Bir insanın peygamber olduğu nereden belli olur?

Eğitim programımızın “Peygamberlik Hakikatinin ve Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Peygamberliğinin İspatı” isimli bölümünün iki parçada takdim ediyoruz. (Bu yazı ikinci kısımdır) Sunulan hakikatlerin tam olarak hissedilerek pekiştirilmesi için, eser metnini de içeren görsel destekli ders videosunu da yazının sonundaki adresten izlemenizi tavsiye ediyoruz.

Bir İnsanın Peygamber Olduğu Nereden Belli Olur? (19.Mektup – Mu’cizât-ı Ahmediye Risalesi’nin 2. Nükteli İşaret’i - İzah Metni)

Bir insanın peygamber olduğu nereden belli olur? Şöyle bir düşünelim: Gerçekten peygamber olan biri, imtihan sırrını bozmadan, yani peygamberliğinin ve getirdiği hakikatlerin kabulünde akla kapı açan fakat özgür iradeyi ellerden almayan, yani ister istemez mecburiyetle herkesin kabul edeceği bir kesinlik derecesine gelmeyecek bir kıvamda, nasıl ve ne türden deliller gösterebilir ve ayrıca böyle birinin sözünün doğruluğu nereden bilinebilir? Bu iki şıklı sorunun cevabını birlikte araştıralım.

Önce ikinci şıktan başlayalım: Herhalde yalancıların ve sahtekârların karakterleri ile karıştırılamayacak derecede yüksek bir ahlakta ve güvenilir, doğru sözlü biri olması ciddî bir güven verir. Peki ya bu insan gençlik yıllarında hiç böyle bir iddiada bulunmamış ve hiç kimsenin doğru sözlülüğü, güvenilirliği ve güzel ahlakı konusunda tereddüdü olmamış ve gözler önünde kırk yaşına kadar bu şekilde yaşam sürmüş biri ise ve tam da bu yaştan sonra birdenbire böyle acaip bir davada bulunsa, acaba bunun sebebi ne olabilir? Şöhret mi? Mal ve para sevdası mı?

Hâlbuki herkesçe takdir edilen bir gerçektir ki, bu tarz hissiyatların en fazla galeyanda olduğu dönem, gençlik yıllarıdır. Bir insanın gençlik yıllarını istikametle ve sakin bir hayat sürerek geçirdiği halde, bunun devamında tam da gençlik taşkınlığının söndüğü yıllarda, sonucu belirsiz bir maceraya atılıp, canını tehlikeye atarak, etrafındaki herkesi kendine nedensiz yere muhalif ve düşman ettiğine inanmak, sağlıklı düşünen bir aklın kolayca ihtimal vereceği bir şey midir? Böyle bir dava ile ortaya atılan bir insanın, dost ve düşman sayısız takipçi göz tarafından sürekli izleneceği, elbette mâlum bir şeydir. Şimdi, tarihin kesinlikle kaydettiği üzere, vefat ettiği ana kadar çok az yiyen ve az uyuyan, eline mal ve para namına ne geçerse elinde tutmayıp mutlaka ihtiyaç sahiplerine dağıtan ve inandığı davası için harcayan ve geceleri dahi kimsenin kendisine yetişemediği bir şekilde ibadet ederek yaşadığı bilinen bir insanın, etrafındaki tüm insanları kandırarak, şahsî menfaat elde etme gayesiyle bir maceraya atıldığını söyleyerek ona yalan isnad etmeye ve büyük davasına leke sürmeye cesaret edecek kim olabilir? Dünyada hangi vicdan ve akıl sahibi böyle bir şeye ihtimal verebilir?

Hem ayrıca O’na öyle tekliflerde bulunulmuştu ki, dünya menfaatini düşünen herhangi birinin geri çevirmesi düşünülemezdi. Şöyle ki, O’na denildi: “Sen ortaya attığın bu mesele ile şayet mal ve servet elde etmek gayesinde isen, mallarımızdan sana hisse ayıralım, hepimizin en zengini olasın. Eğer, bir şeref peşinde isen, seni kendimize reis yapalım. Yok eğer bu sana gelen, görüp de üzerinden atmaya kuvvetin yetmeyen bir evhâm veya cinlerden, perilerden gelme bir hastalık ve sihir ise, doktor getirtelim, seni tedâvi ettirelim. Seni kurtarıncaya kadar mal ve servetimizi harcamaktan geri durmayalım." Bir başka zaman da şunlar teklif edildi: “Sana, içimizde en zengin adam olacak şekilde mal verelim. İstediğin kadınla evlendirelim. Yeter ki sen, ilâhlarımızı kötülemekten vazgeç.” Hâlbuki O, bu tekliflerin hiçbirini kabul etmedi ve kendine gelen ilahî vahyin mesajını tebliğ etmeye devam etti. Böyle bir insan için ne düşünmemiz gerekiyor?

Diğer bir zaman da kendisini himaye eden Ebu Talib’e şöyle denildi: “Ey Ebû Talib; yeğenin putlarımızı ve dinî inançlarımızı kötüledi. Akılsız olduğumuzu, babalarımızın, dedelerimizin yanlış yolda gitmiş olduklarını söyleyip durdu. Sen, ya onu bunları yapıp durmaktan vazgeçirirsin yahut da iki taraftan biri yok oluncaya kadar onunla da, seninle de çarpışırız.” Onların bu ürkütücü tehdidine karşılık amcası Ebu Talib’e yeğeni şöyle cevap verdi: ”Bunu bilesin ki, ey amca! Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem. Ya Allah, bu dini hâkim kılar yahut ben bu uğurda canımı veririm.” Böyle pervasız bir cesaretin, insanları aldatan veya şahsî menfaat teminini hedefleyen birinden çıkması, imkân dâhilinde midir?

Tüm bu tarihî gerçeklerle beraber, o harika insanın aklî dengesinde ve zekâsının yüksekliğinde, dost ve düşman herkes söz birliği yapmıştır. Demek işin içinde bambaşka bir iş vardır ve böyle bir insan bu tarzda bir davaya, kuvvetli ve doğru bir nedenden dolayı kalkışmıştır. O nedenledir ki, hiç kimse ve hiçbir şart, kesin olarak inandığı davasından O’nu döndürememiştir.

Geçtiğimiz bölümde, Allah’tan gelen ilahî bir vahiy olduğu iddiasıyla mücadele meydanına atılan Kur’ân’ın, dolayısıyla Hz.Muhammed’in (A.S.M.) nasıl bir pervasızlıkla âleme meydan okuduğunu safhalarıyla anlatmıştık. Şu mucizeli ve harika kitabın, O’nun peygamberliğini ispata tek başına kâfi olduğunu delilleriyle tespit etmiştik.

Şimdi izah metnimizin başındaki sorunun ilk şıkkına geldik. Soruyu tekrar soruyoruz. Bir insanın gerçekten peygamber olduğunun delili nedir ve bir peygamber nasıl ve ne şekilde bir delil göstermelidir ki davasını kabul ettirebilsin?

Normal şartlarda hiçbir insanın yapamayacağı ve insanların yapmaktan aciz kalacağı işlere “mucize” denmiştir. “İnsanı aciz bırakan harika fiil” manasındaki bu tabir, insanlık tarihinde peygamberlik iddia edenlerin davalarına delil olarak ortaya koydukları harika işlere isim olmuştur. Ne kadar ilginç bir tarihî hadisedir ki, Hz.Muhammed’in (A.S.M.) ortaya koyduğu mucizelerin varlığı, davasını reddedenlerce inkâr edilmemiş, yalnızca bu harikaların sihir ve göz boyama olduğu iddia edilmiştir. Fakat sihirle göz boyamanın da bir sınırı vardır.

Sihir olamayacak derecede harika ve mucize olarak kabul edilmeye lâyık yüzlerce, hatta binlerce kez ve değişik şekillerde mucize gösteren Hz.Muhammed’in (A.S.M.) “Kim benim adıma yalan uydurursa, cehennemdeki yerini hazırlasın.” (Buhari, İlim, 38; Müslim, Zühd, 72; Ebû Davûd, İlim, 4; Tirmizi, Fiten, 70; Müsned, 1/70.) hadisini işitmiş; doğruluk, hak ve hakikat davası için hayatlarını feda etmiş, yaşadıkları şehri terkederek hicret etmiş ve yalanda birleşmeleri mümkün görülmeyen dürüstlükte bir topluluk olan sahabilerden sağlam kaynaklarla nakledilen mucize haberleri ve bu hadiseler vukua geldiğinde muhaliflerin itirazlarının bu hadiselerin gerçekleşmediği yönünde olmayışı; o dönemde Hz.Muhammed’in (A.S.M.) elinde çok sayıda mucizenin ortaya çıkmış olduğuna ve sayısız insanın da buna şahit olup naklettiğine dair kesin kanaat verdiğinden ve tek bir mucizesinin bile varlığı ve doğruluğu, peygamberliğini ispata yeterli olduğundan rahatlıkla diyebiliriz ki: O insan kuru bir davayla ortaya çıkmamıştır, elbette mucizeler de göstermiştir ki, bu kadar nitelikli ve zekî insan tereddütsüzce O’na inanmış ve maddî-manevî her şeylerini O’nun yolunda feda edebilmişlerdir.

Mucizelerin özelliği ve önemi nereden gelir ve nasıl ve ne yönden peygamberlik davasına delil olur, şimdi bunu inceleyelim. Biri çıkıyor ve diyor ki: “Ben kâinatı yaratandan haber getirdim.” Onun bu sözünü onaylama makamında olan kişi, kâinatın sahibi ve yaratıcısından başka kim olabilir? Elbette O onaylayacaktır, başkası olamaz. Fakat nasıl? Ortaya çıkıp sözle onaylamasına, hem ilahlık özelliği izin vermez, hem de imtihan sırrı buna müsaade etmez.

Diyelim ki, henüz elektriği ve suyu olmayan bir köye devlet memuru olarak vazifeli gittiniz. Ankara’dan geldiğinizi ve köyde mühim icraatler yapacağınızı köy halkına tebliğ ettiniz. Şimdi sizin görevli bir memur olduğunuz nasıl anlaşılır ve teyit edilir? Görev kâğıdınıza bakılır ve telefon ile ilgili hükümet dairesi aranır ve oraya sorulur, değil mi? (Gerçi Kur’ân, kâinat sultanının fermanı olduğunu gösteren mucizeli bir ferman olduğundan, en parlak bir peygamberlik delilidir. Bir nevi ilahî kimlik kartı ve görevlendirme belgesi yerindedir. Fakat bu misalimizle mucizelerin peygamberliğin ispatı noktasındaki yerini tespit etmeye çalıştığımızdan bundan bahsetmedik.)

Fakat siz bu durumda köy halkını karşınıza alıp diyorsunuz ki: “Şimdi bunları bir tarafa bırakın. Size öyle bir şey göstereceğim ve benim sözümle bu köyde öyle bir icraat gerçekleşecek ve hiç şüpheniz kalmayacak ki, ben Ankara’dan gelmiş, sözü ve hatırı geçen büyük, görevli bir memurum. Şimdi sizin köyünüzde su ve elektrik yok değil mi? İşte ben şimdi Ankara’dan isteyeceğim, köyün bütün hanelerine derhal elektrik ve su bağlanacak.”  Ve daha bunun gibi köylülerin kendi başlarına yerine getirmeleri mümkün olmayan ve güç getiremedikleri nice icraati o köyde yapsanız, artık bir kişi çıkıp da hâlen der mi ki ve demesi de akıl kârı mıdır ki: “Nereden bilelim senin Ankara’nın adamı olduğunu?” Elbette bundan sonra demezler ve böyle denilmesi de akıl işi olarak görülmez. Çünkü herkes bilir ki, kimsenin gücünün yetmediği bu icraatleri ancak görevli ve hatırı geçen gerçek bir memur yerine getirebilir, başka türlüsü olamaz.

Çünkü kırk küsur senedir o köye elektrik ve su bağlamamayı ve talep dilekçelerini cevapsız bırakmayı âdet edinmiş o hükümetin, birdenbire o görevli adamın sözüyle yerleşik âdetini değiştirmesi, “Evet, o köyünüze gelen adam benim memurumdur. Hem de sözü bende çok geçen ve hatırı sayılan kıymetli bir memurumdur” demesi yerine geçer. Daha da bundan sonra hiçbir akıl sahibi “Hükümet erkânları ve bizzat Başbakan gelsin ve senin hükümetin görevli memuru olduğunu söylesin, ancak ondan sonra sana inanır ve güveniriz” demez.

Şimdi kâinatta tabiat kanunları adı altında ifade edilen yerleşik ilahî âdetler ve kurallar var. Bu kurallara göre yerinden kımıldayamayan ağaç bitkisi, bir insanın sözüyle köklerini yerden çıkarıp o insanın yanına gelip de konuşmaz! Bir insanın ellerinden çeşme gibi su akmaz ve o sudan yüzlerce kişi doyacak derecede su içmez! Azıcık bir yiyecek, sırf bir insan onun üstüne dua etti diye yüzlerce kişiyi tok etmez. Böyle bir şey olmaz. Hele bu işin sihirle gerçekleşmesi de olamaz, çünkü bu iş göz boyamayla, hileyle olacak bir şey değildir. Olsa olsa bu iş ancak mucize olur ve o harikayı gösteren de, o tabiat kanunlarını koyan ve idare eden kâinat sahibinin görevli memuru ve has adamı olur. İşte peygamberler elinde ortaya çıkan mucizelik fiilleri, kendilerinin hakkaniyetlerine böyle parlak ve kesin bir surette delil olurlar.

Aslında Hz.Muhammed’in (A.S.M.) sadece mucizeleri değil, bütün hareketleri ve fiilleri, tüm halleri ve konuşmaları, yüksek ahlaklı ve şaşmaz istikametteki tavırları ve kararları, sağlam karakteri ve güven veren dış görünüşü, doğruluğunu ve davasındaki ciddiyetini gösterir. Zaten böyle olmamış olsa idi, o kadar zor şartlarda davasını tek bir kişiye bile inandırması acaba mümkün olacak mıydı? Ne kadar düşündürücüdür ki, eser metninde de nakledildiği üzere, O’nun sadece yüzüne bakarak, böyle bir görüntüye ve yüze sahip olan birinin yalancı ve hilekâr olmasının mümkün olmadığını çok kişiler yemin ederek ifade etmişler ve bu dikkat çekici sahne, tarihe bizler için de bir ibret ve tefekkür levhası olmak için kaydedilmiştir.

“Biz O’nun simasını görmedik, başkasının kanaati bize ne gibi bir gösterge ve referans olsun ki” diyen şunu düşünmeli: Bu sözleri söyleyen Yahudi âlimlerinin ne gibi bir menfaati veya mecburiyeti var da böyle bir şeyi yüksek sesle bağırarak ilan etsin ve üstüne yemin ederek, bu duruma şahitlik etsin. Bu tarz bir davranış, zaten çok mutaassıp olduğu dinlerinin terkini de gerektirdiği halde! O nedenle bu nakiller bize de aynen ciddî referans noktaları olma kabiliyetindedirler ve dikkate almaya fazlasıyla lâyıktırlar diyoruz.

Şimdi, neden diğer peygamberlerin daha üstünde bir kesinlikte, Hz.Muhammed’in (A.S.M.) peygamberliğinin kabul görmesi gerektiğini inceleyeceğiz. Tarihçe sabittir ki, insanlık âleminde çok sayıda insan peygamberlik iddiasında bulunmuştur ve bu davalarını insanlara kabul ettirebilmek için ellerinde mucizeler olduğunu söylemişlerdir. Diğer taraftan yaşantılarının düzgünlüğü ve ahlaklarının ancak bir peygamberde bulunabilecek derecede mükemmel olması, bu iddialarındaki inandırıcılıklarını üst seviyelere taşımıştır.

Hz.Muhammed’e (A.S.M.) baktığımızda ise öyle muazzam bir tabloyla karşılaşıyoruz ki, diğer peygamberleri kabul eden birinin O’nu fazlasıyla kabul etmesi gerekli hale geliyor.

Çünkü onlara peygamber dedirten tüm özelliklerin ve mucizelerin, O’nda çok daha üst seviyede olduğu, tartışmasız bir biçimde görünüyor. Dünyada peygamber varsa, O da peygamberdir.

Aynı mana, Bediüzzaman’ın ilk dönem eserlerinden olan ve Hz.Muhammed’in (A.S.M.) peygamberliğini ispatlayan Şuaat isimli risalede şöyle ifade edilmektedir: “…cemi-i enbiyanın cemi-i mu’cizâtı Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) bir mu’cizesi hükmündedir. Çünkü medar-ı nübüvvet ve enbiyaya ‘nebî’ dedirttiren esaslar, Hazret-i Ahmed’de (Aleyhisselâm) daha ekmel bulunur. Dünyada nebî varsa, o da nebîdir.” (Cemi-i enbiyanın cemi-i mu’cizâtı: Bütün peygamberlerin bütün mucizeleri. Medar-ı nübüvvet: Peygamberliğe sebep olan.)

Dünyada çok meşhur olan İskoç asıllı yazar ve filozof Thomas Carlyle ‘’Kahramanlar’’ adlı kitabında Hz Muhammed’in (s.a.v.) nasıl bir şahsiyet olduğunu tüm dünyaya meydan okuyarak şu sözlerle ifade etmişti: “Şayet gayenin büyüklüğü, vasıtaların küçüklüğü ve neticenin azameti insan dehasının göstergesi ise, modern tarihin en büyük şahsiyetlerini dahi, Hz. Muhammed (A.S.M.) ile mukayeseye kim cüret edebilir ki?”

Tarihin şahit olduğu bu en büyük insan hakkındaki diğer bazı tespitleri buraya almak istiyoruz:

“Hz.Muhammed’in (A.S.M.) toplumu kadar ıslah edilme adına ikinci bir topluluk görmek mümkün değildir ve yine mümkün olmayan bir şey de, 23 yıl gibi kısa bir sürede bu topluluğu ıslah edip insan haline getirmesidir.” (Fransız oyun yazarı ve oyuncu Molier)

“İnsanların büyüklüğü hangi ölçü ile ölçülürse ölçülsün, Hz.Muhammed’den (A.S.M.) daha büyük bir insan gelmeyecektir.” (Nobel ve Oskar ödüllü İrlandalı yazar Bernard Shaw)

“Muhammed’in (A.S.M.) barbar, kan dökücü insanların vahşi geleneklerini, sayısız ilerlemelere dönüştürmesinden başka bir şöhrete ihtiyacı yoktur. O’nun zekâsı ve hikmetli dini, dünyayı hâkimiyeti altına alacaktır.” (Rus filozof, eğitim reformcusu ve yazar Tolstoy)

“Hz.Muhammed (A.S.M.) milyonlarca insanı harekete geçirmekle kalmadı, aynı zamanda düşünceleri, inançları ve ruhları değiştirdi. Her kelimesi kanun olan bir kitap etrafında her ırktan ve dilden milletleri topladı ve bunları İslam aşkı ile birbirine perçinleyip manevî bir millet meydana getirdi. İnsan büyüklüğünü ölçen ölçüler üzerinden bakılınca hangi büyük insan, Hz. Muhammed’den daha büyük olmuştur? (Fransız yazar, şair ve politikacı Lamartine)

“Muhammed (A.S.M.), dünyadaki büyüklerin en büyüğüdür. Zaman O’nun gibi bir kimseyi görmeyecek. O’nun mukaddes dini, dünyadaki dinlerin en mükemmelidir. O büyük zatın mukaddes şeriatı; ilmî, içtimaî, edebî ve hukukî dört bin meseleyi içinde barındıracak kapsamdadır.” (Hıristiyan âlimi Bechury)

“İnsanlar, her şeyden daha fazla Muhammed'e (A.S.M.) kulak vermelidir. Diğer bütün sözler, O’nun karşısında boş sözlerdir.”  (Meşhur İngiliz fikir adamı Thomas Carlyle)

“Tahmin ediyorum ki, Avrupa gelecekte Muhammed’in (A.S.M.) dinini kabul edecektir. O’nun eserleri şimdi dahi görülmektedir. Bu sebeple bizim, Muhammed’i (A.S.M.) insanlığın kurtarıcısı olarak bilmemiz gerekir. Ben inanıyorum ki, Muhammed’in (A.S.M.) dini; insan hayatının bütün devirlerine uygun ve her nesli kendine çekebilmeye elverişli yegâne dindir. Muhammed (A.S.M.), Peygamberlerin en büyüğüdür.” (Nobel ve Oskar ödüllü İrlandalı yazar Bernard Shaw)

 “Kral ve vezirler gibi azamet ve debdebe perdeleriyle gizlenmiş değildi. Kendi hırkasını kendi yamalar, kendi ayakkabısını kendi tamir ederdi. Harbe gider, ashabı ile istişare eder, emirlerini onlarla beraber verirdi. Nasıl bir insan olduğunu her yönü ile kavminin bilmesi için böyle yaptı. Ona artık, siz ne isterseniz öyle deyiniz. Dünya’da taç ve ihtişam sahibi hiçbir imparatora, yamalı bir hırka içindeki bu insan kadar hürmet ve itaat edilmemiştir. Yirmiüç yıllık dünya imtihanı, gerçek bir kahraman için lüzumlu bütün unsurları taşımaktadır.” (Meşhur İngiliz fikir adamı Thomas Carlyle)

“Senin asırdaşın olmadığımdan dolayı üzgünüm ey Muhammed! (A.S.M.) Öğreticisi ve yayıcısı olduğun bu kitap senin eserin değildir. O ilahîdir. Onun ilahî olduğunu inkâr etmek, mevcut ilimlerin doğru olmadığını söylemek kadar gülünçtür. Bunun için insanlık senin gibi seçkin bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra da görmeyecektir. Ben yüceliğinin önünde saygıyla eğilirim.” (Büyük devlet adamı ve Alman filozof Prens Bismark )

“Hz. Muhammed’in (A.S.M.) insan olması itibariyle, bütün insanlık muhakkak iftihar eder. Çünkü O Zat, ümmi olması (Okuma yazma bilmemesi) ile beraber, onüç asır önce öyle kanunlar ve esaslar içeren bir şeriat getirmiş ki, biz Avrupalılar ikibin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek, en mutlu ve saadetli nesiller oluruz.” (Shebol, 1927 Hukuk Kongresi Başkanı)

Son olarak şu çarpıcı bilgiyi verelim: “Tarihteki Yüz Büyük İnsan” adlı kitabıyla bütün dünyada yankılar uyandıran Amerikalı bilim adamı Prof. Michael Hart’a kitabın ilk yayınlandığı tarihten on yıl sonra, Kahire’de çağırıldığı bir ödül töreninde, El-Ahram Gazetesi muhabirlerince sorulan; “Kitabınızın yayınlanmasının üzerinden 10 yıl geçti neredeyse. ‘100 ünlü Adam’ adlı kitabınızda birinci yeri Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ayırmıştınız, hâlâ bu görüşünüzde ısrarlı mısınız?” şeklindeki soruya şu cevabı vermişti:

“Bu, ünlülerin ilk listesi. Bu sayı 200-300’e bile çıkarılsa Hz. Muhammed’in (s.a.v.) listenin başındaki yeri sabittir. Ben ünlüleri incelerken bazı sabit kriterler ortaya koydum. Bunlardan biri de, ünlülerin insanlık tarihinde bıraktıkları geniş ve derinlemesine izlerdir. Benim, ünlülerin en ünlüsü olarak Hz. Muhammed’i (S.A.V.) tercihim ise, O’nun hem peygamberliği, hem de dinî ve dünyevî seviyede fevkâlâde başarılı olmasıdır. İnsanlık ahlâkî, felsefî ve hukukî olarak İslâm’dan daha mükemmel bir din görmemiştir. Hz. Muhammed (S.A.V.)’in vefatından sonra da İslâm, dünyanın doğusunda ve batısında yayılmaya devam etti. Dünyada hâlâ birçok insan kalpleriyle ve akıllarıyla İslâm’a yöneliyor. Hz. Muhammed’in (S.A.V.) davet ettiği din, on dört yüzyıl önce medeniyetin ve kültür merkezlerinin dışındaki bir bölgede doğmuştu. Ve zor şartlar altında yol aldı. Buna rağmen İslâm, dünyanın her yönüne yol buldu. Ve inanıyorum ki Hz. Muhammed (S.A.V.) gibi, her yönüyle mükemmel bir insan, bir daha gelmez.”

Hz. Muhammed’in (A.S.M.) gerçek bir peygamber olduğunu gösteren delillerin diğer bir parlak yönü olan, gösterdiği mucizelerin sayı ve çeşitliliği hakkında azıcık araştırma yapan biri, diğer peygamberlere nispeten neden onu çok daha fazla bir kesinlikte peygamber olarak kabul etmesi gerektiğini en çarpıcı bir biçimde görecektir. Şöyle ki: Hz.İsa (A.S.) ve Hz.Musa’nın (A.S.) bilinen sekiz-dokuz çeşit mucizeleri vardır. Bunlar içinde zaten birkaçı sadece bir kereye mahsus gösterilmiş olup tekrarı olmayan mucizelerdir. Burada teferruat vermeyeceğiz. Elbette bu mucizeler de çok etkili ve harikadırlar. Ancak Hz.Muhammed’e (A.S.M.) baktığımızda görülen mucize çeşiti, sayısı ve sağlam kaynaklara dayandırılarak nakledilmeleri, bambaşka bir hadisedir ve tam anlamıyla göz kamaştırmaktadır. Yaklaşık 1000 civarında mucizenin muhtelif zaman ve mekânlarda gösterilmesi, harikulâde bir hadisedir. Daha önce de kaynak bir eser olarak şiddetle tavsiye ettiğimiz ve Risale-i Nur’un 19.Mektubu olan Mucizât-ı Ahmediye Risalesi’nde, bu mucizelerin üç yüz kadarı tasnifleri yapılarak anlatılmakta ve adetlerinin tekrarlarıyla birlikte bine ulaştığı ifade edilmektedir. Bu emsalsiz eserde, Hz.Peygamber’in (A.S.M.) mucizeleri daha önce görülmemiş bir aklî zemine ustalıkla oturtulmaktadır.

Acaba hiç mümkün müdür ki, bu kadar çok sayı ve çeşitlilikte mucize gösterdiği nakledilen bir insan, hem de muhalifleri tarafından o mucizelerin vücutları inkâr edilmemesiyle beraber, hayatı boyunca tek bir gerçek mucize göstermemiş olsun?

Diğer taraftan Hz.Peygamber’in (A.S.M.) hayatı, hiçbir peygamberde olmayan bir biçimde tüm detaylarıyla, tarihçe sağlam kaynaklara dayanılarak, alanında uzman hadis âlimlerince kayıt altına alınmıştır. Sözleri, davranışları, karakteri, etrafındaki hadiselere ve insanlara olan davranış şekli ve bir insana peygamber dedirten yüksek ahlak ve karakter özelliklerinin, hem diğer peygamberlerle kıyaslanmayacak derecede detaylı olarak kaydedilmiş olduğunu, hem de onlardan çok daha üstün ve kapsamlı bir şekilde mevcut bulunduğunu görmekteyiz. Diyebiliriz ki, tarihte hiçbir insanın hayatı bu titizlikte sıkı takip edilmemiş ve sağlam kayıt altına alınmamıştır. Bu konuda İngiliz bilim adamı John Davenport şöyle diyor: “Meşhur Peygamberler, fâtihler arasında tarih-i hayatı; Hz. Muhammed’in tarihi gibi, en ince teferruatına kadar, en vesikalı şekilde kayıt ve zapt olunan bir kimse gösterilemez.” Daha önce de kaynak bir eser olarak tavsiye ettiğimiz Kadı İyaz’ın Şifa-i Şerif isimli meşhur eseri ki, elimizdeki nüshası yaklaşık sekiz yüz sayfadır ve eserin tamamının Hz.Peygamber’in (A.S.M.) ahlak özelliklerini ve yüksek faziletlerini anlatmaya adanmış olması, buna çok güzel bir misal teşkil ediyor.

Öyle görünüyor ki hayatı, sözleri ve karşılaştığı hadiselere gösterdiği isabetli ve hikmetli tavırları hakkında bu derece yüklü bir bilgiye sağlam kaynaklarla ulaşabildiğimiz ikinci bir peygamber adayını tarih kaydetmemiştir. Dolayısıyla önümüzde duran en kuvvetli aday olarak O göründüğünden, herkesten önce ve fazla, peygamber olarak kabul görecek de, O olacaktır. Birisi peygamber olarak kabul edilecekse, hepsinden yukarıda bir kesinlikte ve öncelikle O’nun peygamberliğinin hakkaniyetine hükmedilecektir.

Baştan buraya kadar olan bütün tetkiklerimizin neticesinde gönül rahatlığıyla diyebiliriz ki: Evet, insanlık âleminde peygamberlik muhakkak gerekli bir manadır ve Hz.Muhammed (A.S.M.), o manayı en mükemmel şekilde karşılayan gerçek bir peygamberdir.

Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı Ders Videosu: (Bir İnsanın Peygamber Olduğu Nereden Belli Olur) 

https://youtu.be/oc5d6lCXj5

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum