Cihanın sevgilisine selâm olsun

O’nun sevgisi etrafında toplanacağımız, gönüllerimizi Nûr-i Muhammedî ile aydınlatacığımız, O’nun sevgi pınarından kana kana içeceğimiz kutlu gün… Mevlîd-i Nebî…14 Şubat Pazartesi günü akşamı ruhlarımızda O’nun sevgisi, damarlarımızda O’nun heyecanı ağır basacak inşâallah…
O gün, sözüm ona “sevgililer günü”ymüş. Gayr-i meşrû’ hayatı özendiren, flört illetini beşerin başına musallat eden bu habis ruhun kurduğu tuzaklar, semâvî ve Nebevî muhabbetin nuruyla yok olmaya mahkûmdur. O sevgililer sevgilisinin varlık âlemini şereflendirdiği, onurlandırdığı böyle bir günde tüm sevgiler, sevenlerin sevgileri O’na feda olsun gönüller dolusu selam eşliğinde…
O olmasaydı; sevgi nedir, muhabbet nedir, nasıl ve kim adına sevilir, kimler sevilir, bunu nereden bilecektik? O değil mi bize sevgiyi, sevmeyi öğreten? Kinden, nefretten, kıskançlıktan uzak kalmayı öğütleyen?

Kapitalizmin uydurduğu ve tüketim çılgınlığına endeksli bir gün, insan kalbini tatmin edebilir mi? Sadece nefis odaklı, taklit amaçlı, yapmacık ve zoraki sevgiler, insan fıtratını doyurabilir mi?
Elbette seveceğiz, sevileceğiz. Çok özel sevdiklerimiz olabilir. Ama sevgi sonsuzluk ister, süreklilik arzular, fedakârlık, sadakat ve sabır ister, ebediyeti soluklamak ister. Bir tek güne hapsedilen sevgiler, geçici hevesleri barındırır, yürek yaralar, ruhu rencide eder, ayrılık acıları yaşatır insana…

Gerçek sevgide samimiyet, ihlâs, ciddiyet, bağlılık, güven, huzur, ebedî mutluluk, yeşeren umut, uzun bir soluk, manada doluluk, çıkarsız yoğunluk, benlik ve enaniyette yokluk vardır. Bu sırları ve ögeleri barındırmayan sevgide bereket aramak beyhudedir.
Nûr-u Muhammedî ile mest olan gönül âlemimize uzanan O sevgi elini hürmetle tutuyor, yeniden imanımızı, biatımızı O Resûl-i Zîşâna arz ediyoruz.

Allâh Teâlâ için zaman ve mekân düşünülemez. O, zaman ve mekân kayıtlarından münezzehtir. Ezelde yalnız kendisi var olan ve var olmak için başka bir var ediciye muhtaç olmayan Cenâb-ı Hak, bilinmeyi ve bu bilinmenin îcâbı olarak ibâdetlerle kendini tanımayı istediğinden  “âlem-i kesret” (çokluk âlemi yâni kâinât) denilen mâsivallâhı (Allah’tan gayrı her şeyi, tüm varlıkları) yaratmıştır. Bu yaratışta, ilk önce ortaya çıkan bir “nûr”dur. O nûr da, “Hakîkat-i Muhammediyye” nin özü, aslı ve mayasıdır. “Nûr-i Muhammedî”yi, şerefi ve kıymeti sebebiyle sâir varlıklar ile zarflandırmış ve süslemiştir.
Kâinatın mayası, ruhu, esası, özü sevgidir.

İşte tüm evren O’nun (s.a.v) muhabbet nurundan yaratılmıştır.
O, dünyaya teşrif etmeden pek çok işaretleri görülmüş, nice meşhur insanlar O’nun geleceğini haber vermişlerdi. Semâvî kitaplarda Onun geleceğine dair yüzlerce haber ve müjdeler vardı.
İnsanlığın iftihar tablosu diyordu ki: “Ben İbrahim’in duası, Hz. İsa’nın muştusu ve annemin rüyasıyım.”(1)

Beklenen ve müjdelenen bir peygamberdi.
O, Tevrat’da mukaffi (son peygamber), muhtar (Mustafa, seçilmiş), el-Haşir (Ondan sonra haşir gelecek, bir başka peygamber araya girmeyecek, Allah insanları Onun önünde haşredecektir) olarak tanımlanmaktadır.

Yine Resûl-i Ekrem buyurur ki:” Benim ismim Kur’ânda Muhammed, İncilde Ahmed, Tevratta Ahyed’dir.”(2)

İncil’de geçen “faraklit” ifadesi; Hakkın ruhu, hak ile bâtılı birbirinden ayıran anlamlarına gelir.(3)
Biz hemen hepimiz, gözü kapalı yaşadığımız şu âlemde Rabbimiz'i Efendimiz'le (sallallahu aleyhi ve sellem) tanıdık.

Sağanak sağanak bahşedilen nimetleri O'nun basiretlerimize saçtığı nurlar sayesinde duyup hissedebildik. Dünya insanlığı vahşet ve dehşet içinde iken, gözleri O'nun ışığına uyanacağı âna kadar hissiyatlar karanlık, düşünceler bulanık, gönüller de yalnızlıkla iki büklümdü. O’nun (A.S.M) gelişliyle göklerin gözü yaşlarla doldu ve gönüller Cennet yamaçlarına dönüştü. Ruhlar hayatın ab-ı hayat çeşmesinden kana kana içti.

O bu dünyaya teşrif edinceye kadar, yalan-doğru birbirine karışmış, günah-sevap yol arkadaşı olmuş, erdem silik bir kavram, razalet ve ahlâksızlık heva ve heves pazarlarının en aranılan metaı idi. Hak ve hakikatın yerini zulüm ve işkence almıştı. O geldi, bir çırpıda dünyanın yüzündeki bu yıllanmış karaları temizledi, ümitleri yeniden yeşerterek şafaklarda yeniden doğan günün sabahında, sevgi ve kardeşlikle buluşan yeni günleri ve yeni bir dünyayı temâşaya çağırdı.
Kararan kalpleri aydınlattı, gözlerdeki perdeyi kaldırdı ve ruhlara yeniden İlâhî mesajların zevkini idrak etme lezzetini tattırdı. Kalplerde ve ruhlardaki hezeyanları farklı heyecanlarla giderdi, sekinet, güven, huzur, sevgi ve saygı ortamını kurdu.

Ey ışığıyla karanlık dünyalarımızı aydınlatan Nur!
Sen geldin, hüzünlü çehrelerimizdeki kederler yerini tebessüme terk etti. Sen geldin mazlumları sevindirdin, yetimlere sığınak oldun.
Sen geldin, ruhlarımıza ebedî saâdet arzusu ve yaşama sevinci aşıladın elimize tutuşturduğun nurla…

Sen geldin, ebed için yaratıldığımızı, sonsuzluk ülkesinde sevdiklerimizle buluşacağımız müjdesini verdin. Karanlık talihimiz birden aydınlanıverdi.
Ey enfes kokusuyla dünyalarımızı gül bahçelerine çeviren! O gül kokunu, terinin, teninin kokusunu hissedebilenler, başka kokulara kanmadılar. Simgen haline gelen o gülü “Sevgili” ye uzatırken, seni andı, salât ve selamlarla saygılarını, teşekkürlerini hep sana sundular.
Ve ümmetin olma şerefini, varlığımızın en mûtenâ madalyası olarak göğsümüzde taşımaya, Sünnetini yaşamaya ve yaşatmaya kararlıyız ey Şânı yüce Resûlümüz.
Salât ve selâm sana, pâk ve temiz olan ashâbına ve ehl-i beytine olsun. Âmîn…

Mevlid Kandiliniz mübarek olsun.

Dipnotlar:
1- İbn-i Hişam, Sîre, C.1, S.175
2- Nebhânî, Hücetullah ale’l âlemîn, 108, 112
3- Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. İlâhî Rahmet Hz. Muhammed (s.a.v), İsmail AKSOY
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.