CANLI RENKLER

CANLI RENKLER

Mustafa ORAL'ın Zaman Gazetesinde yayımlanan yazısı...

Hüseyin Akın 1965-Sinop doğumlu şair ve yazar. Özülke, Kardelen, Endülüs, Yansıma, Ünlem, Derkenar, Kırknar, Kırkayak ve Kırklar dergilerinin yönetiminde bulundu. Ürünlerini başta Dergâh ve Kırklar başta olmak üzere çeşitli edebiyat dergilerinde yayınladı. Şiirlerini “Sevmek, Karanfil ve Kiraz”, “Ay Tanığım Olsun”, “Çöl Vaazları”, “Kumaştan Çalan Terzi”, denemelerini “Deneme Yanılma”, “Kitabım Çıktı Alınmayın”, “Geçmiş Günler Matinesi”, hikayelerini ise “Hepsi Hikâye” isimli kitaplarında topladı. 

Akın edebiyatın her türünde ürün veren “evliya” ve “çelebi” ruhlu bir edebiyatçı. Usta şairin elindeki bir metinde, türü ne olursa olsun, her halükarda belirleyici olan unsur şiirdir. Diğer türler burada şiire ancak “yardım ve yataklık” eder. Zira has şair için şiir dışındaki her şey, ancak şiiri şerh etmekten ibarettir.

Akın yayımladığı denemelerinde şiirinin kaynağının, hikayelerinde şiirinin hikayesinin ipuçlarını vermişti. Kısa süre önce yayımlanan “Canlı Renkler” isimli kitabında ise şiirinin atıf dünyasına işaret ediyor.

Dikkatli okuyucu bu kitabı, “Bir şair şiirini oluştururken nelerden yararlanmış, ne tür kaygılar taşımıştır? Hayatın neresinde durmaktadır ki o bakış ve öngörü şiire dönüşmüştür? Şiirin oluşmasına zemin hazırlayan nazar nasıl bir nazardır? Bir şair başka şairi/yazarı nasıl okur?” gibi soruları yedeğine alarak okuduğu takdirde kısmen de olsa Akın’ın şiirinin künhüne ulaşabilecektir.

Stefan Zweing biyografi yazarken yazarla öyle bütünleşir ki, hemen her seferinde kendisi aradan çıkar. Okuyucu kitabı okurken Zweing’in Balzac’ını, Eliot’ını değil de bizzat Balzac’ı, Eliot’ı okuduğunu sanır. O kimi yazmış ise Yunus misali onun gibi görünmeyi becerebilmiş bir yazardır. “Canlı Renkler”de bir çok yazardan bahsediliyor. Burada üç durum dikkat çekiyor. Akın kitabında çoğu kere kendisini anlattığı “yazar gibi görünmüyor”.  Okuyucu Hüseyin Akın’ın Tanpınar’ını, Nurettin Topçu’sunu  okuyor. Kitapta dikkat çeken diğer husus ise Akın’ın anlattığı yazar ile arasına bir mesafe koyması. Anlatılan yazarla Akın birbirine paralel akan iki ırmağı andırıyor.  Akın bir taraftan “yazar”ı anlatırken, bir taraftan da yazarın Akın’a bakan taraflarından hareketle “Hüseyin Akın’ı anlatıyor. Herman Hesse’de olduğu gibi nadir de olsa bu iki ırmak birbirine dökülüyor. Böyle bir durumda ortaya bambaşka bir renk, ses ve armoni çıkıyor. 

Akın, modern çağın insanı “küll” olmaktan çıkararak cüz ve cüz’i haline getirdiğini, insanın dünsüz ve yarınsız olduğunu, anı yaşadığını, bu anların  bölünmüş kişilikler ürettiğini, kurgusal bir yaşantıya sürüklediğini belirtiyor. Oysa hayatın dün, şimdi ve yarın olmak üzere üç parçalı bir bütünden/külden oluşan bir cümle olduğunu, cümledeki öğelerin cümlenin cüzleri olduğunu, bazen cümlede var olan öğelerin bilinmesinin yeterli olmayacağını, gizli öznelerin de bilinmesi gerektiğini, zira bu kişilerin tarihe yön veren kültürel kodlar olduğunu ifade ediyor.

Bu minvalde Nurettin Topçu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas, Asaf Halet gibi edebiyatımızda derin izler bırakmış gizli özneleri irfani bir dille ifşa ediyor. Bu irfani yolculukta vicdan, insaf ve idrak sahibi hemen herkesin kulağına su kaçıran cinsten hadiselere, bazen de bizi hayret  makamına ulaşmaya vesile kılacak durumlara değiniyor.

Büyük adam bize unuttuğumuz ya da fark edemediğimiz büyük tarafımızı gösteren adamdır. İçinde büyük dünyaları, büyük hedefleri ve büyük vaatleri barındırır. Akın Millet Mistikleri başlıklı yazısında Nurettin Topçu’nun ifadesiyle  ‘ruh cephesinin gösterişsiz, nümayişsiz maden işçileri’ olan Ali Fuat Başgil, Sabahattin Ali, Peyami Safa gibi büyük ruhlardan söz ediyor. 

“Ahmet Hamdi Tanpınar Şiirinde Zaman” başlıklı yazıda Tanpınar şiirinin bütüncül anlamda meselesi zaman olan bir şiir olduğunu, gerek tem, gerekse teknik açıdan -düzyazı ya da şiir-yazdıklarının bütününde bu zaman hakimiyetini görmenin  mümkün olduğunu, yekpare ve öznel zaman algısı açısından Mircea Eliade’nin Ebedi Dönüş Mitosu ve Bektaşilikteki döngüsel zaman anlayışına daha yakın durduğunu ifade ediyor. 

“Bir Muhteşem Tembel Adam:Ahmet Muhip Dıranas” isimli yazıda Dıranas’ın  şiirlerinde Ahmet Haşim mahcubiyeti, Ahmet Hamdi estetiği, Faruk Nafiz pastoral havası ve biraz da Orhan Veli havailiğinin bir araya geldiğini, kimisinin bağdaş kurmuş, kiminin yayılmış, kiminin ayakta, kiminin de cam önünde kanepede oturur vaziyette olduğunu kaydediyor.

Akın’a göre Asaf Halet Çelebi, Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatı’nın belki de en sıra dışı şairidir. Bu sıra dışılık haletindeki çelebiliğe dayandığı kadar, dilin imkân ve sınırlarını zorlamasıyla da ilgilidir. O zamanındaki bütün kalıpları altüst etmiş, alay konusu olmak pahasına şiire sadece farklı bir dil değil, aynı zamanda farklı bir kulak da kazandırmıştır.

Süt kırılınca tereyağ, tereyağdan arta kalanla da lor yapılır. Şiir süt gibidir. Şiir olmayacak mısralar şarkı, şarkı olmayacaklar da nesir yapılır. Bir şey konu ve konum itibarıyla şiir olmayacaksa usta şair onu şarkı yada nesir yapar. İşte Hüseyin Akın ‘Canlı Renkler” isimli kitabında bunu yapıyor.  Şiirden bozma (sağaltma) bir dil ile bize sesleniyor. Bize düşen de bu sese kulak vermek.

(Zaman Gazetesi)