“Açılıma” Said Nursi hatırlatması

“Kürt açılımı” diye başlamıştı. O nedenle de ilk günlerde “Kürt sorun”unda düğümlenmişti.
Ama daha sonra bu mesele o kadar çok tartışıldı ki, “Demokratik Açılım Süreci” şekline dönüştü.
İlk açıklamalarda “tartışmalar olgunlaştığında ve üzerinde toplumsal uzlaşı sağlandığında içerik açıklanacaktır” denmişti. Taraflar bir nevi şok yaşıyordu. Herkeste “bu da nerden çıktı” der gibi bir hal vardı.

Bir şeyler yapmanın telaşı sarmıştı herkesi. İlk anda resmi bir hüviyeti olan DTP muhatap alındı. Ama görüldü ki, DTP muhatap olma hususunda yetersizdir. Zira DTP böyle bir açılıma hazır değildi, henüz kendi içinde liderini dahi netleştirmiş değildir. Nitekim İmralı’daki kişiyi işaret etmesiyle hem kendini bitirmiş oldu hem de muhatap alınacak kabiliyette olmadığını göstermiş oldu.

Daha sonra bizzat başbakan tarafından yapılan açıklamalara bakıldığında bu işin sadece “Kürt sorunu“ ile sınırlı kalmayacağı anlaşıldı.
İşin içine işsizlik sorunu bile dâhil edildi. “Demokratik açılım ile işsizliğin ne alakası var” diyenler oldu. Ama vakıa böyle… Türkiye’nin tüm sorunları bir anda paketin içine sokulmuş oldu.

Ekonomiden, işsizliğe, Alevi meselesinden, terör meselesine kadar, azınlıklar meselesine…  Her sorun bu açılıma dâhil edildi. Hatta o kadar sulandırıldı ki, halk arasında kim bir yenilik yapmaya kalksa “birazda biz açılım yapalım dedik” diyerek adeta deyim haline getirildi.
Hiçbir şey yok, ama her şey var gibi bir durum sözkonusu. Herkes şaşkınları oynuyor. Abdullah Öcalan, güya bir yol haritası açıklayacaktı ama hayli zaman geçmesine rağmen ortada ne yol var ne harita.
DTP yöneticilerine “ne istiyorsunuz” diye sorulduğunda; “ııı”, “uuu” “yaniii biiiz!...demokratik hakların verilmesini istiyoruz” gibi politik cevaplardan öteye geçemedikleri görüldü.

Bu mesele böyle çıkmaza doğru gidiyor gibi bir hal almıştı ta ki, Başbakanın AK Parti kongresinde o isimleri saymasına kadar. Birden manzara değişiverdi. Özellikle Üstadın isminin geçmesi ile mesele canlılık ve anlam kazandı.

Said Nursi Hazretleri Bitlis’li ve Nurs’lu olması ve Kürtlerin içinde büyümüş olması nedeniyle Kürtlerden sayılıyor. Bu konuşma birçok şeyi hatırlattığı gibi bu isim sayesinde gerçek muhatabı da hatırlatmış oldu. Asıl muhatabın İmralı’daki şahıs değil, PKK değil, hatta DTP de değil, asıl muhatabın Said Nursi ve onun yolunu taklip edenler olduğunu herkese hatırladı veya hatırlamaya başladı.

Halk üzerinde etkili olan en önemli ismin Said Nursi ve onun meydana getirdiği cemaatler olduğu görülür oldu.
Çözüm orada ve onlarda aranmalıydı. Zira onlar nereye yönelse halkın kahir ekseriyetinin de oraya yöneldiği açıktır.
Nurcular, ulema ve dindar insanlar ne PKK’yı, ne de ırkçı bir yol izleyen DTP’yi temsilcileri olarak seçmeleri mümkün değildir.
Böyle bir partiye oy vermeyecekleri açıktır. AK Parti’nin yüzde ellilerde seyreden Güneydoğu oylarının büyük ekseriyeti bunlardan gelmiştir.

Bana göre bu meselede halk muhatap alınacaktır/alınmalıdır. Halkın ancak bir kesimini temsil eden bir parti hem de Marksist ve Leninist çizgide giden bir parti dindar veya dine hürmetkâr Kürt halkını temsil etme kabiliyetinden elbette mahrumdur.

Güneydoğunun dindar halk kitleleri hem dinlerinden aldıkları dersle hem de Üstadlarının gösterdiği yol ile devletlerine bağlı olduklarını ve ırkçılık anlamındaki bölünmeye karşı olduklarını herkes biliyor. Ayrımcı akımlara prim vermeyecekleri açıktır.
 
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık. (Hucurat Sûresi: 49:13.) ayeti ile bu ayetin tefsiri olan ve Bediüzzaman Hazretlerine ait şu ifadeleri "Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa, sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla yabanî bakasınız, husumet ve adâvet edesiniz değildir" (Mektubat sh. 309) okuyan, bilen cemaatler ve dindar halk kitleleri inandıkları bu hakikate ters düşerler mi?

O nedenle “açılım” bu haliyle çok güzel bir noktaya gelmiştir. Bu çizgide de devam etmelidir. Bediüzzaman Said Nursi’nin Kur’an’dan aldığı dersleri esas alınmalı ve onun yetiştirdiği talebeleri bu meselede muhatap alınmalı ve istihdam edilmelidir.
Bunun için yapılacak şey bellidir:
Öncelikle Bediüzzaman Said Nursi model bir insan olarak takdim edilmelidir
Gönüllerde makes bulmuş eserleri ve eserlerindeki bu meseleye yönelik kısımları topluma özellikle Kürt halkına değişik platformlarda yapılacak programlarla anlatılmalıdır.
Dil meselesinden eğitim meselesine kadar birçok konuda Bediüzzaman hazretlerinin kimsenin itiraz edemeyeceği kadar net görüşleri vardır. Üniversitelerde ilim dilini takdim şekli herkesçe bilinmektedir. “Arapça vacip, Kütçe caiz, Türkçe lazım” ifadeleri ve “din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulması”nı savunması bu meseleye net bir çözüm getirmiştir.

Arapçayı önemli kılan neden din ilimlerinin Arapça kaynaklardan elde edilebildiği gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Fen ilimleri için “Türkçe lazım” denmektedir,  yeterli olmaz ise İngilizce öğrenilmelidir. Anlaşabilmek için isteyenin Kürtçe veya diğer dilleri öğrenmesinde ve bilmesinde sakınca olmadığı şeklinde bir eğitim modeli takdim ediliyor.
Bu model elbette bu meseleyi çözmeye yeter. Eğitim meselesi böyle çözülmeli. Zaten böyle bir eğitimden geçmiş Kürt gençlerinin ırkçı bir anlayışa sahip olmaları mümkün değildir.
Geriye “Kürt kimliğinin tanınması” kalıyor ki, zaten bu meselenin insani haklar çerçevesinde çözülme lazımdır. O da sadece Kürtler için olmayacak ülkede yaşayan yüzde 70’i oluşturan Türk dışındaki diğer unsurlar için de gerekli olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum