Bediüzzaman Said Nursi neden hacca gitmedi?

Bediüzzaman Said Nursi ile alakalı olarak bazı sorular vardır. Hala bazılarının zihinlerinde takılı olarak durmaktadır. Bunlardan bazıları şunlar: Neden sakal bırakmadı, neden evlenmedi ve neden hacca gitmedi? Bunlardan bir kısmına zaten kendisi cevap verdiği için üzerinde durmuyoruz. Bediüzzaman hacca neden gitmedi sorusuna ise yetersiz cevaplar verilmiştir. Bu sorunun tatmin edici bir cevabı verilmelidir ve bu yazı o bağlamda küçük bir denemedir.

Kimileri bunu ‘istitaat’ yani güç yetirme şartıyla bağlantılı izah etmek istemiştir. Bunun yetersizliği ise açıktır.  Halbuki, bunu İmamu’l Haremeyn Cüveyni’nin ‘Giyasi lilümem’ kitabının ışığında izah etmek daha gerçekçidir.

Ulema, toplumsal görevler nedeniyle toplumsal mazeret bağlamında sultanların hacca gitmemelerine cevaz vermiş yani onları bu bağlamda mazeret sahibi yapmış ve mazur görmüştür. Bu da aslında zımni olarak istitaat dairesini ilgilendirebilir.

Osmanlı sultanlarının da kadir oldukları halde hacca gitmeyişleri gıyapları halinde devlet katında boşluk ve fitne doğması ihtimaline binaen verilen bir cevaza mebnidir. Keyfi değildir. Ulema bu bağlamda ulu’l emrin bir kanadı olan sultanları bu görevden muaf tutmuşlardır. Lakin hac yerine avla meşgul olan Avcı Mehmet gibi sultanlar da bu kapsama girer mi? Bu da ayrı bir tartışma konusudur. Ümera gibi ulema da bu hususta içtimai görevlerle mücehhezdirler ve ulu’l emrin ikinci şıkkını temsil etmektedirler. Bundan dolayı sultanlar için geçerli olan mazeret kapısı onlar için dahi açık olsa gerektir.

Bu hususta, Bediüzzaman’la aralarında mukayese yapılabilecek alimlerden birisi ihlas kahramanı Hamalı Şeyh Muhammed Hamid’dir. Bediüzzaman Ankara’ya gittiğinde derinden derine bir ilhad ve ateizm dalgasının vatan sathına yayılmakta olduğunu görür, dehşete kapılır ve buna mukabele olarak Arapça Hubab risalesini yazar. Zafer sarhoşluğu neredeyse bir dinsizlik cereyanını tetiklemektedir.

Benzeri hal Suriye’de de istiklalden sonra baş gösterir ve bu dinsizlik cereyanının önünü almak için Hamalı Muhammed Hamid de mukabele ve önlem olarak ders halkaları tertip eder.
*
Muhammed Hamid, hayatında tek bir defa hacca gider ve daha fazla gitmez. Neden daha fazla hacca gitmediğinin sorulması üzerine verdiği cevap sanki Bediüzzaman savunması gibidir: ”Arkamda boşluk bırakarak bir kez daha nasıl hacca gidebilirim? Söz konusu mevsimde ulemanın çoğu hacca giderek arkada boşluk bırakmakta ve insanların dini ihtiyaçlarını savacak ulema kalmamaktadır. Talebelerimi medresede tek başına bırakarak nasıl nafile olarak hacca gidebilirim ki? Talebeleri eğitmek boynumun borcudur… (1)”

Bediüzzaman Said Nursi de bütün satıhı/yüzeyi bir Medresetü’z Zehra olarak görmüş ve iman hizmetini boynunun borcu olarak telakki etmiştir. Bu da müzahamet halinde olan içtimai görevlerle ferdi ibadetler arasında zaman zaman tercih yapmasını zorunlu kılmıştır. Dolayısıyla içtimai görevler istitaat/güç yetirme meselesini etkilemiştir. Dolayısıyla kendisini iman hizmetine adamış ve bu anlamda dünyasını belki de ahretini de feda etmiştir.

Bu itibarla, toplumsal görevler ve hizmetler muvakkaten veya kalıcı olarak bazı amellerin tehirini beraberinde getirebilir. Bu bağlamda, Bediüzzaman’a benzer isimlerden birisi de Cezayir’in Muhammed Hamid’i veya İzzettin Kassam’ı olan Cemiyetü’l ulema’nın kurucusu Abdulhamit Bin Badis’tir. Bin Badis, 4 yıl boyunca Tunus’da Zeytune Üniversitesinde öğrenim görür ve şer’i ilimlerini tahsil ettikten sonra Mekke’ye gider ve haccını yapar. Bundan sonra da yine ülkesine dönüş yolunda geçmişte emsallerinin yaptığı gibi bir yıl kadar Kahire’de eylenir ve ulemasıyla tanışır ve fikir teati eder ve memleketine döndükten sonra ise akkültürasyon (batılılaştırma) ve de-Algerianization (Fransa’nın Cezayirlileri Cezayirli kimliğinden arındırma siyaseti) dalgalarıyla mücadele eder ve bu bağlamda, Malik Binnebi ile Bin Badis arasındaki emperyalizmle mücadeledeki yöntem farkını ele alan Kanadalı Fred A. Reed, Bin Badis’i Yeryüzünün Lanetlileri (Wretched of the Earth) kitabını yazan Frantz Fanon’un müjdecisi ve öncüsü sayar ve kabul eder (2).

Bin Badis genel olarak gelenekçi değildir ve Muhammed Abduh ve Cemaleddin Afgani çizgisinde yer alır. Lakin onun toplumsal ve içtimai bağlamda misyon anlayışı ayniyle Bediüzzaman’la müttehittir. Fransız baskısından dolayı kendisini yurtdışına çıkarmak isterler o ise şunu söyler: "Ülke dışında olsam bile buraya gelmem ve buradaki içtimai vazifeyi deruhte etmem gerekir."

Bediüzzaman da ayın çıkışı yapar ve kendisini dönemindeki baskılardan dolayı İran’a götürmek isteyenlere benzeri tepkiler verir. Ve şöyle der: “İmânı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı; çünkü, en ziyâde burada ihtiyaç var..." (Tarihçe-i Hayat, Sayfa 441)

Cezayir’in Beşir İbrahimi gibi alimleriyle birlikte efsanevi Cemiyetü’l Ulema’ul Müslimin kurucularından olan Abdulhamid Bin Badis de aynı ifadeleri kullanmaktadır. O da kendisini Hicaz’a götürmek isteyenlere karşı aynı argümanı kullanmıştır (3).

Hac, Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi günümüzün en önemli farizası olan ittihad-ı İslam’ın ikamesi meyanında yıllık bir prova niteliğindedir. Allah tamamına erdire…

Yoksa bu dini vazifeyi yapamaması bir ihmal sonucu olmadığı gibi, Hallac’a atfedildiği surette bir batini tevil de değildir.

DİPNOTLAR:
1-Uzema mensiyyun,sEl Müctema dergisi, 13/3/2010, s: 42 Muhammed İbni Musa Şerif
2- Principle of justice in the Life and Work of Three Great Islamic Figures:
Sheikh Ahmadou Bamba, Abdulhamid Ben Badis and Bediuzzaman Said Nursi
Presented at the International Symposium, Istanbul, October 21-23, 2007/ http://www.nursistudies.com/teblig.php?tno=475
3- Mustafa Özcan, Hicaz’da olsam gelmem lâzımdı!, 05.08.2008

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
11 Yorum