Bediüzzaman’ın bayramları

Bayram sevincini derin bir hüznün kardeşi olarak hissederim hep! Bu his biraz da çocukluk günlerinden itibaren gurbet ehli olarak yaşamaktan kaynaklansa gerek.
Hatırladığım bir dua şöyle yazılmıştı: “Gurbet akşamlarında gariplerin gönlüne düşen hüzün hakkına…!”

Gurbette bu bayram akşamı asrın garibi Üstadımın bayramlarını araştırmak geldi aklıma.
Sonunda pişman oldum!
Bu olayı anlatacak ne bir safi lisan ne de anlayacak bir hazin kalp bulmak mümkün değil günümüzde. Ama yola çıktık bir kere!

İKİNCİ SAİD’İN BAYRAMLARI

Üstad’ın ilk sürgünü bayram günlerine rastlar. "Zigana'da Bayram münasebetiyle tatlı verildi” der Son Şahitler’den biri. Sürgün’de ikinci bayramını Burdur’da karşılar Üstad.
Eğridir’den ancak kayıkla gidilebilen Barla karyesinin sessizliğine misafir olur ardından. Burada onu bağrına basan saf Anadolu irfanı arasında, nispeten sesiz, ama çok sevdiği yakın akrabalarının vefat haberleri için döktüğü göz yaşları ile yaşar bayramları.

Bu küçük kasabada nasıl bir baskı altına alınmıştır bilinmez.  Ama hamiyetli bir talebesi Üstadına seslenirken şöyle feryad eder: 
“Senelerden beri zalimlerin pençe-i zulmünde inleyen bu bîçare müslüman kardeşlerinizle geçirmekte olduğunuz bu mübarek bayramın belki dokuzuncusunu hücra köşelerinde, dostlarınızdan uzak, akraba ve taallukatınızdan mahrum bir vaziyette, teâli ve terakkisi için çalıştığınız cem'iyet-i İslâmiye arasından uzaklaştırıldığınız bir halde geçireceğinizi hatırladıkça yüreğim parçalanıyor, ruhum azîm bir elemle yanıyor, gözlerimden yaşlar dökülüyor. Kalbimden yükselip gelen bir ses ‘Ağla hem çok ağla! Belki rahmet-i İlahiyenin nüzulü ve âlem-i İslâmın saadet ve selâmeti için ağlayanlarla beraber ağla!’ diyor.” (1)

Bu ağlamalar çare olmaz, Üstad baskıları azaltmak için kapısına şu ilanı asar:
“Kalben rahatsızlığım dolayısıyla, Kurban Bayramına kadar Süleyman Efendi, Şamlı Hâfız Tevfik, Abdullah Çavuş ve Mustafa Çavuş'tan başka kimseyi kabul etmiyorum. Affedersiniz gücenmeyiniz! Said Nursî” (2)

Bu tedbire rağmen bayram gecesini şöyle geçirir:
“1935 senesi Kurban bayramı olan 16 Nisan gününde, bu mübarek bayramın dört gününde bir polis bulundurmak suretiyle; benim gibi garib, ihtiyar, hastalıklı bir adama şüphe isnat ederek tarassud ettirmek…”

Bütün dostları O’dan uzaktır. Ellerinden gelse  O’na nefes almayı yasaklayacaklar!   Nasıl bir kalp taşıyorlardı Rabbim!

Oda hapsi işe yaramaz! Bir süre sonra içeri alınır. 1936 Ramazanı’nı Eskişehir hapsinde geçirecektir. Gerçi ona yapılanlar sadece zulme esir kalpleri karartır. Yoksa o ehl-i dünyanın mahkumu değildir. Bir şey anlamışlar mıydı bilinmez ama bir gardiyan şöyle anlatır:
"Günlerden Ramazan Bayramıydı. Savcıyla Müdür Otpazar Camiine bayram namazı kılmak için gitmişlerdi. Camiye vardıklarında bakıyorlar ki, Bediüzzaman en ön safta oturuyor. Namazdan sonra kapının iki tarafına durarak Hocayı beklemeye başlıyorlar. Nihayet herkes çıkıyor, fakat bir türlü Bediüzzaman'ı kapıdan çıkarken göremiyorlar. en son camiin imamı çıkarken soruyorlar, içeride başka kimse var mı diye. İmam, içeride hiç kimsenin olmadığını söylüyor.” (3)

nursi_hapis.jpgYıl 1943 yine bir Ramazan bayramıdır. Üstad ve  nur talebeleri  Isparta’da göz altına alınır. Talebelerini teselli için yazdığı mektubunda şöyle demektedir. “Bu dershane-i Yusufiyedeki muvakkat sıkıntıların daimi lezzetler ve faideler vereceklerine inanan sizin gibi ihlâslı zatlara acımak ve rikkatten ağlamak haletini tebrik… Hem uhuvvetimizin, hem Risale-i Nur’un, hem Ramazanımızın, hem sizin bu yüzden öyle faydaları var ki; Perde açılsa; “Ya Rabbena şükür, bu kaza ve kader-i İlâhi hakkımızda bir inayettir” dedirtecek, kanaatım var.” (16.10.1943) (4)

Ne bu bayramda ne de takip eden Kurban Bayramı’nda hapiste yanında bulunan talebeleriyle de görüştürülmez! (27.12.1943) (5)

Denizli Hapsinden çıkar ama zorunlu ikamete tabi tutulduğu Emirdağ adeta açık hava hapishanesidir. Yıl 1947 Üstad kendisi anlatır: “Bayramın ikinci gününde, teneffüs için kırlara çıktığım zaman, ehemmiyetli bir memur tarafından beş vecihle kanunsuz bir taarruza maruz kaldım. Cenab-ı Hak rahmet ve keremiyle, belime, başıma yüklenen Risale-i Nur eczalarını ve ruhuma ve kalbime yüklenen şakirdlerinin haysiyet ve izzet ve rahatlarını muhafaza için, fevkalâde bir tahammül ve sabır ihsan eyledi. Yoksa bir plân neticesinde beni hiddete getirip Risale-i Nur'un, bahusus "Âyet-ül Kübra"nın fütuhatına karşı bir perde çekmek…” (6)  için bir hadise planlamışlardı. Geri evine döndü. Sessizce ağlamış mıydı acaba!

Kalem dile geldiğinde şöyle yazdı: “Demek bu yirmi senede bana verilen azab, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir muameledir. Bu yirmi sene kırk bayramımı münzevi, yalnız geçirdim. Artık yeter! Kabir kapısındayım, beni dünyaya baktırmayınız. Hattâ bu yirmi bayramdır, bir ikisinden başka umumlarında, bu gurbette, kendi odamda yalnız mahpus gibi geçirdim.” (7) 

Gurbette bir odada mahpus 40 bayram geçirdi Üstad. Ancak bu kadarı yeter denmeyecekti.

1948-1949 iki Ramazan ve iki Kurban bayramı yine hapiste geçti! Öldürücü zehir ve dondurucu kış ortamında Cevşen bir zırh gibi kuşatacaktı O’nu!
Buna rağmen bir çoğunun evi ve ailesi sahipsiz kalan 100 kadar talebesini yine O teselli edecekti:
“Madem bayramlaşmamız mahkemenin muvakkat hapis menzilinde oldu, ben de bayram tatlısı olarak; Konya kahramanı Zübeyir'in bana getirdiği zemzem ile Nurs Karyesi'nin bence çok manidar balını gönderdim. Siz bal matarasına su koyun, karıştırınız. Sonra zemzemi içine bırakınız, kemal-i âfiyetle içiniz.”

Matarasının balını kör ve sağır şeflerin acı zulümlerini bal eylemek için kullandı!

Bediüzzaman’a yapılan zulümler tek partili şeflerin saltanatını bir daha dirilememek üzere karanlığa gömecekti! Ama sabır lazımdı kökleri derin çeteler peşini bırakmayacaklardı. 1951 yılı Ramazan bayramı akşamıydı. Yine zehirlemişlerdi. Bir ehl-i vicdanın isyanına şahit oldu satırlar: “Kendisini milletine hasreden seksen yaşındaki ihtiyar bir din âlimi öldürülmek isteniyor; hem de Ramazan Bayramı akşamı, iftar yemeğine zehir konulmak suretiyle. Bu ne fecî, bu ne tahammül edilmez bir haldir. Tecrit edilmiş, daimî bir tarassut altında, kapısında bekçi. O içerde ölümle başbaşa bırakılıyor. Heyhat! Geliniz ey ehl-i İslâm. Hep beraber ağlaşalım. Hayır, hayır! Gözyaşlariyle, feryat ile tedavisi mümkün değil bu derdin... Allah için uğraşalım.” (8)

Son suikast 25 Aralık1953 tarihinde Kurban Bayramı’nın 2. gününde yapıldı. O’nun zehiri bal yapma sırrını bilmeyenler O’nu yine zehirlemişlerdi.
Uzak beldelerde gözyaşı döken talebelerinin duaları imdadına yetişti.

SON BAYRAMDAN ÖNCE

Ahrarların ilk iktidarı yalancı fecrin müjdesiydi. İmam Bediüzzaman, tatlı hatıralar bırakmak ve büyük bayramı müjdelemek için yollara düştü. 
Bir gün İstanbul’daydı: “Bir Kurban bayramındaydı. Sabah namazından sonra kapı çalındı. 'Muhammed kardaşım! Muhammed kardaşım!' diye bir ses çağırıyordu. Kapıya çıktım. Baktım ki Üstad. Boynuma sarıldı ve 'Sen Kur'ân'a çok hizmet ediyorsun. Benim yanıma gelenleri çok tâciz ediyorlar. Seni tâciz etmemeleri için, benim yanıma gelmesin, diye haber gönderdim' dedi.” (9)
 
Bir gün Emirdağ’daydı: "Bayram namazında yine Üstadla beraberdik. Bu defa Üstad, namazı ikinci katta müezzinlikte kıldı. Namazdan sonra halk, bilhassa çocuklar, Üstadın başına üşüşüp ellerinden öpüyor, cübbesinin eteklerine yapışıyorlardı. Üstad, onların başlarını şefkatle sıvazlıyor ve dualar ediyordu.” (10) 

Ve bir gün 50 yıldır beklediği büyük bayram gelmişti:
“Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın i'cazıyla ve Risale-i Nur'un kuvvetli bürhanlarıyla ve şakirdlerin ihlası ile, izn-i İlahî ile üzerinden kapılarını açtırıp beraet kazandıran ve o günde bize ve âlem-i İslâma bayram yaptıran ve hakikaten Risale-i Nur'ları "Nurun alâ nur" olduğunu isbat ederek kıyamete kadar serbest okunup ve yazılmasına hak kazandıran ve âlem-i İslâmın Kur'an-ı Azîmüşşan'ın gıda-i kudsîsiyle ve Nur'un uhrevî taamıyla ve şakirdlerinin iştihasıyla ekmek, su ve hava gibi bu Nurları okuyup yazanlardan binler kişinin imanla kabre girdiği… Risale-i Nurlar Ankara'da, matbaalarda binlerce basılıyormuş. Bu en büyük bayramımızdır. Bu bayram, bütün dünyadaki din kardeşlerimizin bayramıdır.” (11)

Bayram başlamıştı ama O, çektiği zulümlerin karşılığını dünyada almamak için yine bir bayram öncesi dünyayı bırakıp ahirete gitti! O’nu için asıl bayram bu olmalıydı.

TEBRİK

Üstadım dünyanın en güzel dualarıyla bayramını tebrik ediyorum. Lütfen kabul buyur. Sana bütün ruhumla minnet borçluyum. Sen bu zulümleri yaşmasaydın, şimdi ben -yine sana duacı olan yavrularımla- bu gurbet bayramını iman ve Kur’an dolu sofralarda yaşayamazdım!
Allah’ım bütün cedlerinle birlikte seni, Cennetü’l- firdevsinde konuk eylesin! Amin

DİPNOTLAR:
1-Barla Lahikası, Ahmed Hüsrev, s. 226
2-Barla Lahikası, s. 359
3-N. Şahiner, Son Şahitler,  Hasan Zaimoğlu, s.333
4-Şualar,  Envar Neşriyat, s. 274
5-A. Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat; s.
6-Emirdağ Lahikası 1, s.72
7-Tarihçe-i hayat, s.221
8-Tarihçe-i Hayat, Nihat Yazar, s.635
9-Şahiner, Gönenli Mehmed Efendi, s.264
10-Şahiner, Ali Tayyar, s. 202
11-Şualar, s. 275

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum