Zeki KAMİLZÂDE
Ebu Cehil İTÜ'den nasıl mezun oldu?
Türkiye'de hırsızların en sık tekrarladığı cümlenin, yakalandıklarında, "Ben birşey çalmadım!" demek olduğu söylenir. Kesinlikle doğru değildir muhterem kârîlerim. Hayır. Asla. Doğrusu şöyledir: Türkiye'nin en büyük hırsızlarının en sık tekrar ettikleri cümle "Türkiye laiktir, laik kalacak!" ifadesidir. Hatta bu slogan onların mottosudur, klişesidir, virdidir. Bunu da Zeki Kamilzade kardeşinizden duyun, bilin, öğrenin. Hey yavrum hey! Büyük bir kültür hizmeti daha! Heykeli dikilecek adamım fakat CHP'li belediyelerin kalbini kazanamadım. Büst işleriyse onlarsız pek yürümüyor. Şu köşede toplumun ilmî seviyesine yaptığım katkı benim bile gözlerimi yaşla dolduruyor yahu. Bakalım emeklerimin kıymeti ne zaman bilinecek? Öldükten sonraya kalmasa bari. Kalırsa heykel işi boşverilip bir çeşmeye döndürülmesine yeğlerim. Hiç değilse suyundan içenler birer Fatiha okurlar.
Heykele bakıp Fatiha okuyanı hiç görmedim. Saygı duruşu falan yapıyorlar. Çelenk bırakıyorlar. Sonra kuşlar saygısızlık yapıyor. Sanırsınız mübarekler heykelin kelle-i şerifinde ebru sanatını yaşatıyor. Cık, cık, cık. Sadece kuşlar mı? Iı-ıh! Köpekler de pek saygısız. Bir bacaklarını kaldırdılar mı heykelin ayakları batıyor. Daha kokusundan yaklaşabilene aşkolsun. Neyse. Midesiz mevzuları anarak içinizi kaldırmayayım. Konuya dönelim:
"Türkiye'nin en büyük hırsızlarının en sık tekrar ettikleri cümle 'Türkiye laiktir, laik kalacak!' ifadesidir..." demiştik. Peki bunu neyimize güvenerek söyledik? Elbette bizim kemalistler gibi sırtımızı yaslayacağımız bir Big Brother yok. Tek Parti yok. 5816 yok. Anayasanın 'Değiştirilmesi teklif dahi edilemez' maddelerine sahip değiliz. O yüzden yaslanmak için tarihî gerçekleri tercih ediyoruz. Öhöm! Oradan yolu kolaylayalım o zaman:
Malumunuz, bu toprakların müslümanları, ne 1071'de Malazgirt'i ne 1176'da Miryokefelon'u ne de daha başka zaferleri (sayıları da epey çoktur ha) kazanırken kemalistler piyasada yoktular. Dedelerinde vitamin bile değildiler. Ancak, ne olduysa oldu, Kurtuluş Savaşını kazanan sarıklı mücahidler, çarşaflı mücahideler, iş bittiğinde gördüler ki, eyvah, onlar cepheye koşarken evlerine hırsız girmiş. Bin yıldır İslam'la şereflenmiş bu topraklara arazî mafyaları çökmüş. Öyle ki, hem torlatop sirkat etmişler, hem de sirkatlerine 'sirkat' demeyi yasaklamışlar. Yasağın nişanesi olarak da her yerde çığırmışlar: "Tüürkiiiyeee, laaaiiiktiiir, laaaiiik kaalaacaaak."
Evet. Bu cümle esasında hırsızın hırsızlandığı malı sahibine geri bırakmamaktaki kararlılığının ifadesidir. Ve sadece Türkiye hırsızlarına mahsustur. Başka yerlerin hırsızları böyle arsızlıklarında kararlı değildirler. En nihayet utanırlar. "Yaptık bir cahillik!" falan diyebilirler. Lakin Türkiye hırsızları asla böyle şeyler söylemezler. Onlar öyle gâsıbdırlar ki, gasbedilen mağdur hasbelkader ağzını açıp "Benimdi bu!" derse, onu da derdest edip kaldırırlar. Artık şehid Ali Şükrü Bey gibi naaşı bir torba içinde mi bulunur, yoksa bulunmaz mı, onu Allah bilir.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Bilgisayar ve Bilişim Fakültesi'nin mezuniyet töreninde yaşananlar da, özünde, söylediklerimin bir delilinden ibarettir. Ne oldu peki orada? Mezuniyet fotoğrafı çekimi sırasında açılan pankartlara, bazı dindar öğrenciler de, bir ayet-i kerime mealiyle dahil olmak istediler. Hangi ayetti o? En'âm sûresinin 162. ayeti. Kısa mealiyle ne buyruluyordu ayette? Bakalım: "De ki: Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir." Maşaallah. Pankartta yazan sadece buydu işte. Yani, Allah'ın bir ayetini, Allah'ın arzında, yarattığı insanlar içinde, hem de müslüman memlekette, hatırlatmak istedi mübarek öğrenciler. Karşılığında ne aldılar peki? Hırsızların öfkesini... Ayetin görünmesinin engellenmesini...
Eh, evet, 'kâfir' kelimesinin lügat karşılığı 'örten' demektir. Küfür de örtmek manasına gelir. Peki biz bu kelimeyi neden müslim olmayanlara kullanırız? Çünkü onlar da Allah'ın ayetlerini örterler. Hem kendileri için hem de başkaları için 'okunmaz' kılarlar. Marifetin yollarını kapatırlar. Bu yüzden işte biz kâfirlere 'kâfir' deriz. Örtücü olmasalardı böyle demezdik tabii. Müslümanın tesettürü bedeninedir. Kâfirin tesettürü beyinleredir. Bu bağlamda düşününce, muhterem kârîlerim, Asr-ı Saadet'ten bu yana değişik birşey yaşanmıyor. Olanlar hep tekerrür. O zamanlar Aleyhissalatuvesselam Efendimiz ayetleri duyurmaya çalıştığında önüne geçiliyordu. Şimdi de ümmetinden mübarek gençler aynısını yapmaya çalıştıklarında önlerine geçiliyor. Hırsız böyle yapar çünkü. Hırsız çaldığının üstünü örter. Örtmezse çaldığı ortaya çıkar. İyi hırsızlar aynı zamanda iyi örtücülerdir.
Bu 'örtücülüğün' farklı vecheleri var elbette. Mesela: Demagoji de bir örtme çeşididir. Ki onun da misallerini sosyalmedyada gördük. Sözgelimi: 'Emrah Gülsunar' olayın duyulmasının ardından X'te, eski adıyla Twitter'da, paylaştı ki: "Dincilerin totaliter bir zihniyetle kamusal alanı tahakküm altına almaya çalışmasının bir diğer örneği. Orası toplu fotoğraf çekilen bir yer, insanlar mezuniyet fotosunda senin şahsi siyasi veya dini görüşlerinin yazılı olduğu pankartı görmek zorunda mı?"
Ekmek Teknesi dizisinde Avni karakterinin bir lâfı vardı: "Bize de mi Bağlarbaşı?" diyordu. İşte, kemalistler, ülkeye öyle bir çökmüşler ki, değil kullarına, hâşâ, Allah'a bile Bağlarbaşı çekebiliyorlar. Yani, şu müslüman memlekette, Allah'ın ayetlerine dahi "Kamusal alanda işiniz yok ha!" diyebiliyorlar. Bunun bir adım ötesi nedir muhterem kârîlerim? Ezana, selâya, hatta tesettüre, hatta dinî bir anlam barındıran her davranışa 'kamusal alan' mevhum sınırını çekmektir. Allah'ın mülkünde Allah'ı mütehakkim saymaktır. Allah'ın arzında Allah'a sınırlar koymaktır. Allah'a 'Allah olmayı' yasaklamaktır. Gözümün nuru ne de güzel sanıyorla:"Evet, bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder." Bizim de cahilliğimiz, yumuşaklığımız, sessizliğimiz bu zalimlere çirkin bir cür'et veriyor. Mahallemizde salyangoz pazarlayabileceklerini sanıyorlar.
Öyle ya, Allah'ın 'Allah' olduğunun ilanı, Allahsızların tayin ettiği sınırlar içinde mi olacaktır artık? Ne zaman 'Allah' denileceği 'Allahsızlara' mı sorulacaktır? Kur'an tilavetinin vaktini, ayetlerin zikrini, Ebu Cehil'le Ebu Leheb mi oturup belirleyecektir? Elbette hiçbir müslüman böyle bir sınırı tanımaz. Çünkü bu topraklar onun yedi ceddinden kalan kılıç hakkıdır. Kılıçla aldığımızı da ancak bizden kılıçla alırlar. Ne fiyatla aldıysak yani o bedelle takdim ederiz. Ticaretten düz mantık anladığımız budur. Gâsıblar çalım satmaya devam etsinler bakalım. Sloganlarını doya doya atsınlar. "Türkiye laiktir, laik kalacak!" desinler. "Çok güzel çöktük. İadesi mümkün değil. Hiç uğraşmayın..." diye düşünsünler. Mekanın asıl sahipleri almaya ahdetmiş bir şekilde dönüyor. Sırtımızdaki bıçak yaraları nihayet iyileşiyor. O çocukları pistten alamazlarsa pisti altlarından alırlar...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.