Yıkılmayan duvarlar (Mutluluğa yolculuk-2)

Erek Dağını terk ederken içimde bir eksiklik olduğunu hissettim.
Çünkü bu ziyaret eski Said dönemindeki Erek'ti.
Yeni Said döneminde yapılacak bir Erek ziyaretinde çok daha farklı duyuların yaşanacağı belliydi. Dolayısıyla öyle bir ziyareti başka bir zamana bırakarak merkeze doğru yol aldık.
İkinci bir ziyaret için tamamen o zamana endekslenmek gerekmektedir.
Ankara'da gördüğü bazı hakikatler sonucu "euzubilahimine şeytani ve siyaset" deyip inzivaya çekildiği zamanki duygularla burası tekrar ziyaret edilirse çok daha farklı bir atmosfer oluşacağına inanıyorum.

Böylesi yoğun düşüncelerle merkeze dönerken Ata Hoca son derece orijinal bir hatıra anlattı.
Bediüzzaman'ı Erek'te ziyaret eden yaşlı bir amca kendisine şöyle anlatmış:
Biz köyümüzde bir grup insanla birlikte Seyda'yı ziyarete gittik.
Seyda bize çok şeyler anlatmıştı. Fakat bir meselesi hiç aklımda çıkmıyor. Demişti ki: "ben eski Said'in yeni Said'e dönüşeceği zaman çok farklı haletler yaşadım. Bazen kendimi çok değişik âlemlerde buluyordum. Bir seferinde karanlık ve dehşet bir vadiye atılmıştım.
Her taraf karanlık hiçbir yer görmüyordum. Olduğum yerde kala kalmıştım. O vadiyi geçmem gerektiğini biliyordum. Tam o hengâmede bir ses işittim. Birisi bana sesleniyordu.
"Vara xali xeyi Şarani" (Şarani dayına gel) sesin geldiği tarafa doğru meylettim. İmam-ı Şarani'yi gördüm, elimden tuttu o vadiden çıktık."
Ata hoca daha sonra Şarani hazretlerinin soyunu takip etmiş ve soyunun Üstad Hazretlerinin annesi tarafından Hz. Hasan'a dayandığını, böylece gerçekten İmam Şarani Hazretlerinin Üstadın dayısı olduğunu tespit etmiş.*

konak1.jpgEvet, insan Van'da an be an hatıralarla dolup taşıyor.
Aslında anlatılanlar, en az yüzyıllık hatıralardı. Lakin Van'da ki atmosfer o kadar canlı ki sanki henüz yaşanmış  gibi geliyor insana.
Sanki her şey yüzyıllık bir uykuya dalmış da yeni yeni uyanıyor gibi bir hava hâkim.
Sanki arada yüzyıl geçmemiş gibi her şey ve her hatıra tazeliğini koruyordu.
Bu düşüncelerimi pekiştiren en ilginç hatıra ise vali konağıdır.
Orayı gördüğüm zaman Erek'ten çok daha farklı bir duygu hissettim.
Ve inanın bence hiç kimsenin dikkatini çekmeyen bir hakikatle karşılaştım.
Eskiden vali konağı dendi mi hayallerimde ihtişamlı binalar canlanırdı. Bina sur gibi taşlardan yapılmış adeta saray yavrusu gibi konaklar tahayyül ederdim. Oysaki bu konak hiç de taşlardan yapılmamıştı. Duvarları "kerpiç"ten (ham çamurdan duvar için yapılan yapılmış tuğla benzeri inşaat malzemesi) bağlantıları da ağaçtan
yapılmıştı. İhtişam yoktu ama virane görüntüsüne rağmen asalet kokuyordu.

Kapıdan içeri girdiğimde her taraf açık olduğu halde bir an kendimi o zamanda hissettim. O zamana meydan okuyan duvarlar, o yüzyıllık rüzgârlara ve yağmurlara direnen duvarların bana bakıp ağlaştıklarını duyar gibi oldum. Sanki bana şöyle diyorlardı:
"Biz hatıralarımızı ancak bu kadar zaman saklayabildik. Onun sesinin yankısı hala duvarlarımızda saklı. O sestir ki bizi bu kadar zaman ayakta durdurabildi. O sestir ki yağmurlar bize kar etmedi. O sestir ki karlı kış geceleri boyu ısındık.
Ey "yüksek asrın" arkasında gizlenmiş ve şimdi ortaya çıkan nesli cedit işte biz o emanetleri sizlere devrediyoruz. Onsuz geçen yüzyıl bize çok işkenceli geldi. Alın emanetinizi"

konak2.jpgEvet, mekânlar davalarla büyür.
Mekânlar büyük şahsiyetlerle kişilik bulur.
Eski Van vali konağı belki çok Vali barındırdı belki gerçekten önemli kişilere mekân oldu ama onu bu zamana taşıyan saik Bediüzzaman aşkıydı.
Nasıl ki ona geçici bir süre tabut olan tahta parçaları ateşte yanmamışsa onu yıllarca barındıran bu toprak duvarlarda suya ve rüzgâra bu kadar yıl dayanabilmiştir.
Hakikaten o duvarla baktığnızda o duvarların yıkılmaması için hiçbir sebep yokken nasıl bu kadar süre yıkılmadığına insan hayret ediyor.
O konağı ziyaret eden herkes bu gözle bakarsa haklı olduğumu görecektir.
Ve öyle sanıyorum ki bu duvarların her karesi en azında fotoğraf ve filmlere alınmalı.

konak3.jpgBence onları bu kadar ayakta tutan şey Bediüzzaman'ın Müjde verdiği nesli görmeleri içindir.
Eğer bizler gidip Bediüzzaman'ın davasının artık asrı kucaklayan büyük fütuhatlarından bahsedersek huzur içinde yıkılacaklarından eminim.
Zira onlar bu müjdeli zaman için beklediler.
Bu konağı ve bahçesini gezerken yukarda bahsettiğim daha bir çok düşünce bana hücün etmişti.
Oradan ayrılırken Resul Hocaya her karesinin fotoğrafını çekmesini istemiştim.
Daha sonra her karesinin filme almasını da dilemiştim.

* İmam Şarani kimdir?
Asıl adı Abdülvehhâb bin Ahmed bin Ali el-Hanefî'dir. Saçlarını uzattığı için "Şa'rânî" (saçlı) lakabıyla tanınır. 1492'de Mısır'da doğdu, 1565'te vefat etti. Tahsilini Kahire'de tamamladı. Başta tasavvuf olmak üzere, akâid, fıkıh, ansiklopedi, gramer ve tıbba dair eserler telif etti. Eserlerinde tekke ile medrese ilminin uyumlu bir
terkibini yaptı. Dört mezhebin birleşen ve ayrılan taraflarını ele aldığı, birden fazla mezhebin hak olduğunu, bütün hak mezheplerin aynı kaynaktan beslendiğini açıklayan ve "Mîzân-ı Şa'rânî" diye isimlendirilenen kitabı, bilinen en meşhur eseridir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum