Çiçek Aşısından Kuduz Aşısına Yozlaşan İnsanlık

Bu dünyadan bir bilge geçti: Ali İzzet Begoviç (19 Ekim 2003)

Bosna Savaşı 6 Nisan 1992 yılında bir bahar mevsiminde başladı. Sırplar Avrupa’nın kalbinde açan masmavi çiçek Bosna’yı yakıp yıktılar. Kadın kız, çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden 312 bin kişiyi katlettiler. Bunlardan 35 bini çocuktu. Binlerce çocuk annesiz, babasız kaldı. Bahçelerdeki çiçekleri ezdiler, kundaktaki çocukları süngülediler. Ağaçları yaktılar, ihtiyarları ağlattılar. Utançlarını gizlemek için dağ başlarına toplu mezarlar kazdılar. Şehitleri buralara sakladılar. Fakat unuttukları bir şey vardı. Hiçbir yalan ilelebet sürdürülemezdi. Hiçbir hakikat kıyamete kadar gizlenemezdi.

Mavi gözleriyle bir çiçektir Bosna
Mavi gözleriyle bir çiçektir Aliya

Âdemoğlu Kabil kardeşi Habil’i katlettikten sonra cinayetini gizlemek için onu toprağa gömmüştü ama gün gelmiş, gerçek ifşa olmuştu. Peygamberimizin reyhanı (fesleğen) Hz. Hüseyin Yezid tarafından şehit edilmiş, kimseler duymasın diye bir tepeye defnedilmiş ama onun burcu burcu reyhan kokusu etrafa yayılınca, sevenleri “Hüseyin’in kokusu bu” deyip mezarını bulmuşlardı. Elbette zamanının Kabil’i, Yezid’i Sırpların katlettiği Habillerin, Hüseyinlerin kabri gün gelecek gün yüzüne çıkacaktı. O gün kısa zaman içinde geldi. Allah çiçekleri ve kelebekleri elçi gönderdi. Toplu mezarların üzerinde ölüm çiçekleri yeşerdi. Çiçeklerin kokusunu hisseden mavi kelebekler sema’ kalktı, bölük bölük ölüm çiçeklerinin ülkesine vardı. Kelebekleri takip edenler önce ölüm çiçeklerini ardından da Bosna’nın ebedi çiçekleri şehitleri buldular. Bu şekilde üç yüz toplu mezar tespit edildi.

O gün Bosna rahlesinde, Alia İzzet Begoviç’in kalbinde çiçekler kendi şiirini yazdı. Bu şiir Balkanlarda dalgalandı. Dalga Bosna’dan dünyaya yayıldı.

Ölüm çiçekleri / Saray Bosna

hayi katre katre içim dalgalandı
katre katre allara boyandı
kaldı ahım ellerinde
canım havalandı
yukarıda dünya
gönüllerin hepsi de hasta
coşa koşa geçtiğimiz tarlalar sessiz yasta

katre katre kapılar dayandı
katre katre ölüme dadandı

bir çiçektin mezarımda
ruhum oyalandı
katre katre şeker de isterdim
katre katre mutluluk düşlerdim
kemanımda, davulumda…

O gün ölüm çiçekleri ve kelebekler dünyaya çiçek aşısı yaptılar. Vicdanı olanlar bu aşıya karşılık verdi, acılar paylaşıldı. Fakat kimseler katliamı yapan Sırplara Kuduz Aşısı yapma cesaretini gösteremedi. Hâlbuki 150 yıl önce bu topraklarda yaşayan Mehmed Tevfik Bosnevî Hazretleri hasta gönüllere çiçek aşısı yapmıştı. Sokakta karşılaştığı çocukların çiçek çiçek açan yüzlerine gülümseyerek derin derin bakardı. “Niçin böyle yapıyorsun?” denilince “Aşı yapıyorum” derdi. O çiçek kadar narin çocukların ruhlarına ebedi cennet tohumları atmaya çalışırdı. Katliamı yapan Sırplar maalesef ondan ders almamışlardı.

Bu toprakların Bosnavisi Bediüzzaman

İnsanın kalbinden hürmet ve merhamet çıkınca akıl ve fikir dehşetli canavarlar hükmüne geçebiliyor, akla hayale gelmedik zulümler işleyebiliyor. Zaman değişse de insanda zulüm damarı canlı kalıyor. Bu toprakların Bosnavi’si Bediüzzaman da Bosnavi gibi dünyayı çiçek bahçesine çevirmeye çalışır. Çocuklara, gençlere, ihtiyarlara, kadınlara, hastalara ayrı ayrı çiçek aşıları hazırlar. Ne var ki o da kendi ülkesinde Bosna halkının çilelerini hatırlatan sıkıntılar yaşar. 1923 yılında Ankara’da zamanın Sırplaşmış ruhlarından bazılarıyla karşılaşır. Bunlar aşı tutacak gibi değildir. Üstelik kendi aşılarını üretmişlerdir. Muhaliflerini “çiçek aşısı” yapıyoruz diyerek zehirlemek isterler. Bediüzzaman da aşıdan payını alır. Onun bünyesi sağlam olduğundan zehre cevap verir, kısa süre sonra iyileşir.

Yirmi yıl sonra Denizli Hapsinde de Bediüzzaman ve talebelerine çiçek aşısı yapılır. Üstad çok acı çeker. Yirmi sene önceki gibi zehir verilmesinden şüphelenir. O gün zehir verildi mi bilinmez ama bir zaman sonra onu öldürmek için tam kalbinin üzerinden zehir şırınga edilmeye çalışır. Herşey kaderde yazılıdır. Allah’a iman edene bütün dünya toplansa zarar veremeyecektir. O gün de öyle olur. Bediüzzzaman o aşıdan sonra 17 yıl daha yaşayarak Bosnalı çocuklar gibi termemiz, şehiden toprağa düşer. Ruhları Sırplaşmış bir grup insan onu unutturmak için elinden geleni yapar. Dün Kerbela’da dedesi Hz. Hüseyin ve 72 mümini katledip gizli yerlere gömenler, asırlar sonra Bosna’da kadınları, çocukları, ihtiyarları, masumları şehit edip toplu mezarlar kazarak cinayetlerini saklamaya kalkanlar o gün de Bediüzzaman’ı kabrinden kaldırıp gizli bir yere defnederler. Ne var ki tohum toprağa düşmüştür bir kere. Elbet gün gelecek kabrinde bahar çiçekleri açacak, çiçek kokularının izini takip eden Hz. Hüseyin ruhlu Bayramlar, Sungurlar, Zübeyirler kabrini bulacak, zamanla bu kokuyu dünyaya taşıyacaklardır. Kerbela ve Bosna’dan sonra Barla da cennet kokularının dünyaya yayıldığı menzil olacaktır.

Dostun çiçekleri, düşmanın tüfekleri

Amerika'ya ilk yerleşen İngiliz göçmenler, yerli halka özel olarak çiçek hastalığı bulaştırılmış battaniyeler verip onları öldürürler. Çiçeklerle gelirler, kanlarını içerler. Oysa çiçek dostluk, tüfek düşmanlık demektir. Dostun tüfeği çiçektir, dostu en zayıf ve zarif yerinden, kalbinden vurur. Çiçeğin vurduğu yerde sevgi çiçekleri, tüfeğin vurduğu yerde kan çiçekleri açar. 1974 yılında bazı Rumlar Müslüman Kıbrıs halkını tahrik etmek için fethin sembolü iki camiyi bombalarlar. Rumların bu tavrına şaşırmamak gerekiyordu. Sezai Karakoç’un de belirttiği gibi düşmandan çiçek yollaması beklenemezdi. O gün İstanbul’daki Hüseyinler, Bediüzzamanlar, Bosnaviler, Begoviçler aynısıyla mukabele etmezler. Düşmanı çiçekle selamlarlar, Fener Patrikhanesine çiçek bırakırlar.

Çiçek Çocuklar ve Barla Sıddıkları

İyiler mi çiçek yetiştirir, çiçekler mi iyi insan yetiştirir bilinmez ama çiçeklerin olmadığı bir dünyada iyilikten ve güzellikten bahsedilemez herhalde. Çiçeklerin sustuğu, tüfeklerin konuştuğu II. Dünya savaşında çiçekler ezilir, çocuklar ve çiçek gibi insanlar katledilir. Şükür ki o gün ekilen şer tohumları tutmaz, yirmi yıl sonra 68 kuşağı olarak bilinen Çiçek Çocukları hareketine dönüşür. II. Dünya savaşında çocukları katleden, bahçeleri talan eden, ağaçları yakıp yıkan Hitler’e beddua eden Bediüzzaman, Hitler ruhlu insanlar tarafından 1926 yılında unutturulmak için Barla toprağına sürgün edilir. Yirmi yıl sonra Sıddık Süleyman’ın Cennet Bahçesinde Barla Sıddıkları denilen Cennet Çiçekleri Süleymanlar, Muhacir Hafız Ahmetler, Şamlı Hafız Tevfikler, Mustafa Çavuşlar, Hafız Aliler yeşerir.

Ah ki bilemedik, çocuklar, çiçekler, kelebekler, çiçek ruhlu insanlar hayatla ölüm arasında Allah’ın elçileridir. Dün Kerbela, Bosna, Barla, bugün başka başka. Güzel şeyler hayattan sürgün edilse de, güzel insanlar katledilse de, üzerine ölü toprağı serpilsede, toprağın altına gömülse de gün geliyor kokusu gün yüzüne çıkıyor. Zahmetlerin arkasından rahmet, ölümlerin ardından hayat yeşeriyor. Hüseyinler, Bosnaviler, Bediüzzamanlar, Alia İzzet Begoviçler toprağa düşse de fesleğen kokuları baki kalıyor, ebedi sesleri dünyada çalkalanıyor.

“Bizi toprağa gömdüler fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı… Her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.”

Ne mutlu çiçeklere, çocuklara, çiçek gibi çocuk ruhlu güzel insanlara…

Ne mutlu çiçek gönüllülerin seslerine ses veren dostlara...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.