Azgınlıkları sebebiyle yahudileri böyle cezâlandırdık

Azgınlıkları sebebiyle yahudileri böyle cezâlandırdık

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), En'âm Suresi 145-147. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

145 . De ki: “Bana vahyolunanlar içinde bunu (bu haram dediklerinizi) yiyecek olan bir yiyici kimseye, haram kılınmış bir şey bulmuyorum; ancak (o şeyin) ölü (usûlünce kesilmeden veya avlanmadan ölen bir hayvan) veya akıtılmış kan veya domuz eti, ki o pistir, veya (kesilirken) üzerine Allah’dan başkasının adı zikredilmiş (olmakla açıkça işlenen) bir fısk olması müstesnâ. Fakat (başkasının hakkına) tecâvüz edici ve haddi (zarûret mikdârını) aşıcı olmadan, kim (ölmeyecek kadar bunlardan yemeye) mecbur kalırsa, artık (bilsin ki) şübhesiz Rabbin, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.”(1)

146 . Yahudi olanlara da bütün tırnaklı (hayvan)ları haram kıldık. Sığır ve davarın iç yağlarını da onlara haram kıldık; ancak sırtlarının veya bağırsaklar(ın)ın taşıdığı ya da kemiğe karışan (yağ)lar müstesnâ. Azgınlıkları sebebiyle onları böyle cezâlandırdık. Ve muhakkak ki biz, elbette doğru (söyleyen)leriz.

147 . Buna rağmen seni yalanlarlarsa artık de ki: “Rabbiniz pek geniş bir rahmet sâhibidir. Fakat O’nun azâbı günahkârlar topluluğundan geri çevrilemez.”

1- “اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُب۪يحُ الْمَحْظُورَاتِ kāidesi yani zarûret (mecbûriyet) haramı helâl derecesine getirir. İşte şu kāide ise, küllî (umûmî) değil. Zarûret, eğer haram yoluyla olmamış ise, haramı helâl etmeye sebebiyet verir. Yoksa sû-i ihtiyârı ile (irâdesini kötüye kullanmakla), gayr-ı meşrû‘ (haram) sebebler ile zarûret olmuş ise, harâmı helâl edemez, ruhsatlı (izinli) ahkâmlara (hükümlere) medâr olamaz, özür teşkîl edemez. Meselâ bir adam, sû-i ihtiyârıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse, tasarrufâtı (yaptığı işler) ulemâ-i şeriatça (fıkıh âlimlerince) aleyhinde cârîdir (geçerlidir), ma‘zur (özürlü) sayılmaz. Tatlîk etse (boşasa) talâkı (boşaması) vâki‘ olur. Bir cinâyet etse, cezâ görür. Fakat sû-i ihtiyâriyle olmazsa talâk vâki‘ olmaz, cezâ da görmez. Hem meselâ bir içki mübtelâsı, zarûret derecesinde mübtelâolsa da diyemez ki, zarûrettir, bana helâldir.” (Sözler, 27. Söz, 155)