Aklın ve ruhun özgürlüğü

Emek ve ittihad-24

Bloomberg Businessweek'te yer alan bir yazıda “yeni dönemin ‘liderliği’ değiştiren en önemli dinamik, teknoloji” deniyor. Teknoloji ile gelen dijitalleşme, elbette. Bugün dijitalleşmeyi anlamaya, içselleştirmeye ve bu dünyanın nimetlerinden olabildiğince faydalanmaya çalışılıyor. Bununla ilgili olarak, Pricewaterhouse Coopers'in "Global Digital Champions 2018" adlı araştırmasının sonuçlarında: 

1. Küresel imalat şirketlerinin sadece yüzde 10'u lider kategorisinde.

2. Asya-Pasifik bölgesi dijitalleşmede başı çekiyor.

3. Dijital liderlerin değer oluşturmadaki en büyük kozu entegre müşteri çözümleri ekosistemleri ortaya koymaları.

4. Dijital liderler operasyon, teknoloji ve insan temelli ekosistemleri uçtan uca çözüm sağlamak üzere bir araya getirebiliyor.

5. Dijital liderler yeni teknolojileri değer zincirinin her noktasında işbirliği oluşturacak ve etkileşim sağlayacak biçimde hayata geçiriyor. 

6. Operasyonel karar vermede yapay zekâ yeni yeni kullanılmasına karşın ciddi bir potansiyel ortaya koyuyor.

7. Dijitalleşme sayesinde gelişmiş pazarlarda üretim faaliyetleri artarken kişiselleştirilmiş ve özelleştirilmiş üretim öne çıkacak

8.  Son olarak, dijitalleşmenin merkezinde her zaman insan olacak.

Anlaşılıyor ki, insanın dijital teknolojiler ile dokunabildiği alan sınırlarını aşarken bireysel serbestlik ve teşebbüs hürriyeti alabildiğine açılıyor. Dolayısıyla, iş ve emek her birey için serbestiyet ve mâlikiyet’ imkânları ‘sebebiyle; bir ahlâk meselesine de bağlanmış oluyor. Bununla ilgili çözümler gelecekte yeni insanlık devrini de ortaya çıkaracak.

İslâm toplumlarında dijitalleşme ile ‘yaratılmış olan’ arasındaki çelişmeler ciddî ve kritik bir yol ayrımına yol açıyor. Ahlâkî sonuçlar, işin ekonomi ve üretim yönünden daha çok bir çabayı gerektiriyor. Bu tarihin gösterdiği bir büyük kırılmayı getirdi. Bediüzzaman'ın din ile fennin birlikteliğini san'at (sanayileşme, teknoloji ve dijitalleşme), marifet (bilim ve sanat) ve ittifak (siyaset ve diplomasi) birlikteliği ile doğru pratiğinin gerçekleşebileceği şeklinde bir "hesabı" vardı. Bunu gerçekleştirecek ölçüler de incelikli metinlerinden çıkarılabilecektir. 

Bediüzzaman, Açıksöz gazetesindeki yazısında İslâm medeniyetini tarif ederken iki özelliğe dikkat çekiyor;

“... hedefte menfaat yerine fazilettir ki, şe'ni muhabbet ve tecazubtur”

“... heva yerine hudadır, şe'ni insaniyetten terakki ve ruhen tekamüldür.”

Buradan çıkacak bir anlam da şu olabilir:

Esma-i İlâhî şeffaftır, şeffafiyet sırrı ile kainat yüzeylerinde sonsuz bir tecelli gerçekleşir. İttihadın mekânı kalptir. Kalplerin birleşmesi gerçekleşmeden gerçek birlikten söz etme imkânı yoktur.

Modern insan yüzünde şeffaflık sırrı yoktur. Bu nedenle, “sen varsan ya da sende varsa ben yokum ya da bende yoktur” anlayışı vardır. Bu nedenle; bütünü paylaşma dolayısıyla hiç bütüne sahip olamama ya da bütüne sahip olmak için çatışmak mümkündür. Modern insan için gerçek anlamda kardeşlik söz konusu olamaz, ya ortaklık ya rekabet veya düşmanlık olabilir. Modern akıl parçalayıcı ve ayrıştırıcı bir akıldır. Müminin aklı ise kalbin idaresindeki şeffaflık sırrıyla işleyen bütünleştirici ve bütünü isteyen bir akıldır.

Melekûtiyetin en yüksek yönü şeffaflığıdır. Kardeşler birbirleriyle mülk değil melekût yönleriyle birlik olmalıdırlar. Kardeşlik sadece maddi bir ortaklık olmadığından ve neticeleri belirlenmiş bir paylaşıma dayanmadığından, neticede de mülk cihetinden bir paylaşım beklenmemelidir. (Faizin yasaklanması ve Zekâtın farz kılınmasının bir hikmet boyutu burada bulunabilir.) Neticeyi sadece Allah’tan beklemek ve O’ndan istemek kardeşliğin gereğidir. Maddi ortaklıklarda çoğalma paylaşımı ve payı getirmesine karşın kardeşlikte çoğalma bütünün artarak çoğalması ve paylaşarak tüketilememesi sonucunu getirir. Kardeşlerin artmasıyla bütünün artması sonucu ve her bütünün mükemmelen herkesin kendinin de olması gibi bir şeffaflığın neticesidir. 

Üç elif eğer eşit bir zeminde ittihad ederlerse...

Bu zemin yetenek, ırk, meslek, meşrep gibi pek çok farklılığa rağmen ortak olan bir irtifayı ifade eder.

Eğer bir dörtlü; Başka mesleklerle (dörtlülerle) ittihad ederse... O halde, her biri kendi mesleğini ortak bir uzayda (günümüzdeki metaverse tanımına benzer) bütünlük içinde tanımlayabilir.

Bediüzzaman’ın birlik tanımını yaparken, üç elif ayrı ayrı kabul edilip değeri üç iken, bir ortak ve eşitlikçi zeminde kendilerini göstermesi durumunda 111 değer üretmesi ve buna her birinin sahip olabilmesi şeklindeki hesabı aynı zamanda bir sınıf yaklaşımını da ortaya koyuyor olsa gerektir. İkinci olarak; dört kere dördün ifade ettiği küçük birleşmelerin değer olarak ürettiği 16 sayısının yine bir eşitlikçi ve tanımlanmış ve değerlenmiş bir birleşmeyle (şeffafiyet sırrıyla) 4444 sonucunu verebileceği bir alanı açabileceği hesabını yapıyor. Burada da Üstadın daha açık bir şekilde günümüzün çoklu uzay değerleri ile bozulmaya çalışılabilecek bir gelecek kurgusuna tevhidi bir anlayışı yerleştirme çabası olarak görmek gerekebilir. Bediüzzaman’ın Meşrutiyet yıllarından beri ortaya koyduğu himmet, hamiyet, milliyet ve ittihad kavramları günümüzün dijital teknolojileri ile kurulabilecek yeni dünyaları “liderlik" aşamasında etkileyebilir.

(Burada liderliği ifade eden, 111 değerini üreten üçlünün 100, 10 ve 1 olarak ayrıştırılabilir olup olmaması ya da, 4444 büyüklüğünü ifade eden farklı uzayların bir ayrışma mümkün ise, bunun basamak değerlerinin hangisi tarafından ifade edildiğidir. Bununla ilgili olarak, liderlik, imamet, önderlik gibi kavramların nasıl tanımlanacağı da yeni döneme Bediüzzaman’ın bırakabileceği bir anlayışı içerir.)

Uğur Mumcu bir keresinde:Emperyalizmin en büyük korkusu, baruttan sonra en tehlikeli saydıkları milliyetçi uyanıştır...” demiştir. Şüphesiz buradaki olumlu anlam Hitler'in "Yaşam nedir, yaşam ulustur. Ne de olsa insanlar ölür... İnsan yaşamının ötesinde ulus vardır" sözündeki aşırı noktayı ifade etmiyordur. Ki, Bediüzzaman Hitler'in bu sözünü himmet ve “fedailik" bağlamında değerlendirmiştir.

“Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünki insanın fıtratı medenîdir. Ebna-i cinsini mülahazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Meselâ: Bir ekmeği yese kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri manen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşıyamadığından ebna-i cinsiyle fıtraten alâkadar olduğundan ve onlara manevî bir fiat vermeğe mecbur bulunduğundan fıtratıyla medeniyetperverdir. Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, masum olmayan câni bir hayvan olur. Birşey elinden gelmese, hakikî özrü olsa o müstesna!.” (Hutbe-i Şamiye)

Bediüzzaman’ın ittihad fikrini besleyen bir düşüncenin sahibi olan Cemaleddin Afgani ile ilgili olarak, Ziya Gökalp’in de bu bağlamda “Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak” formülünün Afgani’nin vizyonuna yakın bir modernleşme programı olduğu da söylenebiliyor. Ancak, burada ölçülerin doğru oranda katılması önem kazanıyor.

Evet ayrılıklar hakkaniyetsizlikten değil!

İttihadı özgür insanlar gerçekleştirebilir. Esir olanların menfaati olur, ittihadı olmaz.

Esaret nefsin veya nüfusun esaretidir. Özgürlük başta nefsin ve dolayısıyla nüfusun esaretinden kurtulmakla mümkün hale gelebilir.

Kendi gibi bir kul olanın karşısında ayağa kalkan tam özgür değildir. Bir insan ne kadar çok kişinin karşısında ayağa kalkarsa o kadar az özgürdür. Bediüzzaman hiç bir kişinin karşısında ayağa kalkmamıştır, üç dehşetli komutanlar da buna dahildir.

Özgürlük, insanın kendiyle ilgili bir süreçtir. Çünkü kendi malıdır.  İradidir, verilen değil alınan bir şeydir.

İki tür özgürlük öne çıkıyor: aklın ve ruhun özgürlüğü...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum