Yaratıcıya iman veya inkar şahsidir-1

Hz. İbrahim kendisine, varlıklara baktı ve “Bütün bunların bir yaratıcısı olmalı” dedi.

Biz doğduk, büyüdük bize “bir Allah var ve sen en büyük din olan Müslümansın” denildi. Biz de “peki” dedik ve Müslümanlığımızla övündük.

Başka coğrafyalarda başkaları da doğdu, büyüdü. Onlara da “siz en kutsal din olan Hristiyansınız, Yahudisiniz, Budistsiniz vs.” denildi. Onlar da “evet büyüklerimiz, atalarımız elbette ki doğru söylüyorlar” dediler ve dinleri ile övündüler.

Din hepimiz için atalarımızdan, geleneklerimizden kalan bir miras oldu bizlere.

Bir yaratıcının varlığı veya yokluğu üzerine hiç düşünmedik.

Hele bir de dinler siyasallaşıp, kültür ve milliyetçilikle kaynaşınca hepten ruhunu kaybetti, adeta takım taraftarlığına dönüştü.

Müslümanlık Araplık ve Türklük ile özdeşleşti, Yahudilik İsrailleşti, Hristiyanlık Avrupa ve Amerika’nın dini sembolleri haline geldi. Devasa büyük camilerimizle, kiliselerimizle, havralarımızla övünür, yarışır olduk.

Gelenekselleşmiş ve millileşmiş din elbette ki atalarımızdan miras kalacaktı.

Ama bir Allah’ın varlığına veya yokluğuna inanç miras kalmaz.

Hepimiz tek tek bir yaratıcı olmalı mı olmamalı mı sorusuna muhatabız.

Bir Allah’ın varlığı da yokluğu da ispat edilemez.

Çünkü yaratıcı yaratılmış cinsinden olmamalı. Ve yaratılmışlar arasında, yaratılmışların beş duyu ile algılayabileceği cinsten de olmamalı. Yani yaratıcı kainatta aranmamalı.

Dinlerin nasları, ritüelleri, sembolleri,  ibadetleri, mabedleri vs. ile bir yaratıcıya inanıp inanmadığımızı karıştırmamalıyız.

Bir yaratıcıya iman eden dinsiz olabildiğimiz gibi, yaratıcıya iman etmeyen dindar olmamız da mümkündür.

Bir yaratıcının varlığını anlamadan, düşünmeden, sorgulamadan, dini bir kültür ve gelenek halinde yaşama ihtimalimiz de mümkündür.

Nitekim Ziya Gökalp, Yahya Kemal gibi düşünürler dinin (inanç değil) kültürel anlamda mutlaka olması gerektiğini, bir toplumun varlığı için olmazsa olmaz şart olduğunu söylerler.

Mesela felsefe duayenlerinden Ahmet Arslan bir sohbetimizde kendisinin ateist olduğunu, ama dinin toplum için mutlaka olması gerektiğini, kültürümüzün en temel esaslarından biri olduğunu söylemişti.

Ben ise dini kültürleştirmenin, gelenekselleştirmenin, siyasallaştırmanın inanma ve inanmama üzerine kurulu şahsi bir tercihe yapılabilecek en büyük kötülük olduğunu savunuyorum.

Din bugün kültür, gelenek, siyaset, milliyetçilik, devletçilik olmuş.

Oysa bir yaratıcının varlığına veya yokluğuna inanmak benim şahsi tercihimdir. Doğrudan doğruya benim şahsi, ruhi hayatım ile ilgilidir.

İnanan veya inanmayan insanların bugün depresyon halleri, dogmatik, kaba, ölçüsüz halleri onların bir yaratıcı konusundaki tercihlerinin atalardan kalıp, sağlam temeller üzerine oturmamasındadır.

Bence bir yaratıcıya inanıyorsak da bu sağlam sebepler ve delillerle olmalı, inanmıyorsak da.

Meşhur ateist bir filozofa neden inanmadığını sormuştum. Dedi “Kim gitmiş kim gelmiş.”

İşte bu olmadı.

Kütüphanelerce kitap oku, ciltlerce kitap yaz, sonunda böylesine hayati bir konuda böylesine uyduruk bir cevap ver.

Acaba dindar olduğunu söyleyen Müslüman, Hristiyan, Yahudilere aynı sorunun tersini sorsak uyduruk ve ezberletilmiş cevaplar (doğmalar) dışında ne söyleyebilirler?

Bir yaratıcının varlığına inanmak mı, inanmamak mı?

Bu doğrudan doğruya benim meselem, devletin, toplumun, geleneğin, kültürün, atalarımın vs. değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum