Uçurtma uçuran şair

Bir gün bir gemide İstanbul’da karşı yakaya doğru gider, içinde bir arayış vardır. Şöhretlidir, kaldırımlar şairidir, sağın solun herkesin dilindedir, uzun boylu, yakışıklı, konuşunca etrafı sarsan bir adamdır. “Birader buralarda bir maneviyat adamı yok mu? Şöyle veli, aklı baştan alan bir maverai adam” diye sorar. O da nasılsa “Ağa camiinde bir adam var, Arvasi Hazretleri. Sen git onu bir dinle” cevabını verir. Necip Fazıl, büyük bir değişimin dönemecindedir, bir gün adı geçen camiye gider.

Dinler tarihi, felsefe tarihi, sanat tarihi büyük buluşmaların tarihidir. Şems Mevlana ile görüşmek ister. Molla Mevlana medresesinden çıkar ellerinde kitaplar öğrencileriyle konuşmaktadır. Birden önünde durur Şems, gariptir adı da Şems’dir. Güneşle karşılaşan dünya gibi birden yüzyüze gelirler. Şems bir soru sorar Mevlana hazretlerine. Mevlana şaşırır soru alışılmış bir soru değildir.

Hz. Mevlana ile Şems buluştuktan sonra sadece birkaç saat sohbet edip dinlenmeye çekilmişlerdir. Keza âşık olan Şems, Mevlana’ya aşkın hallerini yaşantısından örnekler vererek göstererek, “Bir şey daha var tüm gördüklerinden daha başka” demiştir. Mevlana da bildiklerini bilmekle bilmediklerinin her daim daha da artacağını Şems’e bildirmiştir. Böylece şak halinin anlamlandırılması ve ilim mertebesinin anlaşılabilmesi için her ikisinin de zamana ihtiyacı doğal olarak olmuştu. Kimilerinin aşk aklından yoksun olmalarından dolayı söyledikleri gibi Hz. Mevlana ve Şems-i Tebrizi buluştuktan sonra bir odaya girip aylarca çıkmamazlık etmemişlerdir.

Mevlana bu buluşmadan sonra Şems’in peyki olur. Yeni bir yol aramaktadır, ondan Sema’yı talim eder. İlim ve aşk ve ilahi aşkın ve evrendeki dönen kümelerin aşkı. Mevlana hazretleri muhabbetle aşkı ve evrendeki ilahi ahengi bir resme sokar sema, ondan sonra başka bir dünyadadır artık.

Necip Fazıl, ünlü şeyhten neler dinledi birden değişti?

“Tam otuz yıl saatim çalışmış ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.”

Ne demek gökyüzünden haberi olmamak? Hani uçurma uçuran çocuklar sadece gökyüzüne bakar. Kuşların melabegahıdır gökyüzü.

Gökyüzü nedir? “Ve enzele minessemai maen ve ehrece minessemeratı rizken. Ya eyyühennas ubudu.” Madem suyu Ben gönderiyorum, nebat ve ağaçları ve hayatı Ben yaşanır hale getiriyorum, otlarla nebatlarla hayata tutunuyorsunuz, o zaman ibadet etmek zorunlu değil mi? Kim suyu indiriyorsa ibadet onun hakkıdır… Öyle değil mi?

Gökyüzü nedir? Ünzile fihil. Kur’an gökyüzünden inmedi mi? Şu kainat kitabının anlamsızlık çukurunda bocalarken onu Kur’an’ın semavi sadası o çukurdan çıkarmadı mı? Kainat bir muamma-i müşkül küşa, bütün filozoflar bu muammanın karşısında apışım kalmışlar bir anlam çıkaramamışlar. Kimi daha tapmış, kimi suya, kimi güneşe, arkadaki ilkeyi görememişler.

Nedir gökyüzü? İnzal-i rüsul. Peygamberler gökten gönderilmiştir. Günlerce Hira mağarasında gökyüzünden bir haber bekleyen Peygamber de (asm) muammanın karşısında çaresiz, günlerce mağaranın duvarlarına baktı. Birden bir büyük ışık huzmesi çıka geldi. Ona “oku” dedi. Okumak kainatın en esrarlı kelimesi. Okumanın olduğu yerde herşey var. Kainat kitabını okumak, sonra kitab-ı samedaniyi okumak, sonra kendini okumak, sonra koyunu okuyup onda rahmetin asarını görmek, sonra arıya bakmak o küçücük büyük sana bal geteriyor. Bir deha, vahiysel bir deha.

Birden ruhundaki vahiysel meşale yandı, şaşırmıştı.

Kaçır beni ahenk
Al beni birlik
Artık barınamam gölge varlıkta
Ver cüceye onun olsun şairlik
Benim gözüm büyük sanatkarlıkta.

Bir başka arayış içinde olan ise nesillerin çaresizliğini görüyordu. İmparatorluk yıkılmış modernizm heyecanı ile Osmanlı kültürü yıkılmış. Mukaddes ne varsa Timur’un heba ettiği Sivaslı küçükler gibi darmadağındı. Türk milletini ümmetin büyük ordusunu korumak için “Kur’anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem” dedi. At sırtında Kur’an okuyarak dünyayı fetheden bir milletin Kur’an’ıyla arasına dağlar girmişti. ”Sana kimseden soru sormamak şartiyle ilim verilecektir” dendi. Yüz yılı alacak bir kitap kümesini üç ayda okudu, hafızasına aldı, müşkül bir olay. Allah bin yıl İslam’a bayraktarlık yapmış bir milletin hatırının ulviliğini biliyordu, işte bu adamı böyle hazırladı. Dağlarda ovalarda düzlüklerde ilhamen kitaplar yazdı. Sav’da cahil anadolu köylüsü ona matbaa oldu, herkes yazdı, ortaya külliyeler çıktı. Ankara’da matbaalarda basılan eserler kütüphanelerde nadasa bırakılmış gibi hala bekliyorlar. Git anadolunun ücra köylerine bak insanlar yirmi voltluk lambaların ışığında “nefis ve malını Cenab-ı Hakka satmak, ona abd olmak ve asker olmak, ne kadar şerefli bir rütbe“yi okuyorlar. Evlerine gökyüzünü tanımış olarak gidiyorlar. Vefik Paşadan beri köye kitabı sokup okutan bir adam var mı?

“Bana birşeyler oluyor Hatice yanımdan yöremden sesler geliyor, ben kahin mi olacağım?” Yok Sen masum ve temiz  bir insansın kahin olamazsın, bekle bakalım neler olacak. Varaka’ya gidelim. Gittiler anlattılar, büyük ermiş dinledi. “Sen büyük haberlere teşnesin, peygamber olacaksın Ya Muhammed” dedi. O da dinledi, eve gittiler.

Sonra her zaman gittiği mağarasına gitti. Orada Cebrail ile karşılaştı. Bütün düğüm çözülmüştü bin yıldır beklenen büyük bilmece çözülmüştü. Hz. Muhammed(asm), Hatice ve Ali Kabe’ye doğru bir üçlü halinde namaz kılarlar.

Necip Fazıl Efendisine olan mahcubiyetini anlatır.

Benim efendim!
Ben sana bendim!
Bir üfledin de
Yıkıldı bend’im
Ben ki, denizdim.
Dağbaşı bendim
Şimdi sen oldun,
Âleme pendim.
Benim efendim!

Benim efendim!
Feza levendim!
Ölmemek neymiş;
Senden öğrendim.
Kayboldum sende,
Sende tükendim!
Sordum aynaya:
Hani ya kendim?
Benim efendim!

Benim efendim!
Emri yüklendim!
Dağlandım kalbden
Ve mühürlendim.
Askerin oldum,
Başta tülbendim;
Okum sadakta,
Elde kemendim.
Benim efendim.

O gaiplerden gelen ses üzerine neler çektiğini ünlü şiiri Çile’de anlatır. Çilesi olmayan adam olamaz, rahat döşeğindeki hayat ölüme yakındır.

Çile

Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

Ateşten zehrini tattım bu okun.
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna "yok"un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Artık gökyüzünden haberi vardı, büyük haberciyle buluşmuştu Necip Fazıl.

Beri gel, serseri yol!
O’nun Ümmetinden ol!
Sel sel kümelerle dol!
O’nun Ümmetinden ol!

Sen, hiçliğe bakan yön!
Hep sıfır, arka ve ön!
Dosdoğru Kâbe’ye dön!
O’nun Ümmetinden ol!

Gel dünya, mundar kafes!
Gel, gırtlakta son nefes!
Gel, Arşı arayan ses!
O’nun Ümmetinden ol!

Solmaz, solmaz; bu bir renk…
Ölmez, ölmez; bir ahenk…
İnsanlık; hevenk hevenk,
O’nun Ümmetinden ol!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum