Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

28 Şubat müdahelesinin 15. yıldönümü

Demokrasimizin çetin bir sınavdan geçtiği, yetkili ve üst düzey bazı devlet görevlilerinin birilerini ‘’kazığa oturtmanın’’ hayalini kurduğu bu karanlık ve istibdat günlerinin üzerinden tam on beş yıl geçti.

28 Şubat 1997 tarihinde toplanan ve en uzun süre devam eden kurul toplantısı olarak tarihe geçen Milli Güvenlik Kurulu’nda, Genel Kurmay Başkanlığı tarafından irtica ile mücadele amacıyla hazırlanan on sekiz maddelik bir bildiri kabul edildi. Bu bildiri ile resmen ‘’28 Şubat Süreci’’ başlamış oluyordu. Böylece, tamamen demokratik olarak kurulan bir cumhuriyet hükümeti, bürokratik bir müdahale ile iş yapamaz hale getiriliyor ve ayrılmaya zorlanıyordu.
Bu kararlara karşı bir müddet direnen Başbakan Necmettin Erbakan, herhangi bir icraatta bulunamayacağını anlayınca, ‘’Dönüşümlü Başbakanlık’’ formülünün de gereği olarak istifasını Cumhurbaşkanı Demirel’e sundu. Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi milletvekilleri de bir deklarasyon yayınlayarak, Tansu Çiller’in başbakanlığını desteklediklerini kamuoyuna ilan ettiler.

Ancak, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti kurma görevini Çiller’e vermeyerek, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ı hükümeti kurmakla görevlendirdi. Tansu Çiller, bu dönemde Refah Partisi ile koalisyon kurarak, bazı güçler tarafından suçlu durumuna düşmüş ve böylece bu dönemin istenmeyenleri arasında yer almıştı. Bu sıralarda DYP’den istifa furyası başladı. İstifa eden milletvekilleri, Hüsamettin Cindoruk başkanlığında Demokrat Türkiye Partisini kurdular. 

İsmi demokrat fakat yapılan postmodern bir darbeyi desteklemek ve devam ettirmek için kurulan Demokrat Türkiye Partisi, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından da destekleniyordu. Nitekim Süleyman Demirel’e yakınlığı ile bilinen Doğru Yol Partisi milletvekillerinin çoğu istifa ederek Demokrat Türkiye Partisi’ne geçtiler.
Böylece yeni kurulacak hükümetin alt yapısı oluşturulmaya başlandı. Tansu Çiller de bu arada yaptığı tarihi hatasının bedelini ‘’A Takımı’’nı büyük ölçüde kaybederek ödedi ve DYP büyük bir darbe aldı.

Refahyol döneminde Batı Çalışma Grubu tarafından başlayan ve neredeyse bütün vatandaşları içine alan fişleme faaliyetleri, Anasol-D hükümeti tarafından artan bir hızla devam etti. Valiler, kaymakamlar, okullar, yurtlar, daire amirleri, memurlar araştırılıyor;  dindar olanlar, namaza gidenler, eşinin başı örtülü olanlar potansiyel suçlu kategorisine dâhil ediliyorlardı.
Bu fişleme öyle bir boyuta ulaşmıştı ki, mağazalar, marketler, şirketler ve hatta kebapçılar bile bu suçlama ve fişlenme furyasından nasiplerini almışlardı.  Askeri personelin eşleri de bu jurnal faaliyetlerinde ajan olarak çalıştırılmak isteniyordu. 

Bu dönemde başörtüsü ile amansız bir mücadele başlamıştı. Yasak bütün üniversitelere en acımasız bir şekilde yaygınlaştırılmıştı. Bu hükümet döneminde Batı Çalışma Grubu’nun Başbakanlığın kontrolüne geçmesini sağlamak amacıyla Başbakanlık bünyesinde bir Takip Kurulu oluşturuluyor ve Başbakan Mesut Yılmaz da ‘’artık BÇG’ye gerek yok’’ diyordu.
Fakat sonradan ortaya çıktı ki,  BÇG çalışmalarına aralıksız devam etmiş, fişleme ve istihbarat çalışmalarını kesintisiz sürdürmüştü. Yine bu dönemde Anayasa Mahkemesi tarafından seçimlerden birinci parti olarak çıkan Refah Partisi kapatılıyordu.

Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan hükümet, bir müddet sonra istifa etti. Aslında görevini de hakkıyla yapmıştı. Operasyonun birinci aşaması tamamlanmıştı. Bu sefer de ikinci aşamaya geçilerek daha ileri hedeflerin gerçekleşmesine çalışılacaktı. Mesut Yılmaz’ın istifa etmesinden sonra bu yeni senaryo sahneye konmuştu. O da Cumhurbaşkanı Demirel tarafından, Sanayi Bakanı Yalım Erez’in hükümeti kurmakla görevlendirilmesi senaryosuydu.
Hiçbir partinin Genel Başkanı değildi. Güvenoyu alacağına dair kamuoyuna bir angajman da yapılmamıştı. Gerçi bir milletvekilini Başbakan olarak atamak Cumhurbaşkanının göreviydi. Meclis’ten istediği bir milletvekilini Başbakan olarak atama yetkisi vardı. Ama öteden beri oluşan bir gelenek söz konusuydu. Bu görevlendirme belki de olağanüstü dönemin açık bir yansımasıydı.

Bu durum karşısında Tansu Çiller’in bir karşı atağı söz konusu oldu. Aslında Tansu Çiller, bu senaryolar karşısında ölümlerden ölüm beğenmişti. Burada,  partisinden seçilip istifa eden bir milletvekilinin başbakanlığını kabul ederek partisinin elinden kaymasına çanak tutacak veya kendince ehven-üş şer olarak telakki ettiği Bülent Ecevit’e başbakanlık teklif ederek, Yalım Erez operasyonunu geri püskürtecekti.
Daha önce partisinden istifa ettirilen bir şahsa hükümeti kurma görevinin verilmesini, kendisine karşı bir tezgah olarak düşünmüş olacak ki, Ecevit’in azınlık hükümetini dışarıdan desteklemeyi tercih etti ve Hüsamettin Özkan vasıtasıyla Ecevit’e haber gönderdi. 
Böylece Yalım Erez’in önü kesilmiş oldu. Mesut Yılmaz da, ANAP olarak Bülent Ecevit’in başbakanlığını destekleyeceklerini açıklamıştı. Hükümeti kuramayacağını anlayan Yalım Erez, görevi iade etmek zorunda kaldı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel için de, değişen bir durum söz konusu olmayacaktı.

Yalım Erez olmadı ama Bülent Ecevit, böylece güvenoyunu garantilemişti. Bunun üzerine Ecevit, hükümeti kurmakla görevlendirildi. Ecevit, seçimden dördüncü parti olarak çıkmıştı ve sadece altmış bir milletvekiline sahipti. Fakat kendisinden daha fazla milletvekili çıkaran üç partinin genel başkanlarını sollayarak Başbakanlık koltuğuna oturmuştu. Bu durum bile 28 Şubat sürecinin meclis zemininde ulaştığı başarının çok somut bir örneği idi.
Bu süre zarfında anti demokratik ve zulüm boyutlarına ulaşan çok sayıda uygulamaya imza atıldı. Millet tarafından büyük oy oranı ile desteklenen partiler kapatıldı. On binlerce başörtülü öğrenci okulunu bırakmak zorunda kaldı. Çok sayıda başörtülü memurun ve akademisyenin görevine son verildi.

Demokrasiyi savunan ve 28 Şubat’ın anti demokratik uygulamalarına ve zulümlerine destek vermeyen gazeteciler, yazarlar ve siyasetçiler hakkında askerler tarafından andıçlar hazırlandı. Birçok gazetecinin işine, patronlarına yapılan baskılar sonucu son verildi. Korkan bazı gazeteciler, suya sabuna dokunmayan yazılar kaleme aldılar.
Bazı gazeteciler de istemeye istemeye askerleri yere göğe sığdıramayan yazılara imza attılar. Bazı gazeteler, Genel Kurmay’da hazırlanan manşetler ile okuyucularının karşısına çıktılar. 28 Şubat uygulamalarına karşı çıkan Mahir Kaynak’a şu teklifte bile bulunulmaktan çekinilmedi: “Sen yazı yazmaktan vazgeç. Patronun tarafından yazıyormuş gibi ücretini almaya devam edeceksin.”

Bu süreçte siyasetçilere akla hayale gelmeyen baskılar yapıldı. Tehdit edilenler, bir şekilde korkutulmaya çalışılanlar, para teklif edilenler bile oldu. Bazıları bu süreçte dik durmasını ve taviz vermemesini bildi. Bazıları da maalesef bu çirkin ve kirli sürecin bütün pisliklerine sonuna kadar battı. Bu haysiyet fukaraları kendi değerlerini, inançlarını ve mücadelelerini; bir menfaat, bir korku veya başkalarına bir husumet karşılığı satan şahsiyet yoksunları olarak tarihin kara sayfalarına geçtiler.

Bu on beş yıllık süre içerisinde Türkiye’de çok şey değişti. ‘’Bin yıl da olsa sonuna kadar devam edecek’’ denilen 28 Şubat süreci ve din düşmanı istibdat uygulamaları sona erdi. Milletin kararlı, sabırlı ve onurlu duruşu ve direnişi sonuncunda, bu iğrenç dönem bütün karar ve uygulamaları ile tarihin çöplüğüne atılmaya devam ediliyor.
Üniversitelerde başörtüsü problem olmaktan çıktı. İmam Hatip Liselerinin önündeki en büyük engel olan katsayı sorunu hal edildi. Bugün Türkiye’nin birçok bölgesinde yeni İmam Hatip Liseleri açılmaya devam ediliyor. Kesintisiz eğitime son verecek yasa teklifi bugünlerde TBMM Başkanlığına verildi.

Ordu henüz tam olmasa bile yavaş yavaş ve sindire sindire olması gereken sınırlara çekilmeye devam ediyor. Bugün hiç olmadığı kadar kahraman ordu, siyasi iradeye tabi bir görüntü vermeye başladı. Temennimiz bu görüntünün tam anlamıyla demokratik bir hazım ve olgunluk ile kemale ermesidir. Dizginini tamamen kurtaracak günlerin pek uzak olmadığına dair inancımızı ve duamızı ifade etmek istiyoruz.
Bu günlerde özel yetkili Cumhuriyet Savcılığı 28 Şubat Süreci ile ilgili olarak soruşturma başlattı. Bununla ilgili olarak çok sevindirici gelişmeler yaşanmaya başlandı. Savcılığın isteği üzerine YÖK Başkanlığında bulunan, 28 Şubat Sürecinin akademik cenahtaki anti demokratik ve zalimane uygulamalarının kayıt altına alındığı üç yüz klasör belgeyi bu kurumdan teslim alarak incelemeye başladı.

12 Eylül İhtilalinin üzerinden otuz yıl geçtikten sonra 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan ve halkın büyük çoğunluğunun oyu ile kabul edilen Anayasa değişikliği ile yepyeni bir Türkiye’nin kapısının aralandığı, her geçen gün daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. 12 Eylül İhtilalinden otuz yıl sonra başlayabilen hesaplaşma sürecinin, 28 Şubat Postmodern darbesi için on beş yıl sonra başlamış olması, arınma ve demokratikleşme sürecinin her geçen gün daha da hızlandığının göstergesi.

Beş yıl kadar süren 28 Şubat Postmodern darbe sürecinde çok büyük mağduriyetler ve haksızlıklar yaşandı. Bazı haksızlıkları telafi etmek elbette mümkün değildir. Mahkeme-i Kübra’nın mutlak adalet terazisinde, herkes yaptıklarının hesabını verecektir.
Bugün 28 Şubat Postmodern darbe süreci ve bu dönemde yaşananlar, hemen hemen herkes tarafından şiddetle eleştirilmektedir. O günlerde süreci destekleyen yazılar yazanlar, bugün utançlarını gizlemek için bin dereden su getiriyorlar. Piyasada bu süreci destekleyen hiç kimse kalmadı.
Fakat bugünlerde yaşananlar ve gelinen bu çok önemli nokta için, emeği geçen herkesten Allah razı olsun demek, vicdanın ve hakperest olmanın bir gereğidir. Bu günler kavga ve basit çıkarların hesabının yapılacağı günler değildir.

Son MİT krizi de gösterdi ki, pusuda bekleyen ve demokratikleşme sürecini kesintiye uğratmak isteyen derin güçler, bütünüyle etkisiz kılınmış değillerdir. Hatalar, basit çıkar çatışmaları ve küçük hesaplar, bu süreci baltalamak için fırsat kollayanların ekmeğine yağ sürecektir. Demokratikleşme sürecine destek olan bütün güçlerin, bu arınma sürecinin sonuna kadar arkasında durmaları gerekmektedir.
Yoksa bunun vebali altından kalkmak mümkün olmayacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
13 Yorum