Gülser TÜRKOĞLU

Gülser TÜRKOĞLU

Zamanın altın ikliminde hizmet

Kalbinin dilini kullanarak, hislerinin bütün kelimelerini ortaya dökerek, dünyadan ahirete doğru yönelip, ötelerdeki ruh dünyasının içine girerek, kulluğunun destanını okuyor gibisin. Okunan destanın içindeki kalbin, bir ucu dünyada bir ucu ukbada adeta bir gökkuşağına benzeyen alam-i sema altında bahtının zirvesinde dimdik ayakta duran; hizmet coşkusu, sevinci, heyecanları ve bunların yanında hep yaşatılan iman gücü..

Dünya, görüp sezebildiğimiz kadarıyla adeta inanılmaz bir rüya manzarasıdır. Üzerinde bulunan her şeyin özünü güzelliklerini önüne seren bir cennet yamacı gibidir. İşte bu cennet yamacının içerisinde kimileri,  isyan deryasının yelkenlerini açıp akıntıya bırakıyorlar kendilerini. Kenara çıkmak gibi bir dertleri yok, akıntıya kapılıp olduğunca derinlere dalıyorlar. Bu akıntıyı tersine çevirecek yüksek güçler nerede? Bu yüksek güçlerin önleri kapalı, üstelerine ardın sıra tuğlalar örülmüş ve yok olmuş yüksek güçler. Bu mevcut durumda merhum Akif’in şu sözlerini insana hatırlatıyor:
“Haya sıyrılmış , inmiş: Öyle yüzsüzlükler ki her yerde…
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
….
Beyinler ürperir, ya Rab, ne korkunç inkılap olmuş:
Ne din kalmış, ne iman, din harap, iman türap olmuş!”

Evet,  incelerden ince  duygular ve yeşerecek yeni düşler için, hayata hayat kılacak ve akıntıyı terse çevirecek yüksek güçler lazım.
Bu durumda zannediyorum ki; din hayatının hem nuru hem esası olan hizmet aşkını görüyorum. Hizmet; varlığa uyan ilk nağme ve dünyanın içinde sallanan ilk tatlı beşiktir. Bir perdenin yeni bir şivesi, bir nağmenin yeni bir usulü,  telaffuzudur.

Hizmet, Allahu Teala’ya olan yeni bir vuslatın yolu, heyecanıdır. Tam bulamamış olmanın tahassürüyle koşarsın, tepeye tırmanırsın bazen tam buldum dersin yarı yolda kaldım diyip kararsızlıklarla çırpınır durursun. O anda dilinden şunlar dökülür:
“İşte peykanın gönül hecrinde, şevkim sakin et,
Susuzum bir kez bu sahrada benim ‘çün are su’’ (Fuzuli)

Sözleriyle göklerden gelip , hizmet sahibinin alevlerini söndürecek bir rahmet beklersin .
İslam hizmeti, herkesin buhranlarla kıvrandığı en karanlık zamanlarda  şevk u şükürden rengarenk danteller örerek cennetin Şukufelerini yaşattırır bize. Ve yine hizmet;  dünya içinde ayrı bir cihan gibidir. O cihan ki bir saraydır. Sarayda yaşamak varken neden insanlar zindanı seçerler anlamış değilim. Zindan ki; gafletin sinelere dolduğu, burkuntular içinde  çiçeklerin solduğu bir yerdir. İşte zindanlığa inat sarayın içinde çiçekten çiçeğe konup kalkan arılar gibi hazdan haza uçmak varken neden zindan neden?

Bir yerde okumuştum şöyle diyordu:’’Eziyetli yaşayan birinin dilinde hep dünyanın acı bir tadı vardır. ‘’Acı dünyayı yaratan sensin. Eziyetli yaşamakta senin elindedir. Ki, eziyetli yaşarsan hiçbir zaman ağzının tadı değişmeyecektir. Ağzının tatlı bir şerbete dönüşmesi için kaldır kafanı da bak etrafına. İşte gördüğün o  saray; o sarayın ruhu hizmetin taa kendisidir. Hizmetin içinde eziyetler değil, sevginin sesini soluyorsun. Samimiyet ve sıcaklığın derecesini görüyorsun. Gönüllerde sevginin attığı çehrelerde samimiyetin tüllendiği ve gözler kendilerini o büyülü tebessümlere saldığı zaman, işte o an  hizmet ışığını intikal etmiş olursun. Hizmetin coşkunluğunda, sevginin müphem nağmeleri gönül yamaçlarında bir bülbül sesi gibi duyulur. Sonra bir bakmışsın ki bütün benliğini sarmıştır…  Hem öyle bir sarmıştır ki; neşeden, sevinçten bir çocuk gibi diz çöküp hıçkıra hıçkıra ağlayasın gelir insanın.
Aslında hizmet sevgisi sihirli bir musluktur.O saf musluktan akan hizmet muhabbetinin  kevserini duyabildiğin  an duyguların öylesine şahlanır ki , ruhun heyecanlanır , köpürür , benliğin tavan yapar ve işte o anda kalp dilini kullanmak istersin .Kalbinin dilini kullanarak , hislerinin bütün kelimelerini ortaya dökerek , dünyadan ahirete doğru yönelip , ötelerdeki ruh dünyasının içine girerek , kulluğunun destanını okuyor gibisin . Okunan destanın içindeki kalbin , bir ucu dünyada bir ucu ukbada adeta bir gökkuşağına benzeyen alam-i sema altında bahtının zirvesinde dimdik ayakta duran; hizmet coşkusu, sevinci , heyecanları ve bunların yanında hep yaşatılan iman gücü..

Gözlerini yummuş, iliklerimde dolaşan iman gücünün,  hizmet aşkının kıpırtılarını dinliyorsun. Hizmetin hayatında bir güneş olduğunu hissediyorsun. Hayatına doğan güneşle dört bir tarafta  güzelliklerinin olduğunu, al, pembe, sarı çiçeklerin salınıp etrafa gamzeler saçtığını görüyorsun. Ruhların çocuksu bir dokunuşuyla;  ‘’Ebed ebed ve ba’sü ba’del mevt!’’ diye çağladığını ve etrafın saadet vadiyle kaplandığını zevkten zevke intikal ettiğini hissediyorsun.

Solmayan rengin, sönmeyen ışığın, batmayan güneşin dil bestesidir hizmet.
Hülyalarımızı besleyen hizmet kokusu, bizi her zaman, içinde bulunduğumuz dar kalıplardan kurtararak daha ferahfeza iklimlerde dolaştırır. Ruhumuzu o sihirli alemin zirvesine ulaştırır. Zaten hepimiz bu zirvede  zamanın altın iklimde  hizmetin birer çocukları değil miyiz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum