahip iki kişinin on bir, üç kişinin ise yüz on bir değerinde olduğunu ifade eder. Bu sırdan hareketle, cemaatle yapılan ibadetlerin, Hac ve Cuma gibi topluca ibadetlerin neden çok daha fazla sevap meyveleri verdiği daha kolay anlaşılabilir.   

Işınların “lazer” özelliği de  bu konuda açıklayıcı sonuçlar vermektedir. Normal ışınların her biri (föton) farklı yönlerde hareket eden vektör olarak nitelenir. Her biri farklı yönde ışın vektörlerini aynı yöne çevirdiğimizde ve aynı frekansta titreşen ışın demetleri haline getirdiğimizde karşımıza olağanüstü güçteki “lazer” ışınları çıkacaktır. Lazer ışınlarındaki olağanüstü etki ve gücü biliyoruz.

Normal ışınları farklı düşünen ve hedefleri olmayan bir topluluğa benzetirsek, lazer ışınları ise, hedefleri aynılaşmış şahs-ı manevi sırrına örnek olabilir. Cemaat halinde külliyet ve ve devam kesbeden dua ve ibadetlerin kabulü ve ortaya çıkan güç bu sır ile ilgili olabilir. Çünkü, düşüncenin kuantum özelliği ve ışınlarla düşüncenin benzer yasalara tabi olması, hakikatın böyle olacağına dair işaretler vermektedir.

Düşüncenin madde üzerine etkisini ortaya koyan birçok gözlemler bulunur. En çok anlatılanlardan birisi de Japon Masaro’nun su üzerine yaptığı deneylerdir. Takdir ve sevgi gören, dua edilen su daha güzel ve düzgün kristal desenleri oluşturmaktadır. Halbuki kin nefret ve aşağılama sözleri dinletilen su örnekleri, kristal değil, amorf ve bozulmuş yapılar ortaya koymaktadır. Sevgi ve ilgi gören saksı bitkilerinin daha gür ve canlı hale geldiğine dair çoğumuzun müşahedeleri bulunmaktadır.

Tüm bu deneme sonuçları,  fıtratta-yaratılışta  hakim olanın hayır, hak, nizam, nezafet, ihsan, lütüf olduğu daha iyi görülmüyor mu?  İslam’ın fıtrat dini olduğu bu tecrübelerle de teyit edilmektedir. Sonuç olarak, kötü duygu ve yanlış inançlar, şahsın aleminde olduğu kadar, kainatta-çevrede de zehirleyici ve yıkıcı etkiler bırakmaktadır. Özellikle, hava-atmosfer, moleküler yapısı ile düşünce ve niyetlere doğrudan açık nano sistemlerdir. Dolayısıyla iklim ve hava durumunun insanın   inanç ve düşünceleri ile doğrudan bağlantısı olabilir. Başımıza gelen umumi bela ve musibetlerin de…

Kin, nefret haset duyguları ve inançsızlık bu “kurulu  ilahi düzeni” yıkıcı-bozucu  etkide bulunmaktadır..  Haset, düşmanlık, kin, kıskançlık,  riya-gösteriş vd menfi duygu ve fiiller günah addedilmesini  onların    insanın kendi dünyasındaki tahribatı  yanında  evrendeki düzeni bozucu etkisinden  kolayca anlayabiliriz. Menfi düşünce ve niyet taşıyan, etrafa inançsızlık yada ahlaksız fikirler yayan bir kişinin, etrafa atom bombası ile radyasyon; yahut kimyasal bomba ile zehirli madde yayan birisinden farkı olmayacaktır. Unutmayalım ki, insan düşünce ve duygu  dünyası ile etrafa sürekli neşriyat yapan tv ve radyo yayın vericisi gibidir. Her şey bizim evrene bakış açımızla ilgili olduğuna göre, bizim görüş mesafemiz ve ufkumuz ne kadar hakka müteveccih ve doğru istikamette ise, güzellikler alemimize ve aleme yansıyacaktır. O halde fert olduğumuza değil, kainatla bütünleşen zihin dünyamızın zenginliğine, dua ve hizmetlerimizin çapına bakacağız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum