A.Ulvi Kurucu: Bekir Berk şairliğime vesile oldu

A.Ulvi Kurucu: Bekir Berk şairliğime vesile oldu

Uzun yıllardır Medine’de yaşayan Ahmet Emin Koçak, Risale-i Nur hizmetlerini ve hatıralarını anlattı

Röportaj: Abdurahman Iraz / Nurettin Huyut-Risale Haber

Uzun yıllardır Medine’de yaşayan Ahmet Emin Koçak, Risale-i Nur hizmetlerini ve hatıralarını anlattı

Sizi tanıyabilir miyiz?

1951 Erzurum’un Oltu köyünde doğdum. İlkokulu köyde ortaokulu ve liseyi Erzurum’da okudum. 1974’te Yıldız Üniversitesini bitirdim. 1974-82 yılları arasında, Kadıköy’de mühendislik bürosu açarak, proje ve kontrollük hizmetleri yaptım. 1982’nin 6. ayında Medine-i Münevvere’ye Hac niyetiyle geldim. Hac görevini ifa edip dönecektim. Üç aylık vize ile gelmiştim. Dönerken hanımla görüştüm, “hemen dönme” dedi “ben de gelip Hac yapayım” dedi. Kaldım.
Ona da vize çıkarıp getirtmem altı ayı buldu, altı ay sonra eşim de gelince Medine’de kalmaya karar verdik,10-15 gün izin alarak Türkiye’ye geldim, İstanbul’daki büromu kapattım. O gün bu gündür Medine-i Münevvere’de Mühendislik görevini devam ettirmekteyim.

Maşaallah hızlı bir karar olmuş.

Evet.

ANAYASA KİTAPÇIĞININ FIRLATILMASI ALİ ULVİ KURUCU’YU RAHATSIZ ETTİ

Buraya geldiğiniz tarihlerde Ali Ulvi Kurucu gibi, Abdurrahman abi gibi, Ahmet Hamza abi gibi şahıslardan başka kimler vardı?

Nurcuların adresi o zamanlar Bekir Berk’ti. Önce Mekke-i Mükerreme’de onu buldum, orada umremi yaptım. O bana Medine’de bulunan Kenan Demirtaş, Hasan Özbey ve Yusuf Kulu’nun isim ve adreslerini verdi.
ali_ulvi_kurucu.jpgMedine’de önce Kenan’ı buldum, ilk olarak, işyerinin gösterdiği yerde biraz kaldıktan sonra, Ali Ulvi Beyle tanıştım, onun binasında 20 sene kiracı olarak kaldım. Ali Ulvi beyin damadının binası -kendisi de orada oturuyordu- Fahrettin beyin idi… Onun için sabah namazlarını umumiyetle birlikte kılardık ve her gün buluşurduk. Türkiye’den gelip görmek isteyenleri, bizim eve götürürdüm onu da çağırırdım, o da memnun oluyordu. Buluşma yeriydi evimiz. Türkiye ile çok ilgilenirdi Ali Ulvi Kurucu Allah rahmet etsin. Her şeyi ile alakadardı.

Bir akşam Hac zamanı, Türkiye den kalabalık bir cemaat gelmişti, Ali Ulvi Bey’i görmek istiyorlar. Anlaştım yatsıdan sonra getireceğim, o da hatıralarını anlatacak. Ben dokuzda işten çıkıyorum, dokuzu çeyrek geçe evine gittim, dediler “hastalandı ve maalesef hastaneye gitti.” “Ne oldu?” dedim. Meğer o gün Türkiye’de Milli Güvenlik toplantısı yapılmış, Cumhurbaşkanı anayasa kitabını Başbakana fırlatıyor, onu görünce “memleketimin hali ne olacak? Bir Reisi Cumhur bunu nasıl yapar? Bunların hiç mi sorumluluğu yok?” diyerek üzüntüden hastalanıyor ve hastaneye kaldırıyorlar.
Onun üzerine dershaneye geldim. Dedim “kusura bakmayın, Ali Ulvi abi hastalanmış.”

Çok büyük bir vatan aşkı varmış.

Evet, büyük bir vatan sevgisi vardı. Mısır’da talebe iken dua etmiş. Orada bir şairden çok etkilenmiş, şair olmak için dua etmiş. Diyordu ki, “dualarım kabul oldu, keşke âlim olmam için dua etseydim.” Bütün şiirlerini de gençlik için yazıyordu. Gençlik heyecanı ile yaşıyordu. Son zamanlarda gidip Türkiye’de genç cemaati, gençliği görünce, “o rüyalarım gerçek oldu” diye seviniyordu.

Ali Ulvi beyle ilgili aklıma gelen cevabını veremediğim bir soru sormak istiyorum. Ali Ulvi Bey için Üstad Hazretleri “mühim bir âlimdir” diyor. Risale-i Nur talebeliği konusunda ne düşünüyordu?

Risale-i Nuru okumuş, Atıf Ural abinin gönderdiği risaleleri okuyor, ön sözü ondan sonra yazıyor. Çok fazla muhabbeti vardı. Fakat başka işlerle çok meşgul olduğu için, çok fazla kitap okuyamıyordu, devamlı irtibatı vardı, gelen cemaatle görüşüyor, takdir ediyor, dua ediyor ama çok fazla kitap okuduğunu tahmin etmiyorum. Fakat devamlı çağırdığımız zaman her halü karda dershaneye geliyordu. Ona Nurcu musun diye sorulsaydı Nurcuyum derdi herhalde.

Benim kendi dünyamda, çocuklarım da sorardı bana doğrusu bende tam cevap veremiyordum.

Yani buradaki o zaman gördüğümüz âlimler içerisinde böyle siyasete bulaşmayan biliyorsunuz, o seksenli yıllarda, siyasi olaylarda birçokları Nur talebelerine kızıyorlardı, nasıl adalet partisini destekliyorlar diye bu şey yapmıyordu. Yani siyasi şeyini hiç karıştırmazdı, cemaate sahip çıkıyordu, dua ediyordu.

DEDEME HASTALAR RİSALESİNİ OKUDUM BAŞLADI AĞLAMAYA

Risale-i Nur’ları ve Bediüzzaman’ı ne zaman, nerede ve nasıl tanıdınız? Tanışmanızın özel bir hikâyesi var mı?

Erzurum’da Lisede okuduğum zaman tanıdım… Erzurum’da sanat okulunda, (Meslek lisesinde) okurken bu şerefe nail olduk… Şubat tatiline girmiştik, Oltu’ya (köyümüze) gitmek için otobüse binmiştim, yanımda oturan bir vatandaş bana Hastalar Risalesi’ni verdi. Fakat o zamana kadar Bediüzzaman diye birisini duymamıştım. Yıl 1965 idi…
Köye vardığımda ilk işim onu okumak oldu, çok hoşuma gitmişti. Dedem hayatta idi, (Allah rahmet eylesin) ona da okudum… Dersin güzelliği karşısında kendini tutamadı ve başladı ağlamaya, “ne kadar güzel yazılmış” dedi.

On beş günlük tatilde en az on defa bana okuttu. Her gün okutuyor dinliyor ağlıyor.
Risale-i Nur kitapları ile böyle başladı. Amcam ve oğlu ikisi de öğretmen oldukları için onlar da köye gelmişlerdi… Onların Risale-i Nur’lardan haberleri varmış meğer ama menfi şeyler öğrenmişler. O nedenle ben de bu kitabı görünce “sakın bu kitapları okuma, bunlar bir Kürt âlimine aittir. Nurcular onu peygamber olarak biliyorlar” dediler.  “Nasıl olur, bu kadar güzel yazmış, Allah’ı anlatıyor, başka kitaplarını bilmiyorum ama, siz başka kitabını okudunuz mu?” diye sordum. “Okumadık” dediler… O olay öyle kaldı.

Tatil bitti Erzurum’a döndüm… Fakat onların bu şekilde kötülemesi benim merakımı celbetti benim için daha çok merak konusu oldu… O sıralar Cuma günleri cami önünde İttihat Gazetesi var onu satıyorlardı, her sayısından bir tane alıp okumaya başladım, bazen okula götürdüm. Okulda bir gün bir öğretmen bu gazeteyi gördü, kızdı elimden aldı yırttı, “bu Nurcuların gazetesi, sen nasıl okursun” dedi.
O zaman kendi kendime dedim “demek ki, bu da aynı kitaptan.” Tabi gazeteyi kim çıkarıyor bilmiyorum. Fakat böylece o öğretmen vasıtasıyla İttihat Gazetesinin Nurcuların gazetesi olduğunu öğrenmiş oldum, merakım biraz daha arttı.

Sonra okulda tanıştığım bir arkadaş dedi ki, “biz Cumartesi günleri ikindiden sonra, bir Ziya öğretmen var onun yanına gidiyoruz böyle sohbet ediyoruz, gelir misin?” “Gelirim” dedim. Oraya gittik hoşuma gitti ve devam ettim. Orada Risale-i Nur okuyorlar, fakat ben çok çekiniyordum. “Her gün, her gün, bunlara yük oluyor muyum? Ne yapıyorum?” diye…

Lise sonda idim dersler falan var. Fazla sık gitmedim, çekingenlik işte… O nedenle kitaplardan bir iki tanesini ancak okudum… 1968’de mezun oldum ve İstanbul’a gittim, Yıldız Üniversitesini kazanmıştım. Okula başladıktan sonra orada Harun Keleş isimli bir köylüm (o İlahiyatta okuyordu) beni yanına aldı. Kaldığı yerde bir iki ay kadar beraber kaldık, orada her gün günlük risale okumaya başladım, o da Nur Talebesiymiş meğer. Derslere götürmeye başladı, o zaman Üsküdar da bir evde ders yapılıyordu, işte o gün bu gün Elhamdülillah devam etmeye çalışıyorum.

“Acaba dershaneye yük mü oluyorum?” diyorsunuz ya o zamanlar için. Yani edep başka bir şey, çok fazla anlayışlı oluyor bazı insanlar ve bunu sizde hep görüyorum. Bunun nedenini öğrenebilir miyim?

Ortaokulda okuduğum zaman babamın tanıdığı birinin evinde misafir olarak kaldım, orada çok sıkılmıştım. O hal bende bir ahlak halini aldı. Bende bir çekingenlik hâsıl oldu, misafirlikte, tanımadığım birilerinin yanında kalmam sıkıyor beni… İşte o gün bu gündür hayatımda o durum devam ediyor. Yani yazılılarda çok iyi not alırdım, ama sözlüye kalkınca utancımdan o kadar güzel cevap veremezdim… Bana “yoksa sen kopya mı çekiyorsun?” der takip ederlerdi. Ama ben hiç kopya çekmedim… İşte o çekingenlik daha devam ediyor.

Siz demek ki, Risale-i Nurları ilk defa Erzurum’da tanınmış oldunuz ama daha sonra asıl İstanbul’da Nurlarla aşina oldunuz öyle mi?

Evet, İstanbul’da, Harun Keleş abi ile birlikte oldu… Erzurum’da Camilere gitmeyi çok seviyordum, Osman Demirci Hocanın vaazlarını kaçırmazdım, komünizmle mücadele derneği vardı. Celalettin Ataman abi Mustafa, Ahmet Polat onlar hafta sonları konferans verirlerdi, onlara giderdim. Arkadaşlar sinemaya giderlerdi ben onları dinlemeye giderdim. Onların kim olduklarını bildiğimden değil, konuşmaları hoşuma gittiği için hafta sonları hep onları takip ederdim.

Konuşmalar bilgi yüklü olunca sizi celb ediyordu…

Evet.

68’de üniversiteye geldiniz, Harun abi ile tanıştınız, dershanede kalmaya başladınız…

Dershanede hiç kalmadım. Harun abi ile bir iki ay kaldıktan sonra, İstanbul’da bir ev kiraladık, kardeşim de o zaman liseye başlamıştı. Onu da Haydar Paşa Lisesine yerleştirdik. Daha sonra ev tutup annemi, kardeşimi İstanbul’a getirdik, evde kaldık. Babam o zaman Balıkesir’de çalışıyordu, sonra Bursa’ya geldi. Hafta sonları iki haftada bir yanımıza gelirdi. Üsküdar’a…

a_eminkocak_abiraz.jpgÜniversite yıllarında sizinle beraber kimler vardı?

Üniversitede, Arif Tomaz şimdi İstanbul’da Diş doktorudur benim de sınıf arkadaşımdır. Celal Huyut sınıf arkadaşım, Mehmet Nuri Arslan Urfa’da o da sınıf arkadaşım. Kanal 7’nin müdürü Zekeriya Karaman sınıf arkadaşım. Yine bizim devrede İsmail Çalı vardı, Adapazarı’nda rektör oldu, Cavit bay vardı, Muzaffer Avcı, onlar bizden bir üst sınıftaydılar, bizden eski, ama onlara yetiştik.

1969 olayını demek siz de yaşadınız?

1969’da hadiselerin olduğu zaman, Kadıköy Mühendislikte okuyordum. Bir sene orada okudum, sonra 70’de Yıldız’a gittim. İki senem Kadıköy Mühendislikte geçti. O hadiselerde yoktum ben.

O zaman Muzaffer Avcılar, Arifler, Mehmet Soslu onlarla da var sanırım…

Evet.

Birde şehit var o zamanlarda Mehmet Zaidin oğlu.

70-74 yılları Yıldız’da okudum. O tarihlerde yine hadiseler oldu. 71 muhtırasında Yıldız’da bayağı rahattık. Ondan önce Deniz Gezmişler bayağı işkence yapmışlar arkadaşlara. O zaman Faik Türün Sıkıyönetim Komutanı olunca, isimler istiyordu, onları içeri atıyordu, Bizim devre de bayağı rahat oldu, okulda pek hadise olmadan okulu bitirdik.

ALİ ULVİ KURUCU, “BEKİR BEY BENİM ŞİİR YAZMAMA SEBEP OLDU” DERDİ

Medine’de Ali Ulvi Kurucu abi ile beraberdiniz …

Ali Ulvi Beyle sabah namazlarına ekseriyet beraber giderdik, o günkü okunan şeyleri dönüşte bana izah ederdi. Çok iyi günlerimiz geçti.

Risale–i Nurla ilgili aklınızda kalan, yani Tarihçe-i Hayat’ın önsözüne geçmemiş, özel bir şey var mı?
 
Önsöze geçmemiş Bekir abiyle bir hatırası var. Bir gazete küpüründe Bekir abinin, hapse gülerek girdiğini görünce, “özlediğim gençlik” diye bir şiir yazıyor. Sonra, İstanbul’a gidiyor, o zaman bir yazıhanede Bekir abinin resmini görünce diyor, “işte ben bu fotoğraftan dolayı bu şiiri yazdım, bu kimdir?” Bekir abi de orada imiş… Diyorlar “Bu Bekir Bey’dir.” Orada tanışıyor. Onu anlatırdı. “Bekir Bey benim şiir yazmama sebep oldu” derdi.

Yani Risale-i Nuru tanımadan önce de şiir yazmış…

Evet… Fevzi Çakmak’ın vefatında yas tutulmuyor, devletin resmi radyosunda türkü söyleniyor. Bekir Berk ve arkadaşları radyo evini basıyorlar, “bir kahramanımız vefat etmiş nasıl türkü söylüyorsunuz? Neden kesmiyorsunuz yayını?” diye, Bekir abiyi o zaman tutukluyorlar, tutuklarken Bekir abi gülüyor. Gazetelerde o güler yüzlü fotoğrafı görünce “özlediğim gençlik budur” diye o şekilde şiir yazmaya başlıyor.

Üstadla ilgili bir şey var mı?

Bilemiyorum. Çok bahsederdi ama… Hatta bir gecede yazıp postaya verdiğini söylerdi…

Ne iş yapardı Ali Ulvi Kurucu?

Arif Hikmet Kütüphanesinin müdürüydü.

Bir Türk, Arap kütüphanesinde müdürdü öyle mi?

Suudi vatandaşıydı. Türk vatandaşı değildi. Buraya geldiğinde Suudi vatandaşlığını almış.

TEYBE HAŞİR RİSALESİNİ KOYMUŞ, DİNLERKEN RUHUNU TESLİM ETMİŞ

Burada başka kimler vardı?

Abdurrahman Toprak, Ahmet Hamza Aksakallı…

Ahmet Aksakallı nereli?

Eskişehirli, ikisi beraber 60’da ihtilalle beraber gelmek istiyorlar. Hamza ismini pek kullanmıyordu. Annesi hamileliğinde Hz. Hamza’yı görüyor, müjde veriyor oğlun olacak diye, ondan dolayı Hamza koymuşlar.

Abdurrahman abinin yaşını biliyor musunuz?

1339 yani,1923 doğumlu.

Ben çok zorladım da.

Yaşını söylemiyor. Hatırlamıyor…

Sungur abi ile birlikte gitmiştik yanına, “benim yaşımı söylemek gibi bir adetim yoktur” dedi. 1923 demek. O zaman biz Ahmet Hamza abiden başlayalım.

Ahmet Hamza abi, çok fazla konuşmaz, devamlı Risale ve Kur’an okurdu, Harem’de böyle Türklerin yanına gitmez, mümkün mertebe kenarlarda durur Kur’an okurdu. Evinde Risale okur. Biz ziyarete gittiğimiz zaman kabul eder, dershaneye çağırdığım zaman gelir fakat mümkün mertebe uzaklaşmaya çalışırdı. Yani öyle çok konuşup, lüzumsuz konuşmamak için, kendini o şekilde az konuşmaya alıştırmıştı. Risale-i Nuru devamlı okuduğunu söylerdi. Hatta vefatında arkadaşlar hastaneden çıkarmışlar, beni çıkartın demiş evine götürmüşler, evinde teybe Haşir Risalesini koymuş, dinlerken ruhunu teslim etmiş. Yani birkaç dakika sonra arkadaşı odasına giriyor ki, kapıyı çalıyor bakıyor ruhunu teslim etmiş.

O gün Mustafa Sungur abiyle gittiğimiz zaman, Abdurrahman abi “bu Sungur var ya bu Sungur, çok önemli bir adamdır siz bilmiyorsunuz. Üstad en zor işleri ona veriyordu. Üstad bana da şu kitabı verdi” diye, ilk baskı sözleri gösterdi. Acaba Ahmet Hamza abi için de Üstad’la ilgili bir şey biliyor musunuz?

Şimdi öyle bir şeyini bilmiyorum, onlar üç arkadaş, Eskişehir’den ayrılıyorlar, 60 ihtilali olunca, “burada Kur’an okuyup devam edemeyiz” diye. Suudi Arabistan’a gelmek istiyorlar, konsolosluğa gidiyorlar. Konsolusluk diyor “şu anda gitme imkânı yok. Hac yok Umre yok.” Zaten yeni ihtilal olmuş, kimseye vize verilmiyor.

Bunlar üç arkadaşlar karar veriyorlar gidiyorlar Urfa’ya. Abdulkadir Badıllı abiye misafir oluyorlar, altı ay kadar orada Kur’an talimi yapıyorlar. Eskişehir’de de Kur’an okuyorlarmış zaten. Birisi Eskişehir’e, Ali Rıza Hoca var, o geri dönüyor, ikisi Urfa’daki abilerin, yardımıyla o zaman dışarı gitmek yasak, onlar bir yolunu buluyorlar, Suriye’ye gönderiyorlar. Kaçak mı, resmi mi o kadarını bilemiyorum. Suriye’ye gidiyorlar diyorlar, “Biz Medine’ye Suudi Arabistan’a gideceğiz.” Oradan vize alıyorlar, geliyorlar Medine’ye. Herkes şaşırıyor. “Buraya gelmek yasak Umre yok, Hac yok, siz nasıl geldiniz?” diye. “Cenab-ı Hak yardım etti geldik” diyorlar. O zaman burada olanları dolaşıyorlar, Saatçı Osman abiye gidiyorlar –hayattaymış-. O arada bir zat geliyor Tevfik amca diye, diyor ki “siz gelin Üstad sizi bize emanet etti, siz benim misfirimsiniz.”

Üstad emanet etmiş öyle mi?

Evet, Ermenilerle savaşırken Üstadla beraber. O da askermiş o zaman, sonra Medine’ye gelmiş yerleşmiş. Diyor “Üstad sizi bana emanet etti, benim misafirimsiniz.” Onları Karabaş Medresesi vardı orada bir yere yerleştiriyor. “Benden habersiz bir şey yapmayacaksınız” diyor. O zaman burada kalabilmek için, üniversiteye kaydoldun mu ikameli olarak kalabiliyorsun. Okulu bitirene kadar kimse bir şey demiyor. Bunlar da düşünüyorlar “kaydolalım da, kaçak kalmayalım” diye, sonra istihareye yatıyor, çok kötü rüya görüyor diyor sakın kaydolmayalım, sonra kaydolmadan kaçak kalıyorlar. 7-8 sene kaçak kalıyorlar, sonra bir ara af çıkıyor, isteyen ikamet alabiliyor.

Tekrar Suriye’ye kadar gidip vizeyle dönüyorlar. Ondan sonra ikameli olarak kalıyorlar. Buraya geldikleri zaman her gün Harem’de ders yapıyorlarmış ikisi, gelen Türkler de dinliyorlarmış. Saatçi Osman Efendiye, Mesnevi Nuriye’yi götürmüşler, okuyunca çok memnun kalmış, “bütün külliyatı bana getirin” diyor. Nasıl getirtirelim o zaman, gelecek kimse yok…
Hasan Bahşiş var onunla bir gün Mihail Hoca birlikte gidip Osman hocayı ziyarete gidiyorlar. Orada onlara “kapıda bir koli var” deniyor. Alıp içeri giriyorlar, açıp bakıyorlar Külliyat. Ondan sonra her gün, Hasan Bahşiş’le, Mihal Hoca gidip (Osman Hoca o zaman yaşlı) ona Külliyattan devamlı okuyorlar. Ömrünün sonuna kadar dinliyor onları. Ben geldiğimde vefat etmişti rahmetliyi göremedim.

Çok acaip haller, bir de işin güzel tarafı sizin bunları, birinci ağızdan anlatıyor olmanız. Yani geçenlerde, Risale Haber yazarlarından biri “Hatıra Nurculuğu” diye bir yazı yazmış. Hatıra Nurculuğunu, eleştiren bir yazı, “Risale-i Nurun ruhunu anlamak lazım, okumamız lazım, hatıraları bir tarafa bırakıp manasına yönelmemiz lazım” diyen bir yazı. Çok da tepki çekti, karşı çıkan çoktu, yazının altında yorumlar var, yorumcular da onu eleştiriyorlardı. Hatta bu arkadaşı haricilikle ittiham edenler oldu, aslında bu güzel bir nur talebesi aslında. O da samimi yani Risale-i Nur’u tavsiye ediyor sonuçta. Ama ben düşünüyorum şimdi, bu halleri olayları ne yapmamız lazım. Bir kenara mı koyalım? Siz bunları yaşamışsınız, birinci ağızdan dinliyoruz. Kaydetmek iyi oluyor bence… Ne dersiniz?

Ben Necmettin Şahiner’in Son Şahitlerini okudum çok da faydalandım çok da severek okudum. Yani onların faydası var, zararı yoktur. Teşvik edici oluyor.

Abdurrahman abi bize derslerde -bazen izine gidiliyor yaz aylarında kimse kalmıyor- kimse olmasa da iki kişi oldu mu hemen “tamam başlayalım derse” der ve okutturur. Kaç yaşına geldi aynen devam ediyor.
Sonra Ahmet abiden devam ediyorduk. Ahmet abi ile çok fazla görüşmediğimiz için Haremde, selamlaşıyoruz, bayramlarda o zaman Selahattin abi buradaki cemaat, her bayram ileri gelenleri ziyaret ederdik, Ahmet abi, Abdurrahman Abi, Tahir abi, Ali Ulvi Kurucu, Zekeriya efendi, sonra Musa Topbaş Efendi, Medine’de yaşlı olan, tanınmış insanları… Bayramlarda cemaat olarak hepsini ziyaret ederdik… Yani Ahmet Ramazan abi de öyle çok oturup, konuştuğumuz yok, hep kaçardı, Ramazan abi o da pek görüşmez onunla da bayramdan bayrama, o da Ahmet abi gibi biraz, fazla görüşmeyi istemez. Sürekli okurdu…

1995’lerde vefat etti demiştiniz. Nereye defnedildi?

Cennetülbaki’ye. Eşi vardı oda vefat etti. Çocuğu yoktu.
(Devam edecek)