Prof. Dr. Yasin ÇİÇEK

Prof. Dr. Yasin ÇİÇEK

Yeknesaklık, Ülfet ve Nazar-ı Sathî

Ülfet; aynı şeyleri sürekli görmek ve yaşamak suretiyle o şeylere alışmak ve zamanla sıradan bir şeymiş gibi kabullenmektir. Bazı durumlarda iyi olmasına rağmen genel itibariyle insanı gaflete sürükler.

Yeknesaklık tek düzelik, sürekli aynı halde olma, değişmez bir halde bulunmaktır. Yeknesaklık ülfete sebebiyet verir. Ülfette gaflete sebebiyet verir.

Nazari sathî yüzeysel bakış, üstünkörü ve sıradan bakmak veya değerlendirmek. Bunların üçü de üçüz kardeş gibi gaflet terminolojileridir. İnsanlara hissettirmeden gaflete sürükler. Daha doğrusu gaflet hallerimiz bu kelimelerle açıklanır.

Risale-i Nur Külliyatı’nda geçtikleri bölümleri verip birkaç kelam yazmaya çalışacağım.

"Zira tevakkuf, sükûnet, sükût, atalet, istirahat, yeknesaklık; keyfiyatta ve ahvalde birer ademdir. Hattâ en büyük bir lezzet, yeknesaklık içinde hiçe iner." (Sözler – 472)

"Zâten sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf; bir nevi ademdir, zarardır. Hareket ve tebeddül; vücuddur, hayırdır. Hayat, harekâtla kemalâtını bulur; beliyyat vasıtasıyla terakki eder." (Mektubat – 45)

Hayat zikzaklar ve zıtlarla kemal bulur. Sürekli aynı halde olmak insanı gaflete götürür. Kâinat her an değişmektedir. Kâinatta dinamizm hâkimdir. Peygamberimiz (ASM) günde yüzlerce kez istiğfar edermiş. Haşa günahına değil. Bir önceki haline. Her an marifeti artıyor. Sürekli oturamazsın, sürekli yatamazsın, sürekli gezemezsin. Yatağa mahkum insanların halini herkes bilir. Statüko ve statükoculuktan Allah'a sığınırım. Nefsimin statükoculuğu en tehlikelisidir. Bütün statükolar fertte başlar aleme yayılır.

"Evet şimdi Siracünnur başındaki münacatı okudum. Ülfet ve âdet ve yeknesaklık perdeleri altında çok hârika hakikatler gizleniyor gördüm. Bilhâssa ehl-i gaflet ve ehl-i tabiat ve felsefenin dinsiz kısmı, bu âdetullah kanunlarının perdesi altında çok mu'cizat-ı kudret-i İlahiyeyi görmeyip; dağ gibi bir hakikatı, zerre gibi bir âdi esbaba isnad eder, yükletir. Kadîr-i Mutlak'ın, her şeydeki marifet yolunu seddeder. Ondaki nimetleri kör olup görmeyerek, şükür ve hamd kapısını kapıyorlar.” (Emirdağ-2, 121)

"Kur'an’dan ve münacat-ı Nebeviye olan Cevşenü'l-Kebir'den aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak, Rabb-i Rahîm'imin dergâhına arzetmekte kusur etmişsem, kusurumun afvı için, Kur'anı ve Cevşenü'l-Kebir'i şefaatçi ederek rahmetinden afvımı niyaz ediyorum." (Lemalar – 374)

Yukarda bahsedilen münacat 3. Şua olarak neşredilmiştir. Hakikaten çok harika bir risaledir. Üstadın dediği gibi çok ince hakikatlar var. Sürekli akıcı bir şekilde okunduğundan ülfet ediyoruz. Bazen bu risaleyi de müzakereli okumak suretiyle ülfeti kırabiliriz.

Sürekli okuduğum çok harika olan Cevşen'in harikalığını bir süre sonra sıradan bir dua gibi okumaya başlıyorum. Yukarıdaki cümlede belirtildiği gibi yeknesak okuyuşum beni bir süre sonra Cevşene karşı ülfete itiyor. Bin hasiyeti bulunan bu muhteşem münacatı bir süre sonra sıradan bir münacat gibi görüyorum. Allah korusun ülfetimiz bizi hürmetsizliğe kadar götürebilir.

Bir incir çekirdeğinde saklı olan ağacın programını sadece çekirdeğe ve toprağa veririz. Sebeplerin neticeyi meydana getirmek için bir dua olduğunu ülfetten dolayı unuturuz. Toprakta biten ota alışırız. İşte ne olacak ot deriz? Toprakta her zaman olduğu gibi biter deyip alışırız.

"İ'lem Eyyühel-Aziz! İnsanları fikren dalalete atan sebeblerden biri; ülfeti, ilim telakki etmeleridir. Yani melufları olan şeyleri kendilerince malûm bilirler. Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyata teemmül edip ehemmiyet vermezler. Halbuki ülfetlerinden dolayı malûm zannettikleri o âdi şeyler, birer hârika ve birer mu'cize-i kudret oldukları halde, ülfet saikasıyla onları teemmüle, dikkate almıyorlar; tâ onların fevkinde olan tecelliyat-ı seyyaleye im'an-ı nazar edebilsinler. Bunların meseli deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanata ve sair garib hâlâtına bakmayarak, yalnız rüzgâr ile husule gelen dalgalara ve şemsin şuâatından peyda olan parıltısına dikkat etmekle Mâlikü'l-Bihar olan Allah'ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.” (Mesnevi Nuriye, 196-197)

Görmek başka bakmak başkadır. Bilmek başka anlamak başkadır. İnsan bildiği kadar görür. Her gün gördüğünüz bir şeyi mesela bir kediyi bildiğinizi ve anladığımızı sanırız. Sürekli onunla hemhal olduğumuz için bir süre sonra ona ülfet ederiz. Gözünün güzelliğine, rengine, tüylerinin güzelliğine hayret edemez hale geliriz. Zaten vücudunun harikalığından tamamen bihaberiz.

Sürekli okuduğumuz Fatiha süresine ülfet ederiz. Bazen ben okuyup okumadığımı bile hatırlamıyorum çünkü o kadar ülfet etmişim ki okuduğumun bile farkında değilim. Biri sorsa Fatiha’yı bilir misin? Hemen biliyoruz deriz çünkü ülfeti ilim telakki etmişiz.

Zamanla aynı şekilde okumalar bizi Kur'an'a ve tefsirlerine karşıda ülfet ettirir. Sathî nazar ülfete sokar. Rutin okumalara ülfet ve ünsiyet etmek gereklidir yani kendimize hergün okumak suretiyle bir alışkanlık kazanmak elbette çok güzeldir. Bu alışkanlığı devam ettirmek içinde farklı okumalar, müzakereler yapmakta gereklidir ki bu sürekli okuyuş devam etsin.

"Binaenaleyh gaflet ile yapılan zikirler dahi feyizden hâlî değildir.” (Mesnevi-i Nuriye, 87) Bazı okumalarımız sanki bunun gibi olmaktadır. Benim yaram var gocunuyorum olmayanlar gocunmasınlar. Bende böyle bir durum olmuyor diyenlere sözümüz elbette yoktur.

Sürekli deniz kenarında yaşayan birisi bir süre sonra oradaki güzelliğe ülfet eder. Bir kısım evliyalar bundan dolayı sürekli Mekke-i Mükerreme’de kalmayı tasvip etmemişler. Ülfet sebebiyle hürmetsizlikten korkmuşlar.

Ülfet kronik bir hastalıktır. Kronik bir hastalığa vücut bir süre sonra alışır ve onu insan hastalık olarak algılamaz ve onu yavaş yavaş ölüme kadar götürür.

"İ'lem Eyyühel-Aziz! İnsanların arza ait malûmat ve müsellemat-ı bedihiyatları ülfete mebnidir. Ülfet ise, cehl-i mürekkeb üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur'an âyetleriyle insanların nazarını melufatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havârıku'l-âdât mu'cizeleri o âdiyat içerisinde gösterir.” (Mesnevi-i Nuriye – 196)

"İşte Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın bütün kâinattaki âdiyat namıyla yâdolunan, hârikulâde ve birer mu'cize-i kudret olan mevcudat üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin beyanatıyla yırtıp, o hakaik-i acibeyi zîşuura açıp, nazar-ı ibretlerini celbedip, ukûle tükenmez bir hazine-i ulûm açar." (Sözler - 137)

Sürekli normal doğumları göre göre insanın mucizeliğini fark edemeyiz ama bir uzvu fazla bir insanı görsek hayret ederiz. ("Mesela, en câmi' bir mu'cize-i kudret olan insanın hilkatini âdi deyip lâkaytlıkla bakar. Fakat insanın kemal-i hilkatinden huruç etmiş, üç ayaklı yahut iki başlı bir insanı bir velvele-i istiğrabla nazar-ı ibrete teşhir eder. (Sözler-146) Halbuki o kadar ihtimaller içerisinde insanların normal bir şekilde doğmaları çok hayret edilecek bir durum iken bu duruma ülfet ederiz. Sürekli gördüğümüz güzel çiçeklere ülfet ederiz. Onlarda ki harika yaratılış sırlarını sıradan bir şeymiş gibi görmeye başlarız.

Hergün doğan güneşi sıradanlaştırarak ondaki mucizeliklere hayret edemeyiz işte bu da bizi gaflete sokar. Elbette güneş doğar bundan kimse şüphe etmez. Ama bunu sürekli bunu muntazam şekilde yapan kimdir? İşte burada Kur'an'ı Kerim ve onun tefsirleri bizim bu ülfetimizi kırar.

Hergün namaza ülfet ve ünsiyet gereklidir ama namazdaki huşu ve huzuru nasıl kazanabiliriz için çalışmak ve aramak ise ülfeti kırmak için gereklidir.

"Evet o zamandan beri nurunu neşreden ve mürur-u zaman ile ulûm-u mütearife hükmüne geçen ve sair neyyirat-ı İslâmiye ile parlayan ve Kur'anın güneşiyle gündüz rengini alan bir vaziyet ile yahut sathî ve basit bir perde-i ülfet ile baksan, elbette herbir âyetin ne kadar tatlı bir zemzeme-i i'caz içinde ne çeşit zulümatı dağıttığını hakkıyla göremezsin ve birçok enva'-ı i'cazı içinde bu nev'-i i'cazını zevk edemezsin." (Sözler - 139)

Kur'an-ı Kerim'i hergün okumak suretiyle ülfet ve ünsiyet gereklidir. Bu okumamızı devamlı yapmak için istek ve arzuyu artırmak için gayret etmek ise bu ülfeti kırmaktır.

Hergün aynı nimeti yemek suretiyle o gıdaya karşı bir usanma ve ülfet meydana gelebilir. Farklı yiyecekleri farklı günlerde yemek suretiyle veya o yiyeceği bir süre terk ederek o yiyeceğe karşı iştah ve hürmeti artırmak suretiyle ülfeti bir nebze tefekküre çevirebiliriz. Maddi nimetlerde o nimeti bir süreliğine terk etmek ülfeti kırmak için bir yöntemdir fakat maneviyat yollarında ülfeti kırmak için terk doğru değildir.

Hergün okunan ezana ülfet ederiz. Bu gereklidir ama bu ülfet bizi ezan okunduğunda dikkatimizi celbetmezse bizi ezana karşı ülfete ve hürmetsizliğe itebilir. Farklı ses ve okuyuşlar bu ülfeti kırabilir.

"Masiyetin mahiyetinde, bilhâssa devam ederse, küfür tohumu vardır. Çünki o masiyete devam eden, ülfet peyda eder. Sonra ona âşık ve mübtela olur. Terkine imkân bulamayacak dereceye gelir. Sonra o masiyetinin ikaba mûcib olmadığını temenniye başlar. Bu hal böylece devam ettikçe, küfür tohumu yeşillenmeye başlar. En-nihayet, gerek ikabı ve gerek dârü'l-ikabı inkâra sebeb olur." (Mesnevi-i Nuriye - 126)

En tehlikeli ülfet ise günaha ülfettir yani menfi ülfettir. Bu ülfet insanı dalalet çukuruna atar. Cenab-ı Hak bizi bu beladan korusun.

"İşte şu hikmete binaen bütün hissiyatları uyanık ve letaifleri hüşyar olan sahabeler, envâr-ı imaniye ve tesbihiyeyi câmi' olan kelimat-ı mübarekeyi dedikleri vakit, kelimenin bütün manasıyla söyler ve bütün letaifiyle hisse alırlardı. Halbuki o infilâk ve inkılabdan sonra, gitgide letaif uykuya ve havâs o hakaik noktasında gaflete düşüp, o kelimat-ı mübareke, meyveler gibi gitgide, ülfet perdesiyle letafetini ve taravetini kaybeder. Âdeta sathîlik havasıyla kuruyor gibi, az bir yaşlık kalıyor ki; kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla, ancak evvelki hali iade edilebilir. İşte bundandır ki, kırk dakikada bir sahabenin kazandığı fazilete ve makama, kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir." (Sözler - 491)

Sahabelerin büyüklüğü nüzul etmiş hakikatlere karşı kendilerini aç hissetmelerinden kaynaklanıyor. Çok susadığımızda suya karşı olan hissimizi düşünün. Yukarıdaki parağrafta belirtildiği gibi tüm hissiyatları uyanık olan sahabelerde ülfet olmuyordu veya az oluyordu. Yeni şeyler öğrenmekteki lezzet ve ihtiyaç hissetmek çok önemlidir. İbadetin bir ihtiyaç olduğunu nefsimize hissettirmek. Namazın Rabbimizle buluşma ve konuşmaya bir davet ve çok önemli bir ihtiyaç olduğuna mutmainane inanmak. İnanmak ayrı mutmain olmak ayrıdır. Hz. İbrahim’in (as) haşir meselesinde olduğu gibi.

"Hayat, Zât-ı Zülcelal'in en parlak bir bürhan-ı vahdeti ve en büyük bir maden-i nimeti ve en latîf bir tecelli-i merhameti ve en hafî ve bilinmez bir nakş-ı nezih-i san'atıdır. Evet, hafî ve dakiktir. Çünki enva'-ı hayatın en ednası olan hayat-ı nebat ve o hayat-ı nebatın en birinci derecesi olan çekirdekteki ukde-i hayatiyenin tenebbühü, yani uyanıp açılarak neşv ü nema bulması, o derece zahir ve kesrette ve mebzuliyette, ülfet içinde, zaman-ı Âdem'den beri hikmet-i beşeriyenin nazarında gizli kalmıştır. Hakikatı, hakikî olarak beşerin aklı ile keşfedilmemiş." (Sözler - 507)

Hayat hücrenin neresindedir? Hayat insanın neresindedir? Hayat nedir? Bunlar hakikattir. Dünyanın her tarafından hayat fışkırıyor ama bu kadar çok olunca ülfet ediyoruz. Bizim hücrelerimiz haricinde vücudumuzda 90 trilyon mikrocanlı var. Bir bilim adamı "İnsan onda dokuz mikroptur" diyor. Mikroplar tamamen kötü değildir çoğunluğu faidelidir. Mikroplar olmasa insan hayatı biter.

Bir avuç toprakta, bir damla tükürükte milyarlarca canlı var. Tükürük deyip geçmeyin yokluğunda yutamazsınız, konuşamazsınız. En basit ve âdi gördüğümüz bir tükürük. Tükürün inanmayan nefsinize. Ey nefsim gel burada Allah de kurtul, yoksa cehennem de zaten diyeceksin.

Hayat tohumun neresindedir? Tohumu toprağa atarsan çıkar. Buna öyle ülfet etmişiz ki halen tohumda ki bu hayat ukdesini çözememişiz çünkü hayat doğrudan doğruya perdesiz Allah tarafından veriliyor.

"Bu seyr ü sülûk-u kalbînin ve hareket-i ruhaniyenin miftahları ve vesileleri, zikr-i İlahî ve tefekkürdür.” (Mektubat – 444)

"Tefekkür, gafleti izale eder. Dikkat, teemmül; evham zulümatını dağıtıyor.” (Mesnevi-i Nuriye-147)

En çok çekilen zikir La ilahe illallah ve Allah'tır. Bu cami kelam ve kelime bütün esmayı içinde barındırır. Bunların manalarını okuyup tefekkür edersek ruhumuz ve kalbimiz intibaha gelir. Yeknesak okuyuşlar bizi gaflete sokabilir. Ülfeti izale eden tefekkürdür. Peki tefekkürü okuyuş nedir? Zaten esas sorun burada. Ana ukde ve umde tefekkürdedir.

"Demek bütün esbab toplansa, tek bir zerrenin bu vazife-i fıtriyesindeki cilve-i kudret-i kudsiyeyi hiçbir cihette yapamadığı; ve bu her zerrenin hadsiz ince küçük kulağında ve dilinde gayet hârika san'ata hiçbir cihette hiçbir parmak karışmadığı için, ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet ülfet, âdet, kanunluk, yeknesaklık perdesi ile saklayıp; âdi bir isim takıp, muvakkat kendilerini...” (Emirdağ-2, 122)

Maddeperest ve ateistlerin en iyi becerdikleri avamı nasıl bir şeye âdi bir isim takarak aldatmaktır. Yumurtayı kuluçka sıcaklığında tutarak civcivin çıkmasını bir makinayla çıkıyor gibi göstermek bunlardan birisi. Var olan hücreler üzerinde oynayarak fıtratı değiştirmek gibi. Bütün bir beşer toplansa bir civciv çıkaracak bir yumurta yapabilirler mi? Kur'an-ı Kerim'de belirtildiği gibi "Sinek sizden bir şey alsa o aldığı şeyi tekrar ondan alabilir misiniz?"

"Bütün hayalperestlerin ve mübalağacıların hülyalarından geçmiş olan hârikulâde hüsün ve kemale nisbet olunsa; o hârikulâde hayaller gayet âdi ve o âdâtullah gayet hârikulâde bir hüsün ve haşmet gösterecektir. Fakat cehl-i mürekkebin hemşiresi ve nazar-ı sathînin annesi olan ülfet, mübalağacıların gözlerini kapatmıştır. Böyle gözleri açmak içindir: Me'luf olan âfâk ve enfüste dikkat-i nazara, Kitab-ı Hakîm emreder. Evet gözleri açan yalnız nücum-u Kur'aniyedir. Öyle nücum-u sâkıbedirler ki: Cehlin zulmünü ve nazar-ı sathînin zulümatını def' ettikleri gibi; âyât-ı beyyinat, yed-i beyza ile, ülfet ve sathiyetin hicablarını ve zahirperestliğin perdesini parça parça ederek, ukûlü âfâk ve enfüsün hakaikine tevcih edip irşad etmişlerdir.” (Muhakemat – 49)

"Cehl-i mürekkebin hemşiresi ve nazar-ı sathînin annesi olan ülfet." Bu tanımın üstüne söz mü denir? Ne diyeyim? Ah bizi yıkan sathî bakış! Anne deyince akan sular duruyor. Erkek kardeş olsa bir derece karşı koyarsın kız kardeş olunca yine bizim elimizi kolumuzu bağlıyor.

"Hem de meylü'l-mübalağatı tevlid eden, beşerin kendi meylini kuvveden fiile çıkarmasına meyelan-ı fıtriyesidir. Zira meyillerinden birisi; hayret verecek acib şeyleri görmeye ve göstermeye ve teceddüde ve icada olan meylidir. Buna binaen vaktâ beşer, nazar-ı sathî ile kâinat kaplarında ülfet kapağı altında olan gıda-yı ruhanîyi zevkedemediğinden kabı ve kapağı yalamakla usanmak ve kanaatsızlık ve hârikulâdeye meyil ve hayalâta iştihadan başka netice vermediğinden meyl-i hârikulâde ile ya teceddüd veya tervic için meylü'l-mübalağa tevellüd eder. O mübalağa ise, dağ tepesinde bir kartopu gibi yuvarlamakla tâ hayalin yüksek zirvesinden lisana kadar tekerlense, sonra lisandan lisana yuvarlanıp giderken kendi hakikatının çok parçalarını dağıtmakla beraber, her lisandan meylü'l-mübalağa ile çok hayalâtı kendine toplar, şape gibi büyür. Hattâ kalbe değil, belki sımahta, belki hayalde bile yerleşemiyor. Sonra bir nazar-ı hak gelir, onu tecrid etmekle çıplak ederek tevabiini dağıtıp aslına irca' eder. "Hak gelir, bâtıl ölür" sırrı da zahir olur." (Muhakemat - 50)

"Cehl-i mürekkebi intac eden, nazar-ı sathîyi tevlid eden ülfetten tecrid-i nazar etsen ve akla karşı sedd-i turuk eden evhamın âşiyanı olan mümaresat-ı elzemiyattan nefsini tahliye etsen; hurdebînî bir hayvanın sureti altında olan makine-i dakika-i bedîa-i İlahiyenin şuursuz, mecra ve...” (Muhakemat – 12)

İnsanı sathî bakışa ve cehalete götüren ülfettir.

Sanat, marifet, merakaver ve hayratkarane bakış ise bizi ülfetten kurtaracaktır.

Ah bizi kışırda boğanlar. Maksattan alıkoyanlar. Malaniyata sevk edenler. Üzümü çekirdeğinden önemli gösterenler. Yemeği yedirmeyip tencereyi yalatanlar. Narın kabuğunu nardan faydalı gösterenler. Hayalperestliği akılperestliğe tercih ettirenler. Hakikat yetmiyormuş gibi bizi mübalağa ile kandıranlar. Çekilin önümüzden de hakikat konuşsun.

Her şeye ülfet olabilir. Hakikata ülfet, hastalığa ülfet, sıhhat ve afiyete ülfet, ilme ülfet, ibadete ülfet ve hakeza...

Ülfet ve ünsiyet Türkçe anlam olarak aynı gibi gözükse de aynı değildir. Ülfet insanı gaflete götürür. Ülfet güzelliklere perde olur. Hürmeti kırar. Ünsiyette hürmet artar. Ünsiyette bir alışmaktır fakat ünsiyette bir hemhal olmak vardır. Dostluk vardır. Onu sevmek vardır. Onu hoş görmek vardır.

Cenab-ı Hak bizi ülfetten muhafaza etsin. Hayretimizi ve tefekkürümüzü artırsın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum