Biçare insan

Yıllarca evvel “çocuğumu ben yarattım” diyecek kadar gaflete düşmüş -hemşehrim- bir ateist babanın “yarattım” dediği 2-3 yaşındaki erkek çocuğunun bir gece ani ölümü karşısında çektiği perişaniyeti tarif edemem.
“Yarattım” dediğin çocuğunu kim senden izinsiz öldürdü? Yeniden o çocuğu diriltsene hani sen yaratmıştın, bir daha yaratsana. (Haşa) Zavallı insan…

Yine bir dünya kupasında milyonların gözü önünde birden yere düşüp ölen sporcunun can verişini izleyen milyonlar ve etrafına toplanan ambülânslar ve doktorların çaresizliği ve çaresiz bakan milyonlarca gözler ve açığa çıkan insaniyetin aczi ve zavallılığı…
Bir baş veya bir diş ağrısıyla sabahlayan ve uyuyamayan içine düştüğü sıkıntı ile sabahı getiremeyenler. Ağrının şiddetinden uzayan dakikalar, doğmayan güneş. Bitmek bilmeyen beklemeler… Kuyruklar, açılmayan yollar, tıkanan trafik ve bitmeyen işler.

Ciğerine yapışan ve onu yere yatıran bir mikrop, fırtına, sel yağmur, deprem, kıtlık kahtlık, belalar, kazalar, depremler, kuş gribi, domuz gribi, şu hastalık bu hastalık vefat edip giden dostlar, akrabalar ahbaplar, mezar başındaki çaresiz boyun bükmeler. Ne kadar aciz ve zayıf ve tahammülsüz, sabırsız, nazik, seriütteesür ve elinden bir şey gelmez bir mahluk olan insan.

Bütün dünyayı dolduran Güneşin ziyasına körlük edip gündüz ortasında gözünü kapatıp gündüzünü geceye çeviren adam kendine ne kadar haksızlık etmiş olur. Aynen öylede; hadsiz Kudret, Hikmet ve İlm-i Muhiti içinde taşıyan ve kainatın sebebi vücudu olan ve biraz basiretle anlaşılabilen, etrafımızı saran Rahmet-i binihayenin varlığına gözünü kapatıp ülfet ve cehalet perdesiyle bu hakikati görmezden gafil ve nefsine bir kıymet verip onu merci ve mastar görüp, acziyetin pençesinde hayatını karartan insanın ondan ne farkı var.
Hâlbuki insan medenidir. En küçük bir kulübe gibi bir misafirhanede, misafirlerin en küçük ihtiyaç ve istifadelerine göre yapılan tedbirlere bakıp misafirhane sahibinin ihsan ve hikmetli işlerine minnettar olup teşekküratını sunmayı borç bilir.

Böyle iken kendi hayat ve vücudunu ve tüm sevdiği mahlukatın hayat ve vücutlarını, Kemal-i Hikmet ve İnayetle tanzim edip, bütün o zihayatların vücut ve hayat ihtiyaçlarını tekeffül ederek Rahmet-i binihayesiyle vakti münasipte yerine getiren Halık'ı Zülcelalin varlığına birliğine iman ve hadsiz rahmet ve ihsanına nihayetsiz minnettar olması gerekir.
Demek insan kendi mahiyetine dikkat etse biraz aklını çalıştırsa acz ve zaaf içinde yaratılıp kuvvet ve iktidarının dışında bu acz ve zafına binaen kainatın ve tüm mevcudatın istifadesine nihayetsiz bir Kadirin teshiriyle verildiğini anlar, Kudret-i İlahiye’ye istinada ihtiyacını bilir Amentü Billah der, O’na teslimi umur eder.

Yine o insan fakr ve hadsiz ihtiyacına bakıp, irade ve ihtiyarının haricinde ki bir teshir-i Rabbani ve İkram-i İlahi ile kendisinin ve bütün zihayatın hacatlarının yerine getirildiğini ve ebede uzanan emel ve arzularını ancak O Rahmet-i Binihayenin rahmet hazinelerinden istimdat ile karşılayabileceğini anlar.
Ruhunun ve ebede uzanan latifelerinin hacatını O’ndan istimdat yoluyla teskin edebileceğini ve O Rahmanurrahimin dergâhına ilticada saadetinin olduğunu ve buna mecbur ve muhtaç olduğuna kani olarak secde-i şükrana varır.
İşte insan hadsiz acziyle nihayetsiz düşmanlarına ve hadsiz fakriyle ebede uzanan emellerine dayanak ve medet noktası olarak Kudret ve Rahmeti ilahiyeyi bulmazsa ve bilmezse mahlukatın en şereflisi iken en perişanı ve zavallısı, hor ve hakiri olur.

İnsan bütün hayvanata muhalif olarak her şeyi öğrenerek tecrübe edinerek imkânları nisbetinde elde ederek bütün insanların muavenetiyle hayatını sürdürebilir devam ettirebilir.
Evet eğer insan yaratılışındaki acz ve zaafı ile birlikte akıl ve zeka nimetleri kendisine verilmemiş olsaydı, bir ördek yavrusu gibi yüzmeyi öğrenemez, bir maymun gibi ağaçlara çıkmaz, bir çıta gibi avını avlayamaz, bir bülbül kadar yuvasını yapamaz, bir kedi yavrusu kadar hayatını koruyup muhafaza edemezdi.

Bir çocuk gibi acz ve zaaf ve fakrının lisaniyle ağlayan bu insanın bu şiddeti zaafı ve fakrı adeta Kudreti Mutlaka’yı ve Rahmeti binihayeyi ihtizaza ve sel gibi cereyana ve galeyana getirerek kainatı insana bir beşik, bir rahmı mader, bütün nimet halelerini başına bağlamış, unsurları ve zihayatları emrine vermiş ve mahlukat üstüne çıkararak sultanı mahlukat etmiş ve halife-i Ruyi zemin nişanıyla taltif ile aziz etmiştir.
Eğer insan, Kudret ve Rahmetin bu iltifatını ve iltimasını anlamaz ve O Kudret ve Rahmete iki eliyle yapışmaz ve O Kudretin önünde secde edip ebede kadar minnettarlık hissini duymaz ve derk etmezse bütün mahlûkatın altına düşüp kendini ebedi mahrumiyete düçar etmez mi?
Ve kendisini ve tüm sevdiklerini ve dünyasını idamı ebediye layık ve mahküm etmez mi?

Ey akıllı ve kendini kendine malik zannedenler ne dersiniz?
Geliniz bu nihayetsiz sükuta ve perişaniyetinize bir çare bulunuz. Veyahut bütün kainat ve bütün mevcudatın vücutlarındaki intizam-ı hakimane ve Rahimaneleriyle varlığına şahitlik ettikleri Sultan-ı Kainata iman ve teslimiyetle  hakiki insan olunuz ki İki cihan saadetini bulasınız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum