Ümidimizi kaybetmedik, kaybetmeyeceğiz!

Çağdaş dünya denilen bugünün dünyası, aklî, sâbit bir temel üzerine değil; duygusal tepkilerin ürünü olan inâdi bir muhalefet üzerine tesis edilmiştir. 

Geçmişten bugüne dek batıyı temsil eden bütün değerler sistemi, bugünün “çağdaş dünya” anlayışının da belleğini, ruhunu ve reflekslerini oluşturur.

Peki bütün çağdaş kavramlarıyla birlikte Batı tarafından tesis edilen günümüz dünya sistemi, hangi siyasi ya da medeni düzenin alternatifi olarak oluşturuldu?

Batının kurduğu bu çağdaş dünya uygarlığı, adı üstünde batının kendisinden her alanda oldukça uzak olan bir bölgeye yani uzak doğuya alternatif bir dünya değildir.

Başka bir deyişle söyleyecek olursak; Batının teşkil ettiği bu yeni dünya sistemi, Myanmar’da Müslümanları yakıp katledecek kadar vahşileşen Budistlere karşı bir duruşun ürünü olmadığı içindir ki, Budistler Batının gözünde hala daha oldukça sevimlidir.

Böyle bir karşı duruş sergilenecekse, tehdit mutlaka yakında olmalıdır. İstanbul kadar, Endülüs kadar, Kudüs kadar, Bursa kadar yani bütün sokak ve kasabalarıyla birlikte Yakın Doğu kadar yakın bir tehlikedir bahsettiğim.

Batı dünyası 1000’li yıllardan itibaren kendisini farklılaştıracağı muhalif odak noktasını yani “Deccal’ini-Anti-Christ”ini belirlemiş ve İslam dünyasına karşı Haçlı Seferleri düzenleyecek kadar bu duygusal muhalefette ileri gitmiştir.

Asya’da İslam’ın kimi kanunlarına alternatif olarak Cengiz Han yasalarının geliştirilmesi gibi, Batı dünyası da İslam’ın temsil ettiği bütün değerlere her alanda muhalefet etme gereği hissetti.

Sanatta, kültürde, siyasette, ekonomide, inançta, sporda, modada ve hayatın her alanında görülen bu muhalif kalma inadı, haliyle batıyı akli olandan uzaklaştırıp duygusal olan nefrete, katliama, zulme yanaştırdı.

Bilimden sanata, aslında bize ait olan kimi güzel değerleri de usta bir maharetle devşiren batı, Antik-Yunan’dan Orta Çağ karanlıklarına dek, bütün o güzel değerleri dayandıracağı isimleri bulmakta da zorluk çekmedi.

Yani aslında biz Müslümanlar’ın temsil ettiği değerler Batı karşıtı değerler değildir. Aksine Batı’nın temsil ettiği bütün o seküler değerler, İslam karşıtı değerlerdir.

Mesela hiçbir dini zorunluluk ve gerekçe olmadığı halde, “domuz” ve “alkol” tüketmedeki bu radikal inatları bile bahsettiğim İslam karşıtı duygusal duruşun tezahürlerinden sadece bir kaçıdır.

Kültür köklerinde Hz. Meryem’e kadar dayanan bir tesettür mayası olduğu halde,  İslam’ın tesettür vurgusuna inat olsun diye oluşturdukları bu çıplak medeniyet bile herşeyi açıklamaya yeter sanırım.

Hatta Batının inanç değerlerinden kopuşu bile, İslam dininin Osmanlı ile kendini gösteren dünyayı dînileştirme talebine karşı, dîni bile dünyevileştirme arayışının ürünüdür.

Öyle ki, bu abartılı karşıtlık inadı sebebiyle Batı, kendi kültürel varlığını oluşturan Hıristiyanlık inancından bile kopmuş oldu.

Toptancı bir tavırla, ayrım gözetmeksizin inanç kavramına karşı büyük bir cephe aldı. Bu arada İslam’a alternatif olabilecek Hıristiyanlık, Budizm, Hinduizm gibi inançların “kültür” yapısını da inadi bir insiyakla sahiplenme, destekleme gereği duydu.

Bu kısa yazıda elimden geldiğince fikri köklerini deşifre etmeye çalıştığım “İslam karşıtı duruş”, Batılıların kendi şehirlerinde “ezan” sesini duymaya, “çarşaflı” kadın görmeye tahammül edemeyecekleri kadar güncel bir duruştur.

Aslında dinden değil, tamamen duygusal bir inattan kaynaklanan bu tutumu ile Batı; son yüzyılda İslam’ı dışlayacak, Müslümanları öcüleştirecek bir dünya sistemini inşa etmeyi başardı.

Bütün o küresel lobilerin üstünde olan bu sistemi ben Küresel İnkar Lobisi/Küresel Sekülerizm Lobisi olarak isimlendirmek istiyorum bu aşamada.

Şintoistinden Komünistine kadar her kesimi ve ideolojiyi bir şekilde içine sindirebilen bu küresel sistem, son uygulamalarıyla da görünüyor ki bütün programlarıyla birlikte İslam’ın değerlerini “reddetme” üzerine kurulmuş bir sistemdir.

Geliştirdiği beşeri sistemlerle Uzak Doğu’yu bile kendi yörüngesine bağlayan Küresel İnkar Lobisi, her nedense Kur’ân’ın önerdiği sistemlere muhalafet etmede oldukça çaresiz kaldı.    

Aslında Kur’an-ı Kerim’e karşı geliştirilen beyin ürünü o küresel stratejiler, bu ilâhi kitabın bir beşerin beyninin ürünü olmadığını da  açıkça ispatlamış oldu.

Çünkü bu küresel saldırılar karşında bu güne kadar Kur’ân-ı Kerim haricinde bütün muharref kitaplar yetersiz kaldı. Üstelik Müslümanların bütün zayıflığına rağmen bu galibiyet kazanıldı.

Bu bahsettiğim İslam karşıtı Küresel İnkar Lobisiyle mücadele eminim ki, Küresel Fâiz Lobisiyle mücadeleden daha önemlidir. Çünkü bütün o mâneviyat karşıtı lobilerin güç aldığı, beslendiği ana yapı, Küresel İnkar Lobisidir.

İslam dünyası asıl bu tehditle mücadele etmenin küresel ölçekli yollarını bulmaya çalışmalıdır. Hükümetimiz her alanda olduğu gibi bu konuda da İslam dünyasına liderlik yapabilir ve yapmalıdır.

Öncelikle eğitim sistemimiz tamir edilmeli, ders kitaplarındaki ideolojik ve materyalist dil artık kaldırılmalıdır.

Seçmeli bir müfredat geliştirilmeli, böylece gençlerin bütün ders alanlarını kendi seçtikleri “felsefi görüş ve inançlara” göre öğrenmeleri sağlanmalıdır.

Kainattaki her şeyi yaratanın Allah olduğunu öğrenen Müslüman bir gencin, Allah’tan arındırılmış ders kitaplarıyla, gerçekte Allah’ın isim ve sıfatlarının yansıması olan bilimi öğrenmeye zorlanması bir insanlık suçu değil midir?

Küresel İnkar Lobisiyle mücadele etmenin 2. aşaması ise Küresel İman Şahs-ı Mânevisini oluşturmaktır.

Bu çözüm yolunun da 3 aşaması vardır. 1. aşamada yapılması gereken unutulmuş Kur’ân-ı Kerim’in hakikatlerini geniş kitlelere yeniden hatırlatmak, 2. aşamada İslam Birliği’ni kurumsal manada bir an önce tesis etmek; 3. aşamada ise Gerçek Adalet Birliği adıyla bütün inanç/ırk/kültür mensuplarının “özgürlük ve adalet” içinde yaşayacağı Büyük Dünya Birliğini kurmaktır.

Küresel İnkar Lobisi’nin bugünlerde hissettiği tehdit ise, İslam aleminin küresel bir adalet birliği oluşturmak adına her zamankinden daha ümitli olmasıdır.

Ayasofya’nın ibadete açılması durumunda yüreğimizdeki bu ümidin dalga dalga tüm dünyayı kuşatacağının da farkındalar.

Çok şükür ki, Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak bu oynanan küresel oyunu anladık ve bu küresel tezgahı tüm detaylarına kadar ortaya koyduk.

O halde ümidimizi asla kaybetmeyeceğiz ve bu kutlu terakki yolundan zinhar dönmeyeceğiz.

Çünkü böyle zamanlarda zarar görenler, kudsi cephelerini terk edenler ya da cephelerini belli etmemek için iki arada bir derede dolanıp duran şaşkınlardır.

O halde küresel lobilerin bütün karanlık çabalarına rağmen bütün gücümüzle bir kere daha haykıralım ve imanımızın bir sonucu olan ulvi yolumuza bir kere daha şevkle koyulalım:

“Yaşasın insanların kardeşliği!”, “Yaşasın Büyük İslam Birliği!”, “Yaşasın Âdil Geleceğimiz!”  (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum