BİR DÖNÜŞLE DÖNÜYORUZ

BİR DÖNÜŞLE DÖNÜYORUZ

Mustafa UÇURUM'un yazısı...

Bir dönüşle dönüyoruz. Yaprağın daldan düşerken dönüşü gibi bir ahenk tutturmuşuz. Dünyanın dönüşüne eş bir ritimle dönüyoruz. Bir avuç toprağı basarak bağrımıza, minibüslerin en arka koltuğunu kimseye kaptırmadan, sözün dile düşeceği şiirlerden söze başlayarak, bir dönüşle dönüyoruz. Kamyonların arkasındaki her sözden derin anlamlar çıkararak, bulduğumuz her fırsatta “Filistin, kalbimiz ol!” diye haykırarak, gizlemeden açıktan açığa Müslüm Gürses’ten en acılı bir şarkı dinleyerek çıkıyoruz şehrin en kalabalık caddelerine.

En fiyakalı bakışımızı çekip şehirden, en savunmasız halimizi alarak üstümüze, en hoyrat bakışları silkeleyip üzerimizden, fabrika dumanı sinmiş paltolarımızı alıp omzumuza bir şehri fetheder gibi giriyoruz sokaklara. Çıkmaz sokaklar açılıyor gölgemizin ahenginden. Bir dönüş ki kalbimizden başlayan, tufan çıkıyor sanki. Yüzleri tanımadan, rüzgâra aldırmadan, anne dualarından geçen, babaların gölgesinden süzülen bir dönüş.

Ne çok kül var şehirde üstümüze yağan. Yangın yürüyor bir tufan gibi. Biz döndükçe kumlar saçılıyor şehrin üstüne. Biz döndükçe çöl, gül oluyor. En tatlı rüzgârlar esiyor bir saadet şehrinden. Birden meydanlara çıkıyor sesimiz, birden şehrin üstünde yankılanıyor. Neşeli insanların yüzünden geçip, “mutlu olmak zorunda değiliz” diyenlerin yüzlerine bir tebessüm bırakarak, ey sevgili ne de hazin bakıyorsun öyle diyerek çiçeklerin arasından geçerek yerini bulma telaşını üzerimizden atıp bulduğumuz her kalbe yerleşmeyi bir tenhalık sayarak çoğaltıyoruz sesimizi.

Akıl almaz sözler söyleyerek, sözlerin en başına heybetli bir “ey!” koyarak sesimizin yankısının ardına düşüyoruz. Sesimiz duvarlara çarptıkça devrim, sesimiz meydanlarda dalgalandıkça ihtilal, sesimiz ovalara yayıldıkça pastoral bir iç geçirme oluyor. Ne kadar çiçek varsa savruluyor şehrin üstüne doğru. Aksakallı bir derviş asasına dayanarak, tozlu yollardan şehre iniyor. Arkasında her çiçekten bir koku, arkasında tetikte bekleyen bir telaş, dilinde geçmiş zamanlardan bir ses. Çağırıyor önüne kim çıkarsa, takılıyor ardına kim çıkarsa, bir dönüşle dönüyor, her yer muazzam bir Mekke. Konuşuyor, her yer Yusuf’tan kalma bir cömertlik. Konuşuyor; “Ben ey derim ve severim ey demeyi bilenleri.” Şehirde gök gürültüsü
gibi bir çığlık; “EYYY!” 

Kaybetmek nedir bilmeden, üstümüzdeki kumları savurarak ne kadar sur varsa bir bir aşarak üstünden, kelimelerin gölgesini alarak üstümüze acil bir şiir gibi sözleri sıralayacağız sevmek nedir bilmeyenlerin yüzüne.

“İçlerindeki sevgi insanları atlayarak hayvanlara yönelmiştir
Özellikle kedilere ve köpeklere karşı iyice duygusaldırlar iki gözleri iki çeşme,
Öldürmemektir felsefeleri bir karıncayı bile, ama yaşatmayı bilmezler,
Bönlükten korkarlar, gezgin köftecilerden adamakıllı korkarlar
Fotoğrafın arabından ödleri kopar”

Bir dönüşle dönüyoruz. Döndükçe renk gelecek herkesin yüzüne. Sustukça nehirler çağlamayacak, kuşlar göç etmeyi unutacak, bir baba evine dönmeyecek, bir tank gelecek ve dağıtacak çocukların oyununu. Bir yordam vermek için şehrin karanlık sokaklarına, aydınlık yüzleri güneşe çevirmek için, en güzel yola düşenler için ne büyük müjdeler var sonsuz bir sesten. “Allah, günahlarınızı bağışlasın, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koysun. İşte bu büyük başarıdır.”