İlkay KAYATÜRK

İlkay KAYATÜRK

Burdur’dan öte yol

Burdur, Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında özel bir dönemin adıdır. Fakat ne yazık ki, bu dönemle ilgili fazla bilgiye sahip değiliz. Yalnızca konu başlıkları var elimizde.

1926 yılında, Erek Dağındaki inzivasından alınıp, kelepçelenerek önce İstanbul ve sonrasında İzmir, Antalya yolu üzerinden, askeri muhafazayla Burdur’a zorunlu sevk edildiğini, orada yaklaşık bir yıl mahrumiyetle ikamet ettiğini ve Nurların ilk telif yeri olduğunu biliyoruz.

Küçük odasında aylarca kaldıkları camiinin ismi bile değişik rivayetler içeriyor. Kaynaklarda birbirinden farklı isimler mevcut. Deli Baba, Divan Baba, Hacı Abdullah ve Kasaboğlu Camii isimleriyle. Ve yine kaynaklarda neredeyse bir sayfayı geçmeyen, benzer ifadelerle aynı bilgilere rastlıyoruz.

Oysa yaklaşık (bu bile net değil) bir yıl kaldığı Burdur’da çok incelikli fotoğraf kareleri saklı olmalı.

Çünkü her kim o dönemin kapağını aralamaya kalksa, orada saklı duran burukluğu, hüznü, omuzlarındaki yükün ağırlığını görecek, hayatının hemen her döneminde onu bekleyen makamlardan biri gibi olan o tepeyi (ki hep dağları, ağaçları oldu Üstadın) anlayacaktır. Orada duaları var Bediüzzaman’ın, orada tefekkürü, orada hüznü, orada istikbale hazırlanışı var.

Burdur zor bir dönemin adıdır. Bir geçiş dönemi. Doğduğu ve büyüdüğü topraklar Üstadın o zamana kadar olan sılasıydı. Mücadelelerden dönüş yeriydi. Eve dönüştü. İnzivaya çekilişti. Gaye-i Hayalini bir çekirdek gibi gömdüğü topraklardı oralar. Güneş doğudan yükselir ama hep batıya yol almaya kaderlidir. Bir daha göremeyeceği o yerlere yalnız Rahman’a kavuşmak için dönecekti.

Risalelerde birçok yerde okuduğumuz gurbet, hasret, ahbaplardan, dostlardan ayrılış hüznünden damlalar taşır Burdur. Bir kavşaktır. Oradan da öte bir yola hazırlanış, istikbalin daha çetin mücadelelerine selam yeridir. İlk resmi sürgündür. Ya da ilk resmi görev yeridir diyebiliriz. Muallim, Kader-i İlahi ile yeni dersanesine tayin edilmiştir.

Ve başlamıştır dersler; 1.ders, 2.ders,3.ders…

Hüzün ve sevinç, veda ve selam iç içedir. Bir kapı açılmıştır. Anadolu toprağında, Hakikat çiçeklerinin, zorlu bir fırtınadan sonra yavaş yavaş başlarını güneşe kaldırdıkları bir bahçenin kapısı… Nur’un İlk Kapısı!

Sırren tenevveret, zorluklara rağmen, Burdur kandiline yağı koymuştur. Kandilin ışığı, kağıdın, kalemin, okuyan ilk şahitlerin, talebelerin yüzüne vurmuştur.

Burdur, Nurların ilk telif yeridir. Elden ele gizlice dolaşan, korunan, saklanan, sadakattir Burdur. Bahçenin büyümesi, çiçeklerin göğermesidir.

Ve sanki Barla sınavının kısa temrini gibidir. Bu yüzden çok daha zor olan Barla dönemine baktığımızda, her şeye rağmen mütevekkil, güçlü, sabırlı ve vazifeye odaklı buluruz Hakaik-i İman hizmetini.

Ne yazık ki, yazının başında da dediğimiz gibi Burdur’a dair bilgilerimiz sınırlı. Her zaman olduğu gibi, yine bir tepeden, yine yükseklerden ufku temaşa eden ve orada Burdur’dan öte yola, zorluklara, mücadeleye, sürgünlere, hapislere, Nurlara, Medresetüzzehra’ya selam veren bir Üstat fotoğrafına bakıyoruz.

Onun, o hüznü vuruyor yüreğimize.

Burdur'un bu kadar üstü örtülü olmasının sebebi, bu olsa gerektir.
Burdur, biraz da Üstada özeldir, onun iç kutusu, yürek sandığıdır.
Sonra hüzün bulutlarını aralayan ilk ışıklarla aydınlanıyoruz, kitabın sayfalarını çevirdikçe… Daralan yüreğimiz ferahlıyor, Sadakte Üstadım! diyoruz,

Nur’un İlk Kapısı’nda…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum