Vermek istemeseydi istemek vermezdi

Öğr. Gör. Nevzat Eminoğlu'nun yazısı

(Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Kürt Dili ve Edebiyatı- Hukuk Öğretim Görevlisi, [email protected])

Başlıktaki ifade çok anlamlı ve müjdeli bir söz. İnsanın en büyük yarası olan ölüm ve ayrılık derdine derman ve çare olan bir söz. Çünkü insanın en büyük isteği olan ebediyeti göstermekte ve ispatlamaktadır. Bu söz, Bediüzzaman Said-i Nursi’nin Kur’an’ı bilgi çağına anlatan Risale-i Nur eserlerinde geçmektedir. Mektubat isimli kitabının 24. Mektubunun “Dua” bahsinde yer almaktadır.[1] Bazı kaynaklarda Peygamber Efendimizin bir hadisinin manası olduğu belirtilen bu sözün aslı Farsçadır.[2] Üstad Nursî, Farsça olarak şöyle yazmıştır:

خواه ي نه داد أگر نه خواهي داد، /Eger Ne hahî dad, ne dadî hah”. Bu sözü Kürtçeye de şöyle çevirebiliriz: “Eger nexwesta bide; xwestin nedida.”

Risale-i Nur’da da denildiği gibi “Madem ölüm öldürülmüyor ve ölüm genç-ihtiyar fark etmiyor, ölüm her insanın her zaman en büyük endişesidir. Ölümden kurtulmak ve ebediyeti elde etmek, insanın en büyük meselesidir.”[3]

C.Sıtkı Tarancı’nın da dediği gibi;

Neylersin ölüm herkesin başında
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?”

Ahmed-i Hanî de;

Lewra ku zeman mîsalê şîr e/ Nabêjitin ev mela yemîr e[4]
(Çünkü zaman kılıç gibidir/ Bu prof(hoca)’tur,  padişahtır demez) der.

Melayê Cizîrî de “ölüm vardır” der ama daha edebî ve estetik bir dille:

Tu binêr li mahê nû û destê qezayê hey û hey
Ne li zer’ê felekê belkî li umrê me ye das[5]

Yeni doğan aya ve onda işleyen kudret eline bak daim
Gökteki tarla değil, ömrümüzdür biçilen orakla

Yaz gecelerinde göğü şenlendiren yıldızları buğday tarlasındaki başaklara benzeten Cezerî, o göğün bir köşesinde hilal şeklinde görünen yeni ayı da orağa benzetir. Sanki her gece o orak o tarlayı biçmekte, sabaha hiçbir şey bırakmamaktadır ve günler, aylar böyle geçmektedir. Mela insana der ki: “Unutma, o orak o tarlayı değil, asıl senin ömrünü biçmektedir.

İnsanın bu ölüm/ayrılık yarasına karşı, kime sorarsanız sorun “En çok ne istersin?”diye. Kuşkusuz “sonsuz bir yaşam” cevabını alırsınız. Üstad Nursi’nin tespitiyle “Hissiyat karışmamak ve kendini aldatmamak şartıyla, her kim hüşyar vicdanını dinlerse “Ebed! Ebed!” sesini işitecektir.[6]

İnsan olarak kendimizi ve bizim için yaratılmış olan kainatı incelediğimizde, görüyoruz ki bedenimize duygu olarak “talep/xwestin” şeklinde yerleştirilen her bir “isteğe” karşılık, dünyada bir cevap, bir tatmin aracı verilmiştir. Örneğin insanın en temel duygularından “acıkma/birçîbûn”, yani yeme isteğine karşılık, yeryüzü bahar/yaz aylarında rengarenk nimetlerle dolu bir sofra yapılıyor. İnsanın “Susama/tîbûn” duygusuna karşılık çaylar, çeşmeler (çem û kanî) ler berrak, billûr (zelal, delal) sularıyla imdada yetiştiriliyor. Yine insanın genel bir ihtiyacı olan evlenme, çoluk/çocuk, ev, bark (mal, malbat) sahibi olma isteğine karşılık, her insanın karşı cinsi ve ailenin sıcak yuvası, bu güçlü isteğe verilen bir cevap olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine güçsüz ve bilinçsiz olarak dünyaya gönderilen tüm insani/hayvani yavruların en çok istediği ve en muhtaç olduğu temiz, bembeyaz ilaç gibi bir süt, hiç umulmadık yerden, annelerinin göğüslerinden/karınlarından, kan ve dışkının içinden, karışmadan ve karıştırılmadan, bulanmadan ve bulaştırılmadan, memeler musluğundan o yavrulara en uygun zamanda yetiştirilmektedir. Örnekler çoğaltılabilir.

İşte insanın en sıradan isteklerine cevap verildiği halde, insanın en temel, en genel, en güçlü duygusu olan “ebedi yaşama isteği” gibi bir duyguya cevap verilmemesi mümkün değildir. Nasıl ki acıkma, yemeği; susama ise suyu gösteriyorsa, insandaki “ebediyeti isteme” duygusu da ahireti ve ebedi alemi göstermekte ve ispatlamaktadır. Çünkü bu kainat sarayının sanatkarı olan ve insanı o saray içinde en aziz bir misafir olarak yaratan Allah, eğer sonsuz bir hayatı insana vermek istemeseydi, ebediyeti isteme duygusunu insana vermezdi. O zaman nasıl ki ekmeğin varlığı “acıkma”nın varlığı kadar, suyun varlığı “susama”nın varlığı kadar kesin ve açık ise, ebedi alemin varlığı da “ebediyeti isteme” duygumuzun varlığı kadar kesindir, açıktır diyebiliriz.

Kainatı incelediğimizde görüyoruz ki insan bu kainat ağacının meyvesi gibi yaratılmış ve kainattaki canlı-cansız, hayvan-bitki her şey ona hizmetkar yapılmıştır. İnsanın diğer canlılarla ortak olan basit isteklerine en güzel şekilde karşılık verildiği halde, varlıkların sultanı konumunda olan insanın en özgün duygusu ve duygularının sultanı olan bir isteğe cevap verilmemesi, gözümüzle gördüğümüz dünyadaki bu işleyişe, nizam ve intizama ve akıllı tasarım eseri olan bu varlıktaki hikmete zıt olur. İnsanın “ebedi yaşama” isteğine mutlak surette cevap verileceğini, dünyada tüm istekleri karşılanan duygularımız şahitlik ettiği gibi, gönderilen binlerce peygamber ve semavi fermanlar olan kitap ve suhufları da kati olarak haber vermektedirler.

Aslında insandaki genel isteklerin dünyada cevabını bulması ve “ebediyet isteğinin” cevabını burada bulmaması meselesi, Matematikteki bir bilinmeyenli denklemlerde ve oran-orantı hesaplarındaki problemlere benzer. Nasıl ki bu işlemlerde bilinen ve elde bulunan verilerden yola çıkarak, bilinmeyeni ve elde olmayanı kolayca bulabiliyorsak, dünyada karşılanan basit isteklerimizden yola çıkarak insana en çok yakışan “ebediyeti isteme” duygusunun da karşılığının var olduğunu çıkarsayabilir, kavrayabiliriz.

Bütün bu kanıtlardan anlaşılmaktadır ki (Bediüzzaman’ın tabiri ile): “Bu kışın baharı ve bu gecenin neharı(gündüzü) katiyetinde, bu dünyanın da bir ahireti ve bu faniden sonra bir ebediyet olacaktır. Ölüm yokluk değil, hiçlik değil. Bilakis ebedi alemin kapısıdır. İnsanın ebede uzanmış istekleri ve ebedi saadetlere yayılmış arzuları gösterir ki bu insan ebed için yaratılmış ve ebede gidecektir. Bu dünya ona bir misafirhane ve bir bekleme salonudur[7] vesselam.

[1] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Zehra Yayıncılık, İstanbul 2020, s.

[2]Musa Kazım Yılmaz, “Abdülkadir Badıllı’nın Hayatı İlmi Şahsiyeti ve Hadis Çalışmaları”, Katre Uluslararası İnsan Araştırmaları Dergisi – Katre International Human Studies Journal ISSN: 2146-8117 e-ISSN: 2148-6220 June / Haziran 2020, 9: 185-221 

[3] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Zehra Yayıncılık, İstanbul 2020, s. 180.

[4] Ahmedê Xanî, Mem û Zîn Mesnevisi, Kürtçeden Türkçeye Çeviren: Namık Açıkgöz, T:C.Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2011, s. 125.

[5] Mela-yi Cezerî, Dîwan Mela, Kürtçeden Türkçeye Çeviren: Osman Tunç. T:C.Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2015, s. 140.

[6] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Zehra Yayıncılık, İstanbul 2020, s.651.

[7] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Zehra Yayıncılık, İstanbul 2020, s. 110.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum