Anlamadan iman edilemez

Anlamadan iman edilemez

Mustafa Oral, Rüstem Budak ile Alın Yazıları isimli kitabı hakkında konuştu.

1-Kitabın birinci bölümü insan etrafındaki yazılardan oluşuyor. İnsanın sorunu nedir?

Alın Yazıları kitabımız dört bölümden oluşuyor. İnsan, mekan, Türkiye ve Medeniyet eksenli yazılar bunlar. Önceliğe İnsan’a dair yazıları koymamın sebebi; bizim bugün, yarın ve daima bir insanı tanımlama problemimizin olmasından kaynaklanıyor. İnsan’a yönelik yapılan ve İnsan’ın yaptığı fiiller, söylediği sözler ve tasavvuru bu tanımlamadan yol alıyor. Bu insan tanımlaması her an onu arzu ettiği huzurlu, adil, barış ve hakikat dolu zamandan, ortamdan uzaklaştırabiliyor. Modern zamanlarda da bu insan sorunsalını yaşamaya devam ediyoruz. Bu sorunsal; insanlık tarihinden, dinlerin insana bakışından, geleneğin yargılarından, egemenlerin yeniledikleri yaklaşımlardan, âlimlerin- aydınların etkilerinin toplamından oluşuyor. Yeni bir dünya, medeniyet, tasavvur oluşturmak istiyorsak İnsan’a dair yaklaşımlarımızı yenilemek, tartışmak ve güncelleştirmek gerekiyor.

2- Köy hayatına duyduğun özlem ve şehir eleştirilerin biliniyor. Bir de İslam şehir dinidir diye bir mesel var. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünya hayatında üstünlükler hegamonik algıya dönüşünce zulüm başlıyor. Köy ve şehir ilişkisinde de bu sorun yaşanmaktadır. Genel algı şehrin köyden üstünlüğünü kabul ediyor, ardından bunu hegamonik bir algıyla süslüyor ve nihai olarak köyün yok edilmesini isteyecek kadar zalimleşebiliyor. İslam ne şehir dinidir, ne köy dinidir. İslam bir Allah ve insan dinidir. İnsan ve Allah nerede buluşuyorsa, İslam oradadır. Bu “İslam şehir dinidir” lafzı İslam’a hakarettir. Şehir dediğimiz mekanın çerçevesini kim belirleyecek? Şehir nihai olarak evlerden oluşuyor. Kabe insanlığın ilk evi olarak her mekanın ve zamanın anasıdır. Bir yerde insan varsa ev vardır, ev varsa orası bir yaşam ve imtihan yeridir. Köy ve şehrin yaşam koşulları, standartlar, imkanlar, fırsatlar açısından birbirine üstünlükleri ve dezavantajları vardır. Bu durum varlık alemindeki tüm varlıklar için geçerlidir. İslam şehir dinidir, sözünün zenginlerin- iktidarların ve bazı yabancılaşmış aydınların sözü olduğunu düşünüyorum. Sermayedarlar ve hegamonik iktidarlar insanları daha kolay yönetmek ve çalıştırmak için, yabancılaşmış aydınlar ise hayat gerçekliğinden koptukları için bu propagandayı yapmaktadırlar. Ve bu propaganda son iki yüzyılda zirveye ulaştı. Bu yalana daha fazla inanmadan dünyanın tüm arzının unsurlarını mekanımız olarak kabul ederek imar ve inşaya çabalamalıyız.

3-Cumhuriyetin önemli bir paradigma arayışı olduğu biliniyor. Sizin deyiminizle soralım: Bu arayış hegemonya mı, medeniyet arayışı mı?

Türkiye Cumhuriyeti 2000’li yıllar ile birlikte yeni bir anlayış ve pratik üzerinden kendini şekillendirmeye çaba gösteriyor. Bu çaba muhafazakâr- dindar- İslamcı- yer yer liberal, sol çevreler ve diğer kesimlerin katkısıyla şekillenmeye devam ediyor. İçe dönük yeniden inşa hareketi devam ederken ister istemez bunun bölgesel, küresel boyutu da devreye girmektedir. Bu iki boyut birbirini tamamlamaktadır. İç Türkiye’ye baktığımızda yeni iktidar- egemen çevrelerin hegamonik karakterini görüyoruz. Nerede görüyoruz? Özellikle kamu yapılarında, muhalefet ilişkilerinde, şehir yönetimlerinde yeni sistemin güç aktörlerinin büyük hegamonik mücadelesine tanıklık ediyoruz. Bunun adalet, özgürlük ve barış dolu bir ülke olması için yapıldığı iddia ediliyor ama topluma, diğer siyasal çevrelere, cemaatlere, sosyal yapılara dönük hegamonik karakter kazanması süreç için daima uyarıyı- nasihati- muhalefeti zorunlu kılıyor.

Türkiye’nin içyapısının, dış dediğimiz bölgesel ve küresel yapıyı etkilemesi ve etkilenmemesi mümkün değildir. Öncelikle Türkiye’nin devlet olarak şu ana kadar iş tuttuğu, çalıştığı ve arkadaşlık teklif ettiği çevreler hegamonik karakterli yapılardan oluşuyor. NATO, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı Teşkilatı bu hegamonik karakterin tüm ilişkilere sindiği anlayıştan oluşuyor. Bu ilişkiler Türkiye’nin karakterini etkiledi- etkilemeye devam ediyor. Bu ahlakilikten, adaletten, özgürlükten ve emeğe saygıdan uzak yapılar Türkiye’nin devlet aklını zehirledi. Bundan arınması gerekiyor öncelikle. Bir de bu anlayışların sivil karakteri var. Osmanlılık maskesiyle pazarlanan ve uygulamaya konulan asli anlamda Türkiye’nin birinci sınıf diğerlerin ikinci sınıf bir yapıda bulunduğu ilişki hedefleniyor. Hem iç hem de dış ilişki tarzımız; bizim daima düşüncelerimizin, ideallerimizin hegemonya mı, medeniyet mi arasında olduğu tercihini gündeme getirmemiz gerektiğini gösteriyor.

4-Türkiye barışını nasıl sağlayacak?

Barış’ın nihai son aşaması bulunmuyor. Barış daima aranması gereken bir anlayış ve pratiktir. İnsanın değişimi, bazen uzun yıllara dayanırken bazen de anlık bir tavırla değiştiğinden barış daima bilinçle yaklaşılması gerekiyor. Kazandığınızı zanettiğiniz anda kaybedebilirsiniz. Türkiye barışını arıyor. Bu yolda katetmesi gereken daha çok merhaleler var. Kazanımlarına da sahip çıkması gerekiyor. Çatışma alanları çok geniş sahaya yayılıyor. Sadece etnik ve ideolojik çevreleri kapsamıyor, aynı zamanda yönetim, emek ve sermaye paylaşımına dair çatışma alanları bulunmaktadır. Yönetim, emek ve sermaye paylaşımına dair çatışma alanları diğer etnik ve ideolojik çerçevenin dışında tutulmaya çalışılıyor. Yine etnik olarak Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Arnavutlar, Boşnaklara dönük asimilasyon, Müslüman dindarlara yönelik dini yaşam alanlarındaki engellemeler, mezhep olarak Alevilerin beklentilerinin karşılanmaması, gayri- Müslimlerin ve buna bağlı etnik unsurların(rum- ermeni- Yahudi) eşitlik temelinde birçok haklardan mahrum kalmaları Türkiye’nin barışını tehdit etmektedir. Bu öncelikle “Yeni Türkiye” ile mümkündür. Bütün bu ayrımcılıkları oluşturan ideolojik, sosyal, siyasal ve insani hususlar deşifre edilmelidir. Yeni bir sözleşme yapılmalıdır. –ki bu yeni anayasa yapmaktan geçmektedir. Halen yapılamamış olması bu barışın gelinen bazı olumlu noktalara rağmen aşılamamış olduğunu ve tehditin devam ettiğini gösteriyor. Her çevrenin fedakârlık yapması gerekiyor. Fedakârlığı hep bir çevreden değil, eşitlenene kadar her kesimin yapması zorunludur.

5-Modernizmi aşma veya yol açtığı sorunlar hakkında neler söylemek istersiniz?

Modernizm insanlığın tecrübesinin yeni bir aşamasıdır. Bu aşama beslediği kaynaklar ve ortaya koyduğu pratiklere baktığımızda insanlığın ufkuna yeni şeyler kattığı gibi zulme, fitneye, kardeş kavgasına yol açacak bir çok verisi de mevcuttur. Buna karşın alternatif olma adına Modernizmi Batı ile bütünleştirerek, buna karşı bir Doğu yaratarak aşmamız mümkün değildir. Biz Müslümanlar olarak modernizmin insanlığı tehdit eden yaklaşımlarını, tekliflerini ve davranışlarını, yine insanlığın kadim tevhid damarından beslenerek ortaya koyabiliriz. Bunu koyarken öncelikle kendi bulunduğu inanç- kültür damarının şirkten- egemenlerin fitnesinden, toplumun yanlış alışkanlıklarından kurtulması gerekiyor. En iyi aşma kendi irade ve ruhuyla bir medeniyeti mayalamaktır. Modernizm aşılmalıdır, aşılmazsa daha bir çok kuşak heba olmaya, insanlık acı çekmeye devam edecektir.

6-Alın Yazıları beklenen bir geleceğin endişesi mi yoksa içinde bulunduğumuz durumu tespit mi?

Her ikisini de barındırıyor. Dün- bugün ve yarın birbirine bağlıdır. Bu bütünselliği kurabildiğimiz oranda yol alabiliriz. Bu üç unsurdan herhangi birine yabancılaştığımız zaman kurucu iradeyi göstermemiz mümkün değildir. Dolayısıyla Alın Yazıları sadece geçmişte yazdığımız alınyazısını değil gelecekte yazacağımız alınyazımıza odaklanılmıştır. Alın yazısı toplumda inanılanın aksine Allah tarafından yazılan ve değişmeyecek- değiştirilemeyecek bir süreci kapsamıyor. Allah’ın her anlamda müdahil olduğu ama yazan ve sorumluluğu üstelenen insandır. İnsan bu anlamda kendi alınyazısını yazmaya yetkili kılınmıştır. Geçmişte yazılanı okuyup- anlayıp, geleceği yazacak bir perspektif oluşturmalıyız.

7- Alın Yazıları anlama çabasının ürünleridir diyorsunuz? Neyi anlama çabası ya da bizi neyi anlamaya çağırıyor?

İnsan, anladığı zaman hakikate yaklaşır. Neyi anladığı zaman? Hakikati, her kesim için güven verecek sistemi, kaostan çıkış yolunu, uçurumdan kurtuluş haritasını, benliğinde yaşadığı büyük savaşı, ezeli ve ebedi anlamın sahibi olan Allah’ı, varlık âleminde şahit olduğu varlıkları- olguları… İnsanın işi kolay değil. İnsan bu zor işe girişmeyi kendisi tercih etti. Emaneti yüklendi. Bu emaneti taşımanın yolu anlamadan geçiyor. Anlamadan iman edilemez, bilgi üretilemez, yol alınamaz. Anlama her an şuurlu bir şekilde zamana, mekana ve gidişata müdahale etmektir. Ne  zamanki bizler her şeyi anlamış olduğumuzu kabul edersek akıl tutulmamız gerçekleşmiş, kendimizi yabancılaştırmaya başlamışız demektir.