Uzaylı Üstad

Risale okurken yaptığım en büyük hata, anlamadan direk teslim olmamdı. Anlatılan hakikatleri yüzeysel bir biçimde anlayıp, kavramadan, derinleşmeden Risaleye muhatap olmamdı. Risale artık bir ülfet olmuştu benim için. Üstad demişse doğru demişti. Ötesi yoktu. Zaten herşey risalede vardı. Başka kitaba da ihtiyaç yoktu. Sonuçta Risale-i Nur her meseleyi halletmiş, tüm problemleri çözmüştü. Risalenin tüm sorunları halletmesi benimkileri de halletmiş oluyordu.

Üstad bir Süpermendi. Onun kahramanlıklarıyla büyümüştük. Risaledeki özlü sözleri, vecizeleri ezberlemiştik küçüklüğümüzde. Ne anlattığından, ne demek istediğinden, o cümlenin bana ne ifade ettiğinden çok uzaktım. “Oku” demişti abilerimiz. “Anlamasan da istifade edersin. Anlamak, derinleşmek değil, okumak, ezberlemek, teslim olmaktı (direkt) önemli olan. Ruhun, kalbin nasıl olsa hissesini alırdı ondan.”

Hayatın tam içine düştüğümde, dünyalıkların etrafımı sardığında, kalbime, ruhuma, aklıma hücumlar başladığında o istifadenin, o okumanın, o ezberin ve klasik, yüzeysel tüm sohbetlerin hiçbir yararı ve getirisi olmadığını anladım. Okuyarak, ezberleyerek etrafıma yerleştirdiğim kartondan kaleler bir bir düşmüştü. Üstad, anlaşılması, derinleşilmesi, mütalaa edilmesi için bir kitap yazmıştı. Biz de anlamamak için direnmiştik.

Soru sormayı, derinleşmeyi, mihenge vurmayı, ülfeti kırmayı, perdeleri aralamayı bize öğretmeye çalışa bir kitabı, biz gene kendi kafamıza göre yorumlayıp, ona göre hayatımıza yerleştirmiştik. Sürekli tenkit edilen (ve bu gidişle de tenkit edilmeye devam edecek olan) bir dostumun güzel bir sözü var: “Artık okumakla bir şey öğrenilmeyeceğini anladım. Ancak okuduklarımız üzerinde düşünerek bir şey öğrenebiliriz.”

Daha sonraları Rabbimin inayetiyle, rahmetiyle, çeşitli güzel vesilelerle Risale-i Nuru, dolayısıyla Üstadı, hayatını biraz daha irdeleyerek, elimden geldiğince derinleşerek, üzerinde düşünerek okumaya başladım. Bu sefer de ülfet sancısı çekiyordum. Daha önce nazarımda olağan hale getirdiğim cümleler üzerinde derinleşemiyor, irdeleyemiyordum.

Bu konuda gayret ettikçe bir şeyin farkına vardım. Aslında Üstad bir uzaylı olarak dünyaya bakıyordu. Risale ise uzaydan gelmiş bir kitaptı. Biz ise ona dünyadan baktık. Tüm ülfetlerimizle, tüm perdelerimizle okuduk.

Buna en basit örnek, risalenin bahsettiği harika, olağanüstü Rabbin eserlerini gayet olağan buluşumuzdu. Sadece okurken Üstad olağanüstü görmüş diye öyle olduğunu kabul ediyorduk. Ya da Risalede geçen peygamber kıssalarını kendimize bakan yönüyle değil, o tarihe bakan yönüyle değerlendirdik. Risalede verilen sembolleri, üzerinde derinleşemediğimizden gerçek kabul ettik.

Perdeleri ve ülfeti yırtmak, üzerinde düşünerek, bakış açısını değiştirerek olur. Biz ise açımızı değiştirmeden okuduk Risaleleri. Dünyadan baktığımız için sadece olağan, alışılmış bir bakış açısıydı bizimkisi.

Halbuki Üstad “uzaylı olun” diyordu. Uzaydan gelmiş bir misafir gibi. Medeniyet-i hazıranın kalın dünya perdelerinden ancak bu şekilde kurtulabilirdik çünkü.

Uzaylı olmak, bulunduğun yerdeki yabancılığını korumak, misafirliğini her daim hissetmek, tüm alışkanlıkları ve ülfeti yırtmak, her baktığın şeyi hayretle izleyebilmektir.

Yeri geldi Hz. Peygamber (asm) mağaraya çekildi. Hz İbrahim (as) tüm medeniyetten uzak mağarada doğup büyüdü. Üstad ise zaman zaman mağaraya, dağlara ve yalnızlığa kaçtı. Neden?

Ben size söyleyeyim. Medeniyetin en büyük silahlarından ve dünyanın en aldatıcı oyunundan yani ülfetten uzaklaşmak ve onu kırmak içindi tüm bu kaçışlar. Uzaylı olmak içindi.

Şimdi kalkıp mağaralara, dağlara kaçmak pek olanaklı şeyler değil tabiî ki (böyle bir imkan varsa da yapmayın demiyoruz.) Ama burada, bir yer doğru, kesin bir kaçış var. Bir şeyleri düşünmek, derine inmek, hayal etmek, tefekkür etmek, varoluş amacını araştırmak, sorular sorup cevaplar aramaktı onları bu kaçışa iten.

Peki, sefih medeniyetin etrafımızı sardığı böyle bir dönemde bunları yapmak mümkün mü? (düşünmek, derine inmek, sorgulamak…)
Dünyalıkların gürültüsü tüm dikkatimizi dağıtmışken sizce bizim daha fazla bu kaçışa ihtiyacımız yok mu?

Şimdi tüm bu sorulardan sonra bütün bu kaçışları bize bakan yönünü düşünelim. Mesela üniversite sınavını kazanmak, okul derslerini geçmek ve dünyalık tüm sınavlar için dikkatimizi, gayretimizi ve gücümüzü nasıl harcadığımıza bakalım. Aynı şekilde Kur’an ve Risale-i Nur için tüm dikkatimizi, tüm derinliğimizi, tüm aklımızı, tüm duyularımızı sarf ediyor muyuz? Yoksa hala yüzeysel okuyup geçerek, dünya sınavları kadar bile kıymet vermemeye devam mı edeceğiz?

Bu sıralar kendime sürekli sorduğum bir soru; kaçışlarım hala dünyalıklara mı? STarg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum