Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Dua nasıl bir ibadettir?

Gençlerle olan sohbetlerimizde Cenab-ı Allah'ın affının genişliğinden sonra, en çok mevzu edilen konu, dua ile ilgili birtakım sualler oluyor. Hem kolaylığı hem de biraz da alışkanlıktan bizlerden en çok istenen de dua değil midir? Fakat görebildiğim kadarıyla dua konusu, biraz eksik anlaşılıyor ve anlatılıyor. Bazı kişi ya da vakitlere mahsus rivayetler ise, umumileştirilerek nakledilip beklenen neticede alınamayınca, bazı tereddütler ya da rivayetlere karşı toptan bir inkâr meyli uyanıyor. 

Üzerinde emeğimiz de olan öğretmen bir kardeş, "Abi bu konuda bir yazı yazabilir misiniz?" demişti geçenlerde. Yine meşhur hocalarımızdan birkaçının, yangın söndürme ile ilgili dua tavsiyesi üzerine, dua ile ilgili ileri geri epeyce konuşmalar oldu bu konuda. Anlaşıldı ki başta bu âciz, bu konuda tâlime ihtiyacımız var.

Başta Furkan Suresinin son âyeti ile Rabbimizin bize duamız sayesinde ehemmiyet verdiğini, Mü'min Suresinin 60. Âyetinde geçen "Dua edin icabet edeyim." emr-i İâhisiyle bildirdiği, dualarımıza cevap vermesinden de duamızın O'nun katında büyük bir ehemmiyeti olduğunu anlıyoruz. 

Nerede, nasıl dua edileceğinden çok, dualarımıza bu ehemmiyeti kazandıran sırrı, mânayı çözmek, yani anlamaya çalışmak gerekir öncelikle. Bu sır çözülüp anlaşılmadan ne duanın âdabının ne de sözlerinin bir önemi var. Çünkü yaptığın işin farkında değilsin o zaman. Halbuki hocalarımız duanın bu yönüne ya hiç girmiyor veya anlattıkları yeterli olmuyor. Böyle olunca hem duanın kendisi hem de neticesi tartışmalara medar oluyor.Kasıtlı olanları bir kenara koyarsak, en azından bu mahiyetin daha iyi anlaşılması icin, hutbelerde özetle yer verilmesi gerekir diye düşünüyorum. 

Evvelâ, hadîsin beyanı ile sabit ki dua, ibadetin kendisidir. Yani dua, namaz gibi bir ibadettir. Üstad hazretleri "Ubudiyetin ruhu hükmündedir." buyuruyor. Rize dersi mesaj grubunda paylaşılmıştı. Üstadın eski talebelerinden Molla  Hamit, Emirdağ'ında üstadı ziyarete geliyor. Sohbet esnasında sorar: 

"Seyda sen İhlas Risalesinin başına laakal (en az) 15 günde bir defa okunmalı yazmışsın. Salavat değil, evrad değil, ezkâr değil, dua değil. Ne hikmeti var ki tekrar ettiriyorsun?" demiş. Üstad da ona:

"Keçeli salavat da olsa evrad, ezkâr, dua da olsa eğer ihlassız ise, ruhsuz ceset gibidir. Ruhsuz ceset ne işe yarar? Bütün ibadetlerin başı, mâyesi ihlastır."der. 

İşte duanın ibadetin başı olmasının sırrı da burada saklı. İbadetlerde olduğu gibi dua da hâlisiyet istiyor. Eğer duada tecelli eden "hâlis tevhidin genişliğine ve bu tevhidin gösterdiği iman nurunun" halavet (tatlılık) ve sâfiliğine (berraklığına) vakıf değilsen, ettiğin duadan haberin yoktur o zaman. 

Bunu da "İstediğimizi kime arz ediyoruz, bunu Kimden istiyoruz ve niçin O'ndan istiyoruz?suallerinin cevapları ile anlayabiliriz ancak. Hani günlük hayatımızda birinden bir istekte bulunurken, tereddüt geçirmediğimiz zamanlar olur. İşte duada ilk şart, bu tereddüdün olmaması. Ne istiyorsan, her şeyin sahibinden, her kalbin elinde olduğu Zâttan istiyorsun. Bunda tereddüt olur mu? Kesin kabul olacak. Hâlis tevhidin genişliği, bunu istiyor zaten. 

Duada bir diğer ruh ise, âcizligini ve fakirliğini itiraf yatıyor. Gücün yetmiyor, elinde yok ki istiyorsun. İşte ibadet de zaten bu iki yönünü görüp anlamak ve bunu ilân etmek değil miydi? O âcizlik ve fakirliğini görüp anladığının en iyi zaman ve hâli duada olduğu için dua, ibadetin ruhu sayılıyor. Çünkü duada gurur, kibir, enaniyet, gösteriş olmaz. Namazda bunların eseri olabilir belki. Onun için iman nurunun halavet ve sâfîliğini duada daha net görüyoruz ve anlıyoruz.

Elini açtın, elinden önce aklını, gönlünü Rabbine verdin; en güzel vakitlerden birini veya birkaçını seçtin. Önce zikir, hamd ve kabulü kesin olan salavatını dile getirdin.Esma-i İlâhiyeyi vesile ederek, en az üç defa olmak üzere Rabb'inden iste. İstemekten usanma, vazgeçme. Sen onu görmesen de O seni görüyor ve duyuyor. Sen O'nu unutsan da O seni unutmuyor  Bunu unutma.

Niyazının içinde, gurur ve  kibrin, enaniyet ve şahsiyetin kaybolsun. Daha önemlisi, duan ve niyazın külliyet kesbederek devam etsin. Bazen gözyaşın, kısık sesini boğsun. Bazen pişmanlık ateşi sesini kavursun. Bazen de ümit ve af tecellisi kalbine dolsun ve doğsun. Bunları görüp yaşayacaksın, aksi mümkün değil.

Küçük büyük, az çok kabul şartları yerine gelmiş bir dua, mutlaka mukabele görecek. Yanıldığımız nokta nedir, biliyor musunuz? İsra Suresinin 11. Âyetinde buyurulduğu gibi "Şerri de hayrı da aceleci bir şekilde istemekte." Acelecilik bazen iyi ve güzeldir. Fakat her yerde değil. Bak, Rabbimiz bildiriyor. Aceleciliğimizden, bazen şerri bile isteyebiliyoruz. Peki bu isteğimiz de kabul ediliyor mu? Evet, kabul ediliyor. Nasıl yani? Şer, verilmeyerek kabul ediliyor. Bu da bir kabul şekli. İstediğimizin ya daha iyisini veya aynını vererek veya da senin isteğin senin hakkında şer olduğu için hiç verilmeyerek kabulü yapılıyor. Daha iyisi ne olabilir? Sen dünyada geçici mesken ve burak istiyorsun. İstediğin ebedî hayat adına kaydedilip en faydalı şekilde  veriliyor. Ebedî saadetteki küçük kulübe, dünyanın saraylarına değiştirilmez mi? Kulübe ama ebedî.  Birkaç sene barınmak için değil yani. 

Duaların kabulünün bir delili de kâinattan yükselen duaların kabul edilmesidir. Mideler acıkıyor, sofralarla karşılık veriyor. Fıtrat duası reddedilmiyor  Toprakta çürümeye râzı tohumların ağaç olma istekleri reddedilmiyor. istidatlar, sümbülleniyor. İhtiyaç sahiplerine ise, elleri ve güçlerinin uzanamayacağı en ummadıkları yerlerden ikramlar yapılıyor. İmtihan dünyasında hikmet işliyor. Neticeler, sebeplere takılmış. Evlenmeden çocuk, çift sürmeden yemek yok. Sebeplerin olmadığı Kudret dairesinde, sebepler de kalkacak.

Derslere katılmamız, okumalarımız, bu yazıyı yazışımız, sizin okumanız da ibadettir ve niyazlarımız, hatta dualarımız da bir duadır. Neyin duası? Kabre imanla girebilmenin fiili duaları. Aklı, gözü, ruh ve insaniyetimiz gibi onlarca nimeti bu dünyada ikram eden Rabbimiz, bu ikramlara ebedî âlemde cenneti de ilave edecek. Bizim yaptıklarımız o cennetteki derecelerimizin tespit ve tayini durumunda. 

Dua ibadetin ruhudur, deniliyorsa; ibadet de Allah için olduğuna göre, dua da O'nun rızası için olmalı. Duanın da ruhu, ihlas yani. Dönüp dolaşıp ihlasa geldik. O zaman yangında da yağmursuzlukta da yöneliş ve niyazımız sadece Allah'a yapılır, kabulü  O'na bırakılır. Hikmet, bilgi, güzellik O'ndadır. Kusur ve noksan görüyorsak, onlar bize aittir. O'na kusur uzanamaz. Yangın duası varsa, onun takdim zamanı yangınların olduğu zamandır. Yangınlar olduğuna göre o duayı yapacağız. Ama yangını söndürecek olan o dua değil. Yangın sadece duanın vakti. Dua ibadet, hatta İbadetin ruhu olduğuna göre onun neticesi de dünyada beklenmez. Sonuç olsa, yangın sönse, ne âlâ. Sönmezse dua kabul edilmedi denilmeyecek. Bu sırrı anladığımız an, zaten meseleyi çözmüşüz demektir.

Nurlarda üstad, keşfiyatlar için de dua neticesidir buyuruyor. Çünkü istidatlarını kullanan, laboratuvarlarda sabahlayan, şartlarını yerine getiren altı bin mühendisle sabahlayan insanlar medeniyet harikası dediğimiz alet ve araçları beşere hediyeye vesile oluyorlar. Yani duaları daima makbul oluyor. Dua bizden kabul Rabbimizden.

Evet dostlar, uzun ve ağır bir mevzuyu bizim gibi nâehil, bu kadar anlatabilir. Anlatabilir derken öğrendiğini, anladıklarını böyle nakledilebilir, demek istiyorum. İsmen ve gıyabında duanın çok ehemmiyetli olduğunu, çünkü bize göre gaypta olan kardeşimiz için temiz bir ağız olduğumuzu hatırlatarak, sadece hizmette istihdamımız için dualarınızda bu fakire de yer vermenizi istirham ediyoruz.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum