Bayram abi Risaleyi sadeleştirene çok kızdı

Bayram abi Risaleyi sadeleştirene çok kızdı

Milli kayakçı Yusuf Hamamcıoğlu Risale-i Nur’la ilgili hatıralarını anlattı

Röportaj: Nurettin Huyut-RisaleHaber

 

Milli kayakçı Yusuf Hamamcıoğlu

 

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

 

1948 yılında Bitlis’te doğdum.  Çocukluk hayatım Bitlis’te geçti. İlk, orta ve liseyi Bitlis’te üniversiteyi de Ankara’da, İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisini okudum. Bir müddet devlet memurluğu, sonra da bölge müdürlüğü yaptım daha sonra istifa edip ticarete atıldım. Şimdi ticaretle meşgulüm. Açıktan okuyordum. Ticari Bilimler Akademisi Mali Bilimler Yüksek okulunu son sınıfta terk ettim. Yani doğrusu idareci olduğumdan dolayı terk ettim. Uzun yıllar futbol hayatımız vardı, kayak hayatımız vardı, sporcu hayatımız uzun yıllar devam etti. Türkiye genelinde profesyonel olarak değil de -çünkü kayakta profesyonellik yok- yarıştık milli takımda. Erzurum’da, Bitlis’te, Sarıkamış’ta, Ankara’da, Bursa’da uzun yıllar spor yaptık.

 

Ödülleriniz de var?

 

Türkiye İkinciliği, üçüncülüğü var. Doğu gurubu şampiyonluğu var. Birinciliği var. Güney gurubu şampiyonlukları çoktur.

 

Bu ödülleriniz kayak sporundan mı?

 

Uzun yıllar bu spor hayatımız devam etti. Sporun iyiliği yanında menfi durumunu da gördük. Ayağımız kırıldı, diz kapağımız çıktı.

 

Şimdi ne yapıyorsunuz?

 

Şimdi uzun yıllar devlet sektöründe çalıştıktan sonra 12 Eylül sonrası adeta kaçırıldık devlet sektöründen. Allah razı olsun Mustafa Sungur abilerle İstanbul’da istişare ettik, dedim “ayrılmak istiyorum.” Dua ettiler Allah razı olsun. Ondan sonra ayrıldık. Devlet sektöründen, içtimai hayata, ticari hayata atıldık. Benim tabirimle devlet sektörü, özel sektör, şu anda da serbest sektör. Yani insanın kendi işiyle uğraşmasına ben serbest sektör diyorum. Çocuklarla beraber mefruşat işleri yapıyorum. İşleri çocuklara bırakmışım, onlar yürütüyorlar. Ben sadece uzaktan kumanda ediyorum. Başında bulunuyorum. Müzahirim başlarında. Fiilen, ilgileniyorum. Elhamdülillah. Allah’a yüz bin şükür. Beşer zulmeder kader adalet eder. Bizler devlete hizmet ettik, kendi namıma söylüyorum. Devletin bir şeyine tenezzül etmedik.

 

Spor hayatınız hangi yıllardaydı?

 

1965 ile 75 yılları arası diyelim.

 

O zaman tabi Bitlis’te, doğuda hatta Türkiye’de tanınmış bir kayakçı idiniz?

 

Evet öyleydi.

 

Risale-i Nur’u tanımadan önce, bir ideolojiniz var mıydı?

 

Risale-i Nuru tanımadan önce tabiri caizse içtimai hayatta sağcı, solcu deniyordu. Biz sağ cenahta idik. Hatta Risale-i Nuru tanımadan önce, kendi aramızda münakaşalarımız olurdu solcularla, biz o zamanki tabirle komünist derdik, şimdi onlar Kürtçü olmuşlar.  Yani komünistliğin perde arkası Kürtçülük imiş, şimdi doğuda Kürtçülük yapan kişilere dikkat ediyorum, 70’li yıllarda bu insanların hemen hepsi materyalist idi.

 

Risale-i Nuru ne zaman tanıdınız?

 

Risale-i Nurları Erzurum’da tanıdım. Erzurum’da Milli takım kampındaydık. Yıl 1974… Asker iken söylüyorum bunu. Milli sporcuları Erzurum’da kampa almışlardı. Bizim oraya gitmemizde çok enteresan bir şey olmuştu.

 

Yani Milli takım dediğiniz Türkiye Milli takımı mı?

 

yusuf_hamamcioglu1.jpgEvet, Türkiye Milli Takımı kampı vardı. O zaman ben daha askere gitmemiştim. Askere gitmem gerekiyordu. Ama kampa çağrılmıştım. O nedenle hem Genel Müdürlüğe (o zaman Gençlik Spor Müdürlüğü yapıyordum) hem de Genelkurmaya müracaat ettik. Bitlis’ten sporcular kampa girecek bu elemanımız da gitmek istiyor. Askeriye adına gidebilir mi? Bir hafta içinde yazışmalar tamamlandı ve ben önce Ankara’ya daha sonra tekrar Bitlis’e oradan da Erzurum’a askere gittim. Ama askere değil direk kampa girdim.  Milli takıma 1969’da girmiştim. Balkan yarışmaları vardı Uludağ’da, orada bulunmuştuk.

Askerlik yapmadık adeta, askerdik ama değildik, nerede bir yarış varsa biz oradaydık. Asker iken üniversite öğrencilerine öğretmenlik yapıyordum. Adımız asker ama, Ortadoğu Teknik Üniversitesinde ders veriyordum böyle garip bir durum…

 

Risale-i Nur’u tanıdınız neler yaşadınız?

 

Risale-i Nurları tanımadan önce orada kampta son derece serbesttik. Kütahyalı bir arkadaşımız vardı, o bana Nurlardan bahsetmişti. Bizler o zaman dindardık namazımızı falan kılıyorduk. Merak ettim acaba nedir bu Risale-i Nur? O arkadaşın telkininden sonra merakım arttı ve araştırmaya başladım. Risale-i Nurun ismini sadece duymuştum. O günlerde Bitlis’e giderken Faris Kaya ile -Karadeniz Teknik Üniversitesinde son sınıf talebesi idi o zaman, Trabzon’da okuyordu- aynı arabada geldik. Ben Bitlis’ten gelip Muş’ta binmiştim o da Hınıs’ta aynı otobüse bindi, Erzurum’a kadar beraber gittik. Risale-i Nur talebesi olduğunu söyledi, ona dedim “ya bu Nurcular kimdir, nedir, biraz bana anlatır mısın?” O biraz anlatmıştı. Daha sonra Erzurum’da Taş Mahalden geçerken Yeni Asya kitaplarını satan yeri gördüm, oraya girdim. Onlara sordum dedim “ya bu Nurcularla nasıl görüşülebilir?”  Onlar beni oradan bir yere, bir abinin yanına gönderdiler, Akşam üstüydü. Abinin yanına gittim dedim ki “ben Nurcuları arıyorum.” Çok enteresan bir şey, içimde müthiş bir merak uyanmıştı. “Ben Nurcuları arıyorum onların dersine gitmek istiyorum. Kimdirler, nedirler?” Cevap vermediler ama dediler ki “akşam namazından sonra buraya gel soruna cevap bulursun.” Ben sivil elbiselerimi giydim, zaten oraya yakın bir yerdeyim.

 

Gittim abinin yanına, kitapçı bir ağabey, kendisi yok başka birisine tembih etmiş demiş ki bir sporcu asker buraya gelecek, bunu derse götüreceksiniz. Ümit ismindeki bir abi beni aldı, dershaneye götürdü. Orda İdris Taş ile Cemalettin abi ile karşılaştık. İdris abi şu anda Erzurum’da hizmetlerle meşgul, Allah razı olsun kendisinden, kendisi ordular arası boks şampiyonu. O da sporcu olması nedeniyle bana yakın ilgi gösterdi. Beni oraya bağlayan bir ağabey…  Sonra, şu anda Nizameddin Aydın isimli bir hocamız var, ehli kalp bir ağabeyimizdir. O da dershaneye sık sık gelirdi. Şu anda Erzurum’da Hasankale taraflarında bir yerde hizmetlerle meşgul. Onun da çok yakın ilgisini gördüm. Erzurum’da ilk defa dershaneye gittikten sonra mübalağasız haftanın beş günü dersteydim.

 

Hem askersiniz hem derse gidiyorsunuz bu nasıl oluyordu?

 

Evet garip bir durum ama ben sporcu olduğum için çok serbesttim. Müsait olduğum her gün derse gidiyordum,  astsubaylara derdim ki gelin sizi sohbetlere götüreyim. Çünkü hem sporcusun serbestsin, hem de ilk tanışmanın insana verdiği bir heyecan var. O heyecanla çok insanları dershaneye götürüyordum. Asker, çavuş, onbaşı, götürdüm derslere. Hatta üniversiteden, bir asker vardı, derse götürdüm dedi ya ben Nurcuları eskiden başka bilirdim, meğerse üniversite talebelerinin yeriymiş burası.  O diyordu “ya sen bu gidişle bölüğü buraya getireceksin her halde.”

 

Askerlik bittikten sonra hayatınızda bir değişiklik oldu mu?

 

Spor hayatımda arkadaşlarım menfiydiler. Ama ben o spor camiası içerisinde en ilerilerinden birisiydim, ama şımarıklık durumumuz yoktu. Yani yanlış bir şeyin içersinde olmadım. Allah muhafaza etti. Allah bu şekilde ömrümüzün sonuna kadar götürsün bizi.

 

Neler yaşadınız?

 

Bitlis o dönemler çok karışıktı, sağ sol davaları vardı.  Ben Bitlis’e geldikten sonra orada Nur Talebelerinden büyük ilgi gördüm Cenab-ı Allah hapsinden razı olsun Özellikle Huyut ailesinden… Onların manevi desteği çok yardımcı oldu.

 

O zaman Bitlis’te gençlerin yüzde doksanı solcuydu, bir moda gibi herkes sosyalist oluyordu değil mi?

 

yusuf_hamamcioglu2.jpgEvet maalesef Bitlis öyleydi. Çoğunluk solcu ve Kürtçüydü. Komünistliğin perde arkası Kürtçülüktü. Enteresan bir şey anlatayım, malum ben bir dönem Beden terbiyesi Bölge Müdür Yardımcılığı yaptım Bitlis’te bir ara tayinim Edirne’ye çıkmıştı. Kürtçü komünistler tayinimi çıkarmışlardı. Bitlis küçük bir yer Bölge Müdürü olmamızdan dolayı bizi tanımayan yoktu ve o gün biz hedeftik. Solcuların her çeşidi birleşmişlerdi. Yani CHP’nin gençlik kolları, Kürtçü dernekleri Yusuf Hamamcı’nın aleyhinde birleşmişlerdi ve benim tayinimi çıkardılar. O zaman Milli olmak işe yaramıyordu. Yani sağ sol çatışmalarında fikir ön plandaydı. Ama Cenabı-ı Hak muhafaza ediyordu. Tayinimi tekrar geri aldırdım. 1979 sonunda tekrar döndüm. Bakan ailemi aramış demiş ki “Yusuf Hamamcıoğlu gelmesin öldürülecek” denmiş benim haberim yok. Tatvan’da araçtan indim hanımla beraber, kardeşlerim beni arabaya bindirdiler “siz gidin” dediler kendileri gelmediler, baktım diğer akrabalar yok dedim “diğerleri nerede”, bana “geride geliyorlar sen git.” Meğer biraz geriden beni takip ediyorlar adeta korumacılık yapıyorlarmış herhangi bir saldırı olursa önlemek için.

 

Hayli sıkıntılı günlerdi. Bunları sonradan öğrendim. Bana gelme diyemiyorlar, gururlarına yediremiyorlar. Bu defa kendilerince beni korumaya çalıştılar. Bu olayları o dönemler yaşadık, Cenab-ı Allah gençlerimize o dönemi bir daha yaşatmasın. Benim Amcamoğulları çok cesur idiler. Nur talebesi olmadıkları halde beni korumak adına tehdit eden o derneklerin elebaşılarını gidip evlerinden çıkartmış ve onları hayli sıkıştırmışlardı. Adeta tehditlerine karşı bunlar onları tehdit etmişlerdi. Yani elhamdülillah bizim aile onların karşısında bir kale gibi durmuştu. Devletimizin lehinde dinimizin, vatanımızın yanında kale gibi idik. Bunları 1980 öncesinde yaşadık. Allah bir daha yaşatmasın, ben bunları anlattığım zaman çok duygulanırım, şu an gene duygulandım anlatamıyorum.

Özetle şehir içersinde aileler kavgaya tutuştular. Sağcılık solculuk yüzünden…

Yani dönüşümüz enteresan oldu. Beden terbiyesi Bölge Müdürü oluşumuz çok enteresandı, Risale-i Nur’u tanıdıktan sonra Cenab-ı Hak bizleri muhafaza etmiştir, her yönüyle korumuştur. Bütün insanları da bizleri de, ailemizi de biz buna şahidiz.

 

Ben o zaman Bitlis’te Sanat Okulunda okuyordum, duydum ki Yusuf Hamamcıoğlu nurcu olmuş. O zaman siz meşhur bir insandınız, Türkiye çapında bir sporcusunuz, önemli işler yapmışsın, o nedenle biz gençlerin adeta örneği idiniz. Ama nur talebesi olmuşsunuz, ben Nurcu olduğunuzu duyduğumda çok heyecanlanmıştım, hem şaşırmıştım, hem de çok sevinmiştim. Bizim için büyük bir moral olmuştunuz.

 

Evet, o zaman Beden Terbiyesi Bölge Müdür Muavini kadrosu boştu beni hemen oraya atamışlardı. Cenab-ı Allah bize lütfetmişti genç yaşta idari kadroya geçmiştim. O dönemde imtihan falan yoktu, sadece bir dilekçe göndermişim, daha önce memurdum, askere gitmeden önce muhasebeci olarak ayrılmıştım, askere gitmiştim. Dönünce hiç memuriyet imtihanına girmeden sadece bir dilekçe yazdım, Bölge Müdür muavini olarak kadrom geldi. Bu Risale-i Nurun kerameti dışında bir şey değil. Bakana gittik Bakanı bulamadık, Genel Müdürü bulamadık, müsteşarı bulamadık, hiç kimseyi milletvekillerini bulamadık, bir dilekçe yazdım 1976 yılında benim tayinim yapıldı. Oradan daha sonra Adapazarı’na gittim, Adapazarı’ndan Bölge Müdürü olarak tekrar Bitlis’e döndüm. 1976’da gittim 6 ay sonra 1977’de döndüm.

 

Sağ sol çatışmalarının şiddetli olduğu bir dönemdi tabi o tarihler.

 

Tabi tabi, Allah o tarihleri bir daha geri döndürmesin. Yani şunu söyleyeyim o dönemlerde, yanlış anlaşılmasın mermi haznede ama emniyet kapalı öyle gezerdik. Silahlı gezerdik. Birçok dindar insan hizmet vermiş, devletin emniyeti kadar. Ailem akrabalarım benimle beraberdi, ben ne tarafa dönsem onlar yanımdaydılar.

 

Siz bir dönem de Vakıflar Bölge Müdürlüğü yaptınız o dönemde de sizi tehdit etmişlerdi bir olay yaşamıştınız?

 

Evet Ben vakıflardayken, bomba attılar vakıflar binasına, kapısına bomba bıraktılar.

 

1980’den sonra devletin tutuklamaları oldu Nurculara baskınlar yaptılar, hiç öyle bir şey yaşadınız mı?

 

yusuf_hamamcioglu3.jpgÖyle bir şey yaşamadık ama çok enteresan bir şey anlatayım. Deniz Baykal’ın arkadaşı Ertan Yaramanoğlu isminde bir vali vardı. Bitlis Valisi idi. Ben o zaman Beden Terbiyesi Bölge Müdürüydüm, tayinim çıktı. 1980 yıllarının başında tekrar geldim. O da eskiden Hizan’da kaymakamlık yapmıştı, kaymakamlığından dolayı Zeynel Abidinin oğlu Safter Gaydalı, tayinini yapmıştı Bitlis’e. Onlar Hizan’da iken dost olmuşlardı. Meğerse komünistmiş bu adam, yani vali Baykal’ın arkadaşı, o bizi biz onu tanımıyorduk.

Bitlis’teki solcu komunist kürtçüler, Vali kupası adındaki düzenlemiş olduğumuz müsabakayı protesto ettiler, sabote ettiler. Yani yaptırtmadılar. Biz de bunu Valiye bildirdik. O zamana kadar beni tanımıyordu. Bana bir rapor tut dosyaya bırakalım demişti. Biz de bir rapor tuttuk dosyaya bıraktık, sonradan Vali beni öğrenince, benim üzerime geldi. Bir gün odasına gitmişiz, sağda o zamanlar hızlıyız. Dedim, “Vali bey devleti en güzel bir şekilde düşünen biziz. Yapmıyorum bu görevi bul bir tane adam bu işi yürütsün, ben yapmayacağım” dedim gittim 20 gün rapor aldım.

 

Vali sizden ne istiyor?

 

Ben sağcı göründüğüm için Kürtçüler beni ispiyonlamış, bu adam sağcıdır diye, o nedenle beni istemiyor.

 

Siz sırf sağcısınız diye sizi devletin menfaatlerini korumanıza rağmen istemiyor?

 

Evet, bütün sol dernekler, bölücü dernekler valiye söylüyor bunu göndereceksin… Beni 1976’da Bitlis’te bunlar göndermişlerdi. Beden Terbiyesi Bölge Müdürü iken tayinimi çıkaran aynı gurup, bizi yine rahat bırakmıyor. 1976’da tayinim çıktığı zaman sekiz ay görevi terk etmemiştim. Tayin kararnamesini sümenaltı etmiştim. Bitlis’te sekiz ay göreve devam etmiştim, daha doğrusu gelen tayin emrini yırtmıştık. Valiye ulaşmadan elime geçirmiştim ve imha etmiştim. Vali fıttırmış, tayinim çıktığı söylenmiş ama evrak yok o nedenle gönderemiyorlar. Bütün şer güçler, sol güçler tayinimi çıkarmışlar. Ama Valiliğin resmi kayıtlarına girmemiş.

 

Tebliğ edilecek evrak yok?

 

Evet, belge yok. Tabi bunda çok enteresan şeylerde oldu. Vali Bakanlığa yazı yazıyor, “Yusuf Hamamcıoğlu’nun tayini hangi tarihte postaya verilmiş, numarası nedir.” Oradan çıkmış ama Bitlis’te giriş kaydı yok. Ankara’ya bir iş için gittim. Genel Müdür muavini diyor ki, (sonradan milletvekili oldu o adam) “ya senin tayinin çıkmış hala neden gitmiyorsun.” Ben dedim “bilmiyorum ki, nereye çıkmış.” “Ya kardeşim senin tayinin çıkmış sen gideceksin, ama sana ulaşmamış ayrı mesele gideceksin o kadar.” Ben de “yok diyorum” kendilerine “evrak olmazsa nasıl gidebilirim” diyorum. Öyle sekiz ay devam etmiştik. Tabi daldan dala atlıyoruz, bu sebeplerle valiyle bayağı zıtlaştık. Ondan sonra Vakıflara naklen geçtim. Vakıflar doğrudan doğruya Başbakanlığa bağlı. Vali yine Vakıflarda iken benim üzerime geldi. Askeri hükümet döneminde, kılık kıyafet yönetmeliği vardı. Kılık kıyafet yönetmenliğine göre, vali, vali yardımcısı, defterdar, vakıflara denetleme gönderiyor.

 

Başbakan Bülent Ulusu döneminde kılık kıyafet  adı altında bir yönetmelik çıkmış. Erkeklerin giyimi böyle olacak, bayanların giyimi şöyle olacak. Bölge Müdürlüğü, o dönemde bağımsız bir kurum olmasına rağmen, il dışına çıkış müsaadesini, Valiye bağlamış. Yani onay validen alınacak. Tüm bölgeleri bağlamış. Vakıflar Bölge Müdürü olarak mecburen, il dışına çıkışında araba onayının validen alınması gerekiyor. İl dışına gideceğim, ben Siirt’e gittikten sonra vali muavini ile defterdarı Vakıflar Bölge Müdürlüğüne denetlemeye gönderiyor. Açığımı yakalayıp bana ceza verecek. Herhangi bir suç da yok. Kılık kıyafet yönetmeliğinden tutturabilirse tutturacak. Memurları topluyor hakaretvari konuşmalar yapıyorlar. Vali Muavini Şenol Engin, Mescit odası kaldırılacak diyor, notlarının içersinde bu var.

 

Akşam Siirt tarafından döndüm baktım, memurlar konuşuyorlar, moraller bozuk. “Hayrola ne var” dedim. Vali muavini, defterdar geldi bize hakaret ettiler, şunları şunları söylediler, bize yazı da yazmışlar. Bunun üzerine bir taktik geliştirdim. Dedim “ben de Valinin aleyhine tutanak tutacağım siz de imza atacaksınız.” Tabi hızlıydık o zaman, hizmette de öyleydik. Yani makamın gereği neyse yapardım. Üstad diyor ya “makamın vakarını korumak lazım.” Yani sen o makamın izzetini koruyamıyorsan, görevi yapamıyorsan görevi bırakman lazım. Vali muavinin aleyhine tutanak tuttum. Bütün memurlar imza ettiler. Şöyle yazmıştım, “Vali muavini kılık kıyafet yönetmeliğine kendisi uymadığı halde bizi denetlemeye gelmiş. Tıraşsız olarak bizi denetlemeye gelmiş” diye resmi tutanak tuttuk.

 

O zaman sıkıyönetim var tabi, mescidin kapatılmasını istiyor. Mescidi eski halinden daha güzel şekle soktum. Sen Mescidi kapat dersen bende böyle yaparım diye. Mescidi kaldırmıyorum bu şekilde yapıyorum demiştim. Çok enteresan bir durum. Tatvan’a sıkıyönetim komutanlığına gittim. Tugay komutanı beni tanımaz, bilmez. İlk defa bir Vakıflar Bölge Müdürü ziyaretine gidiyor. Gittim dedim ki “Vali devlet hizmetlerinin aksamasına sebebiyet veriyor.” “Ne gibi” dedi, “Bizden olumsuz şeyler istiyor, bize Mescidi kapat diyor, Vakıflar dine dayalı bir kuruluştur. Yurt Müdürlüğü, il müdürlüğü, Bölge Müdürlüğü, baş müdürlük, genel müdürlük olmak üzere hepsinde mescit odası vardır, vali neye istinaden bana mescidi kapat diyor, halkta bir infiale sebebiyet veriyor, valinin bu tutumu” dedi. “Bana bir resmi yazı yaz” dedi. Ben Vali Ertan’ın aleyhinde devlet hizmetinde ayrımcılık yapıyor diye sıkıyönetim komutanlığına yazı yazdım, bu arada sıkıyönetim komutanı diyor ki, önce ben şikayet edileni araştırayım, doğruluk payı nedir bunun. Sonra şikayet edene bakayım, şikayet eden Vakıflar Bölge Müdürü Yusuf Hamamcıoğlu. Şikayet edilen Vali, tabi benim hakkımda sonradan öğreniyoruz ki sıkıyönetim komutanının beni araştırdığı, sorduğu insanlar tevafuken karşılaştık bana dediler, komutan seni bizlerden sordu yetkililer dediler, sporcu kayakçımızdır. Beden terbiyesi Bölge Müdürlüğü yapmıştır, şimdi Vakıflar Bölge Müdürlüğü yapıyor, bunlar sıralanınca, yörenin yerli ailesiyiz, köklü bir ailesiyiz, Sıkıyönetim Komutanın çok müspet kanaatı oluşuyor benim hakkımda. Binbaşıyı Valiye gönderiyor bana karışmamasını söylüyor. Bunun üzerine Vali, vali muavinini benim rahmetli ağabeyim Şerif Hamamcıoğluna gönderiyor. Vali muavini ağabeyime diyor ki, “Yusuf’a söyle Vali ile uğraşmasın.” Ağabeyim “Yusuf’un karışamam o serbesttir ne isterse yapar” demiş. Ağabeyim bunu bana sonradan anlattı. Şerif ağabeyimle akşamları otururlarmış, Vali muavini ile benim ağabeyim. Vali muavini ile aynı yapıdaydı, sarhoşun tekiydi. İçkici kumarcı bir insan aynı masa etrafında oturunca söylüyor. Böyle bir konuşmada aramızda geçmişti” dedi.

 

Burada hizmetin bir kerametini anlatayım, hizmet için söylüyorum bunu, dostlarımız da bilsinler. Sıkıyönetim komutanı beni araştırıp iyice tanıdıktan sonra, ki ben onun oğlu yaşındaydım, randevulu olarak yanına gittiğimizde, makamından kalkar, beni karşılardı. ”Yusuf Bey hele şükür görüşebildik” derdi. Ben Sıkıyönetim komutanının çok yakın ilgi ve alakasını gördüm. Bu bizim samimiyetimize milli manevi değerlere bağlılığımıza ve devletimin menfaatlerini korumama karşı bir tavırdı. Yine Siirt Sıkıyönetim Komutanının bana takdir yazısı vardı. Önceki Valinin, Fuat Çapanoğlu adlı Bitlis’in daha eski Valisinin takdirnamesi vardı.

 

Demek 1979’lu yıllarda, bu günkü PKK terör örgütünün adeta temelini oluşturan veya çekirdeğini oluşturacak insanlarla büyük bir mücadeleniz olmuş?

 

Evet. Sıkıyönetim Komutanının şu sözünü de söyleyeyim. Hayatta ise Allah uzun ömürler versin, ölmüşse Allah rahmet etsin, çünkü değerli bir komutandı. Dedi “Yusuf Bey senin Bitlis’ten ayrılmaman için Bakanlığa özel kurye gönderdim” dedi. Sordum “neden özel kurye gönderdiniz.” Dedi “gönderdiğimiz yazılar, Bakanın özel kaleminde kalıyor, bakana ulaşmıyor.” Beni nasıl tanıyorsa,çok yakın ilgi gösteriyor. Yine bir gün bana dedi ki “O komünist valiyi, kulağından tuttum tayinini çıkardım” dedi. O kadar samimi idik. Beni o kadar ki kendisine yakın görürdü. O komutan da hakikaten Vatanperver bir komutandı. Elazığlıydı. O Vali 1980 yılları başında CHP iktidarı zamanında yıkıcı, bölücü örgütlerle içli dışlı çalışıyordu ve Deniz Baykal’ın yakın arkadaşıydı.

 

yusuf_hamamcioglu4.jpgMaalesef CHP zihniyeti, bütün bölücü ve yıkıcı çevrelerle müşterek hareket ediyorlardı o zaman. Onları bir şekilde koruyorlardı. Ecevit’in Karaoğlanlı iktidarı döneminde yazık ki, böyleydi. Bu günde pek değişen bir şey yok ya. Benim daha sonra Bitlis’ten tayinim Diyarbakır Bölge Müdürlüğüne çıktı, askeri hükümet döneminde. Kimin ne yaptığı belli olamayan bir dönemdi 1980 yılları. Diyarbakır’dan tayinim sonra İstanbul’a çıktı. Aynı sene içerisinde. İstanbul’da Vakıflar Baş Müdürlüğünde bana görev yaptırtmadılar. Orada da müdür muavini idim. Görev yapamaz hale gelmiştim. İstanbul’da Sungur abi vardı. Sık sık onlarla görüşüyordum.

 

 

Dini bir kurumdu ya orası. Mesela Hayır İşleri Daire Başkanılığına getirilen bir albay vardı. Bu Türkiye’yi geziyor ve vakıflara ait öğrenci yurtlarındaki bütün mescitleri kapattırıyordu maalesef. Daha sonrada Vakıf Yurtları irticacıdır diye bütün bu Yurtları Milli Eğitime devrettiler. Yani Vakıf Müessesesinin elini kolunu bağlıyorlardı dini muhtevalı kimliğini hazmetmiyorlardı maalesef. Memleketi  sol ve bölücü örgütler kasıp kavuruyor ve anarşiye zemin hazırlarlarken ve 80 öncesi kan gövdeyi götürürken, iktidarı ele geçiren askeriyenin bir kısmı ne acıdır ki mescitleri kapatmakla meşguldüler.

İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğüne tayinim çıktı, Vakıflar Baş Müdürü  Paşa idi.Askeri idare olduğu için. Birim amirleri Albaylar, genelde bana ve benim gibilere görev vermiyorlardı, yaptırmıyorlardı. Sungur abi ile istişare ettim dedim abi artık buraya kadarmış, bana görev vermiyorlar, bana hizmet yaptırılmıyor, bana kağıda kalem vurdurulmuyor. Hizmet kapısı benim için devlet kapısında kapandı ben ayrılayım. Bizim gayemiz tabi hizmet edebilmek az çok demeden. O günkü arkadaşlar bilir. Onlarla istişare ettim dediler “Sungur abinin de duasını al ayrıl”. O tarihten sonra ayrıldık.

 

Emekli olmadan ayrıldınız?

 

Nasıl emekli olacağız, emekliliği beklememiz o şartlarda mümkün değildi. Dosyanda Nurcu olduğun yazıyor, ondan dolayı. Askeri hükümet beni takip ediyordu, Diyarbakır’daki Bölge Müdürü de menfi bir adamdı. Genel Müdürlükteki Personel Daire başkanı albaydı. Beni tanıyorlardı karşı karşıya gelmiştik.

 

Ayrıldıktan sonra ne yaptınız?


Ayrıldım bir ay kadar İstanbul’da kaldım. Sonra İlhan İnalöz abinin yanında çalıştım. Muhasebe işinde çalıştım bir ay, Bu süre içinde daha önce (79 da) Bursa’da kaldığım için Bursa’da bir fabrikaya müracaat ettim, rahmetli Hüseyin Gökçek abinin fabrikasına, Allah ğani ğani rahmet eylesin, Nur talebesi olan bir ağabeyimiz, kendisini önceleri tanımıyorum. Sonradan tanıdım maiyetinde çalıştık. Fabrikasında idareci olarak çalıştık. Bizi orada istihdam etti. Maddi imkanları Bursa’da gördük. Ağabeylerin duası ve himmetleriyle. Biz nasıl para kazandığımızı da bilmiyoruz. Eğer hizmet için koşturursan ve kazandığını hizmete verirsen Allah da sana daha fazlasını veriyor. Biz bunu gördük.

 

Rahmetli Bayram abiyi anlatmadan geçemeyeceğim. Ankara’da tayin meselesinde, Bayram abinin dershanesine çok gidip geldim. Çok yakın ilgisini görmüş duasını almışım. Allah kendisine gani gani rahmet eylesin, bizi muhafaza etmiştir dualarıyla.

 

Sungur abi veya Bayram abi ile ilgili bir hatıranız var mı?

 

Bayram abi ile ilgili bir hatıram var. Bursa’da vakfın kurulması için Eskişehir’e gitmiştik. Risale-i Nur’ların sadeleştirilmesi ile ilgili bir konu vardı. Rahmetli Bayram abi dershanede dedi ki “toplarım vakıfları o şahsı gönderirim gider” dedi. Yani sadeleştirmeyle ilgilenen şahsı kastetti. Biz bunu şöyle anladık yani İstanbul’un fethinde Cibali baba varmış ya topları  tutuyormuş “gavurcuklarım yazıktır” diye. Akşemsettin de topluyor talebelerini, büyük zatları dua ediyor, Cibali babanın ölmesi için. Cibali baba vefat edince Fetih tamamlanıyor. Herkes çok etkilendi ve o mesele öylece kapandı.

 

Bayram abi Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine cevaz vermiyor muydu?

 

Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine karşıydı ve buna teşebbüs edenlere çok kızıyor ve üzülüyordu. Evladını kaybeden bir anne ve baba nasıl telaş eder öyle telaş ve sıkıntı ve üzüntü içerisindeydi. Hissiyatını böyle ifade ediyordu. Yani "topluca o masum ağızlı vakıflara, sadeleştirme yapmak isteyen şahsa beddua ettiririm" demek istiyordu.

 

Bursa Emir Sultan Vakfı, Emir Sultan Vakfının kurucularındanız biz. Elhamdülillah ağabeylerle beraber, şahsı manevi ile beraberiz. Cenab-ı Hak bizleri şahsı maneviden ayırmasın. Elhamdülillah Vakfı kurduk ve hizmet orada süratle inkişaf etti. Rahmetli Şahin Hocanın da çok büyük duası var. Orada Sungur abilerle beraber, diğer ağabeylerle beraber.

 

Şimdi artık bu hizmetlere çoğu kesim destek oluyor?

 

Tabi şimdi artık her tarafta her kesim bu hizmetlere yardımcı oluyor. Elhamdülillah. Nur hizmetlerine herkesin ihtiyacı var. Bu inkişafı sadece bizim cemaatımize versek olmaz, Nakşisi de, Kadirisi de, hepside hizmet ediyorlar. Yani artık cehalet kalktı, eskiden cahil ve cehalet çoktu cemaatler zayıftı. Eğitim arttıktan sonra bir birinin gıyabında konuşmak azaldı. O duruma geldi cemaatler. İnsanların biri biri aleyhinde konuşmaları cehaletten geliyordu.

 

Şimdi muhabbet arttı biri birine dua etmek başladı öyle mi?

 

Evet. İnsan kendisini  biliyor, haddini biliyor. Bir birinin aleyhinde konuşmuyor, hangi hakla konuşacağız. Cahilce konuştuk. Ama şimdi cahil değiliz ki.

 

Siz eski bir bürokrat olarak bürokratlara neler tavsiye edersiniz?

 

Makamlar köprüdür insanlar yolcudur. Yolu düşen o köprüden geçer, ama ila nihaye o köprüde kalmaz. Onun için makamda isen hizmet etmesini bilmelisin. Ha makamımızı kötüye menfiye kullanmayalım, haddimizi bilelim. Orada bir şahsı manevinin üyesi olduğumuzu bilelim, makamın izzetini koruyalım.

Nur hizmetlerine bütün Anadolu’nun hatta insanlığın ihtiyacı var. Ama ben makama geldim hizmetlerle cemaatlerle alakam yoktur, kimsenin işini yapmam kimseye yardımcı olmam derse, o makamda o şahıs ila nihaye kalmayacaktır. O makam gider sen de perişan olursun. Kimse ona değer vermez. Yani makamda iken o makamın kıymetini bilmek lazım. Allah herkese nasip etmez makamları. Bir gün gelir o yerde kalmazsın, gidersin imkânları kaybetmiş olursun, fırsat varken hizmet edilmeli ki, Allah mükafatını versin.

 

www.RisaleHaber.com