Umberto Eco ve Bediüzzaman

Eco orijinal bir yazar. Orijinal olmayan ne? Edebiyat tarihi, sanat tarihi geleneksel konuları anlatır ama sanatçılar bu geleneksellikten, bıkmış yeni sanat, yeni bakış açıları aramışlar. Nonfiguratif resim, sembolizm, dadaizm, soyut resim hep yeni ifade imkanları getirmiş sanata. Aynı şeyleri tekrar eden sanat her zekayı tatmin etmez, bu yüzden farklı anlatım şekilleri ve ifadeleri yeni akımları doğurmuş.

Umberto Eco İtalyan bir yazar, eserlerine bakınca tamamen yeni ve olağanüstü orijinal kitaplar ve onun arkasında orijinali gören ve düşünen bir şahıs. Dehalar yeni şeyler ortaya koyarlar. Eco, çirkinliği irdelemiş ve ortaya Çirkinliğin Tarihi diye bir kitap çıkarmış. Ayrıca onu tamamlayan bir de Güzelliğin Tarihi’ni yazmış.

Eco ile Bediüzzaman birbirine benziyor. İkisi de siyaset dışı kalmış, milletlerine yeni bakış açıları ile hayatı değerlendirmek ve yaşamayı örgütlemişler. Eco postmodernist. Batıda kilise, Hristiyanlık çok aşağılanmış. Foce adlı bir Fransız kilisedeki eşyaları hayvanların sırtına bağlamış şehirde dolaştırmış. Bu yüzden ona hain demişler, kiliseye saldırmış ancak sonunda ölümüne yakın kiliseye sığınmış.

Bediüzzaman, İslam dininin ve yaşayışının aşağılandığı bir dönemde ortaya çıkar. Eserleri alışılagelmiş teknik ve tahkiye usüllerinin dışında bir yeniliktir. Bu yüzden modernizmin dine ve dini yaşayışa saldırıp rencide ettiği bir dönemde, o itikadi temaları yeniden ele almış asrın idrakine İslam’ı ve Kur’an’ı sunmuştur.

Eco’nun Gülün Adı romanı bir postmodern romandır. Hristiyan din adamlarının bir dağdaki eğitim ve aksiyon halinde yaşadıklarını anlatır, Hristiyanlığa yeni bir bakıştır. Öyle ki papazlar her gün yedi kere birlikte dua ederler. İbadetleri ve dine bakışları modern dönemde aşağılanan Hristiyanlığı yüceltmek içindir. Eco ve Bediüzzaman modernizmin aşağıladığı dini hayatı canlı hale getirirler.

Güzellik nedir? Hoşa giden, çekici, uyumlu, etkileyici, mükemmel, görkemli, takdire şayan, haz verici... Kuşkusuz insanlık yüzyıllar boyunca güzellik üzerine kafa yordu, tezler üretti, ona ulaşmaya, “o” olmaya çalıştı. Peki ya çirkinlik? Onu, sadece güzelliğin karşıtı diye tanımlayıp geçmek haksızlık olmaz mı? Çirkinlikten de haz alınamaz mı? Doğan Kitap’tan çıkan, Umberto Eco’nun hazırladığı “Çirkinliğin Tarihi” kitabı her yönüyle “çirkinliği” anlatıyor. Kitap, Güzelliğin Tarihi’nin devamı niteliğinde. “Ne de olsa” deniyor tanıtım yazısında, “güzellik ve çirkinlik birbirlerini imleyen kavramlar... Demek ki yapmamız gereken birinin doğasını anlamak için diğerini tanımlamak. Ne var ki, yüzyıllara yayılan birçok çirkinlik tezahürü, sanılanın aksine oldukça zengin ve şaşırtıcıdır. Çirkinliğin Tarihi de işte bu örnekleri sunuyor bize.”

Kitabın, 15 bölümden oluşması bu zenginliğin göstergesi aslında. Bu başlıklar neler mi? Klasik dünyada çirkinlik; tutku, ölüm, şahadet; kıyamet, cehennem ve şeytan; canavarlar ve kötülük alametleri; çirkin, gülünç ve müstehcen; Antikçağ’dan barok döneme kadın çirkinliği; modern dünyada şeytan; cadılık, satanizm, sadizm; physica curiosa; romantizm ve çirkinliğin kefareti; tekinsiz; demir kuleler ve fildişi kuleler; avangard ve çirkinliğin zaferi; ötekilerin çirkinliği, kitsch ve camp ve günümüzde çirkinlik.

Çirkin olanları uzaklaştırıcı, dehşet verici, tiksindirici, hoş olmayan, yakışıksız, bozuk, kirli, açık saçık, aşağılık, canavarca, kaba saba, berbat, sarsıcı, pek kötü, hasta edici, mide bulandırıcı, yüz kızartıcı, hantal, şekilsiz olarak tanımlanmak mümkün. Güzellik iyilik, ahlaklılık gibi kavramlara yakın görünürken çirkinliğin ahlaksızlık, kötülük, şeytanilikle bir tutulduğunu da unutmamalı. Karl Rosenkratz de 1853’te yazdığı “Çirkinliğin Estetiği”nde çirkinlik ve ahlaki şer arasında benzerliği vurguluyor.

Çirkinliğin Tarihi’nde Eco, Platon’dan Dante’ye, Kant’tan Kafka, Susan Sontag, Donna Haraway’a kadar pek çok filozofun, sanatçının, edebiyatçının çirkinlik üzerine görüşlerini, sert görsel imajlarla birleştirerek sunuyor. “Her yüzyılda filozoflar ve ressamlar güzelliğin tarifine yeni bir tanım getirmiştir ve çalışmaları sayesinde zaman içerisinde estetik kavramı tarihini yeniden yapılandırmak mümkündür” diyor Eco kitapta, “Ama bunu çirkinlik kavramı için söyleyemeyiz... Neredeyse hiç kimse sıra dışı çalışmalardaki geçici imalar dışında çirkinlik sürecinin bilimsel incelemesinin üstünde durmamıştır. Bu yüzden güzelliğin tarihi oldukça geniş, kullanabileceği kuramsal kaynaklara sahipken, çirkinliğin tarihi, tarihinin büyük bir bölümü için bir şekilde ‘çirkin’ olarak görülen insanların ya da nesnelerin görsel ya da sözel portrelerinde kendi belgelerini araştırmalıdır. Bununla birlikte, çirkinliğin tarihi güzelliğin tarihiyle belirli ortak özellikler paylaşır.”

Bu noktalardan biri, iki değerin belirleyicisinin de Batı uygarlığıyla sınırlandırılması. Güzellik ve çirkinlik kavramlarının çeşitli tarih dönemlerine ve kültürlere göre değişebildiği de bir gerçek. Afrikalılar için “yüce” bulunan maskların, Batılıları dehşete düşürmesi başka nasıl açıklanabilir ki?

Güzellik ya da çirkinlik yorumları sadece estetik kavramı üzerinden yapılmıyor, sosyo-politik kriterlerden de kaynaklanıyor. Mesela, Marx “1844 Elyazmaları Ekonomi Politik ve Felsefe”de paraya sahip olmanın “çirkinliği” telafi ettiğini bakın nasıl anlatıyor: “Para herhangi bir şeyi alabilme, tüm nesneleri edinebilme özelliğine sahip olduğu için, bu yüzden sahip olma kavramına değen ilk egemen nesnedir... Gücümün sınırı sahip olduğum paranın gücü kadardır... Ne olduğum ve ne yaptığım bu yüzden en ufak bir şekilde kişiliğimle saptanmaz. Çirkinim ama kendime kadınların en güzelini satın alabilirim... Bir birey olarak topalım ama para bana yirmi dört ayak verir: Bu yüzden de topal değilim... Param tüm engelliğimi tersine çevirebilir mi?”

20. yüzyılla çirkinliğin kimi kavramları da anlam değiştiriyor. Burjuva sınıfının “tiksinti” ile baktığı Picasso’nun resimlerinin artık birer başyapıt olması da bundan. Kitabın Avangart ve Çirkinliğin Zaferi bölümünde de bu anlatılıyor. Karl Gustav Jung’un çirkinliğin gelecekte gerçekleşecek büyük dönüşümlerin bir işareti ve belirtisi olduğu lafıyla başlıyor bölüm.

Jung’ın öngörüsü bugünün gerçeği. Çirkinlik ve diğer tanımlamaları uzun zamandır rağbet görüyor. Korku filmlerinin unutulmaz yönetmeni George Romero’nun korku unsurunun “satışları fırlattığını” söylemesi boş değil. Sinemanın çirkinlik kavramıyla oynaması Romero ile sınırlı değil. ET ya da Yıldız Savaşları’ndaki uzaylılar gibi yaratıkları çirkin oldukları halde bize sevdirmesine ne demeli? Çağdaş sanatın çirkinlikle ilgilendiği kadar, onu kutsamasını da unutmamak gerekiyor. Sanatçıların sık sık kendi bedenlerini kanlı bir bozulmaya tabi tutmaları gibi. Bu eserlerin izleyicisine gelince... Güzel bir manzara ya da çocuk görmekten haz alanlar, bu “kanlı”, “eksik”, “bozulmuş” eserleri görmekten de kendilerine bir mutluluk ve eğlence çıkarıyorlar. Bir yandan Brad Pitt, Sharon Stone gibi Rönesans ressamlarınca da ideal kabul görülecek kişilerle özdeşleşen gençlik, bir yandan da bu dönemin insanlarınca “tiksindirici” bulunacak kişilere hayranlık duyuyor. Marilyn Monroe’dan ziyade Marilyn Manson gibi görünmek istemelerini örnek veriyor Eco kitapta. (Cumhuriyet)

Güzel ve çirkin etrafında düşünen, İslam dünyasında güzel ve çirkin olaylar ve nesnelere uygulayan bir şahıs da Bediüzzaman’dır. Onun eserlerinde güzel ve çirkin üzerine çok yorumlar vardır. Bediüzzamen, Çirkin ve Güzel diye iki kitap yazılacak kadar…

“Hem, ehemmiyetsizliği, belki çirkinliği iktizâ eden kesret-i mutlaka dahi kemâl-i hüsn-ü san’at içinde görünüyor. İşte yeryüzünü yaldızlayan bütün çiçeklere bak.
Hem, san’atsızlığı, basitliği iktizâ eden icâd-ı eşyadaki suhûlet-i mutlaka dahi nihayetsiz derecede san’atkârlık…”

Yukarıdaki metinde mutlak çokluğu yani denetlenemeyen, birbiri içinde birbirine geçmiş eşya, nesne ve olayları insanların çirkin olarak anlaması karşısında Bediüzzaman bu karmaşa ve kargaşayı, kemal-i hüsn-i sanat olarak ifade ediyor. Bütün nesneler birbiri içindedir ama kendi başlarına daha güzel olamaz bir şekilde yaratılmışlardır. Mesela baharın arkasından yaz geldi, iki aylık bir sürede benim saydığım sekiz tür sarı çiçek nöbetleşe birbirinin hakkını gaspetmeden geldiler, çok kısa bir sürede soldular ve yerlerine yine sarı çiçekler geldiler, gönderildiler.

Tabiat her gün yeni renklerde ve farklı simetri ve orantılarda elbiseler giyen bir gelin adayına benziyor. Allah “ben dünyayı güzel yarattım siz de ona bakıp güzel şeyler yapasınız” diyor. Allah kendi sanat ve maharetini çok seviyor, tabiatı her zaman farklı elbiselerle donatıyor ve o güzellikler insanları güzel işler yapmaya teşvik ediyor.

“Kainat sarayının herbir mevcudatına yüzer hikmet takan ve yüzer vazife ile teçhiz eden, hattâ herbir ağaca meyveleri adedince hikmetler ve çiçekleri adedince vazifeler veren bir Sâni-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün had ve hesaba gelmeyen hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri mânâsız, abes, boş, faydasız zayi etmesi, o Kadîr-i Mutlakın kemâl-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi, o Hakîm-i Mutlakın kemâl-i hikmetine hadsiz abesiyet ve faydasızlığı ve o Rahîm-i Mutlakın cemâl-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği ve o Âdil-i Mutlakın kemâl-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demek…”

Yukardaki metinde de insana verilen öneme, ehemmiyete karşılık ahireti getirmemenin Allah’ın adaletine sığmayan bir nihayetsiz çirkinlik olduğudur. Burada çirkinin müteradiflerini de zikreder yazar. Bunlar manasız, abes, boş, faydasızdır. Ahireti getirmemek mutlak sınırsız merhametli olan Allah’ın rahmetinin cemaline, güzelliğine nihayetsiz çirkinliği yüklemiş olur. Böyle bir çirkinliği yukardaki fiillerde hep güzeli ve merhameti gözeten bir ilah yapmaz. O’nun ilahlığı böyle bir çirkinliğe müsaade etmez.

Bediüzzaman, aşağıdaki metinde de Allah’ın isimlerinden hareketle güzeli ve buna paralel olarak çirkini anlatır ve çirkinliği O’nun sanatı ile bağdaştırmaz. Yaratılış güzel ve hep birlikte güzellikler olduğu gibi yaratılan şeyleri Kuddüs ismi temizler ve daima güzel gösterir. Buradan Kuddüs isminin icraatından çirkine varılamayacağını anlatır. Kuddüs ismi bütün çirkinlikleri temizler. Eco ve benzerlerinin sadece nesnelere hasrettiği güzel ve çirkin kavramını Bediüzzaman Allah’ın fiillerine uygular.

“İsm-i Kuddûsün cilve-i âzamından gelen tanzif ve nezafet, bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.”

Devam edecek

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.