Üç kişinin gizli bir konuşması olsa, mutlaka dördüncüleri Allah'tır! 

Üç kişinin gizli bir konuşması olsa, mutlaka dördüncüleri Allah'tır! 

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Mücadele Sûresi 7-10. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

7-(Ey Habîbim!) Görmedin mi ki şübhesiz Allah, göklerde ne var, yerde ne varsa bilir. Üç kişinin gizli bir konuşması olsa, mutlaka dördüncüleri O’dur! Beş (kişi) olsalar, mutlaka altıncıları O’dur; bundan daha az ve daha çok da olsalar, (ve her) nerede bulunsalar, mutlaka O, onlarla berâberdir. Sonra kıyâmet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Şübhesiz ki Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.(*)

8-Gizli konuşmaktan yasaklanıp da sonra kendisinden yasaklandıkları şeye dönenleri, hem günah, düşmanlık ve peygambere isyan husûsunda birbirleriyle gizlice konuşanları (yahudilerle münâfıkları) görmedin mi? 
Sana geldikleri zaman, seni Allah’ın kendisiyle selâmlamadığı bir şekilde selâmlıyorlar. Hâlbuki kendi içlerinde: “(Eğer peygamber olsaydı, bu) söylemekte olduklarımızdan dolayı Allah’ın bize azâb etmesi gerekmez miydi?” diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya gireceklerdir! Artık o, ne kötü varılacak yerdir!(**)

9-Ey îmân edenler! Birbirinizle gizli konuşacağınız zaman, o takdirde günah, düşmanlık ve peygambere isyân hakkında gizlice konuşmayın, fakat (konuşacaksanız) iyilik ve takvâ hakkında sessizce konuşun! Ve huzûruna toplanacağınız Allah’dan sakının!

10-(Günah, düşmanlık ve isyan husûsundaki) gizli konuşma, ancak şeytandandır; tâ ki îmân edenleri üzsün; hâlbuki (o şeytan), Allah’ın izni olmadıkça onlara (o îmân edenlere) bir şeyle zarar verici değildir. O hâlde, mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsin!

(*)“Şu kâinâtta görünen ef‘âl (fiiller) ile tasarruf edip îcâd eden Sâni‘in (san‘atkârın), bir muhît (herşeyi kuşatan) ilmi var. (...) Perdesiz, güneşe karşı zemin yüzündeki eşyâ (varlıklar) güneşi görmemesi kābil olmadığı gibi, o Alîm-i zü’l-Celâl’in nûr-ı ilmine karşı eşyânın gizlenmesi bin derece daha gayr-ı kābildir, muhâldir (mümkün değildir). Çünki huzur var. Yani herşey dâire-i nazarındadır (bakış alanındadır) ve mukābildir (karşısındadır) ve dâire-i şuhûdundadır (görüyor) ve herşeye nüfûzu (ilmi ve görmesi herşeye nüfûz edip işlemesi) var. (...) 
Mâdem şu kâinât sâhibinin böyle bir ilmi vardır; elbette insanları ve insanların amellerini görür ve insanlar neye lâyık ve müstehak olduklarını bilir, hikmet ve rahmetin muktezâsına (gereğine) göre onlarla muâmele eder ve edecek. Ey insan! Aklını başına al, dikkat et! Nasıl bir zât seni bilir ve bakar, bil ve ayıl!” (Mektûbât, 20. Mektûb, 73-74)

(**)Yahudi ve münâfıklar, bir muhârebede Müslümanları endişeye düşürmek ve üzmek gāyesiyle, mücâhidlerin mağlûb edildiği ve bir kısmının da öldürüldükleri söylentisini yaymaya çalışıyorlardı. Resûl-i Ekrem (asm) onları bu davranışlarından men‘ ettiyse de onlar bu îkāza uymadılar. Hattâ bir vesîleyle Hz. Peygamber (asm)’ın yanına geldiklerinde, “Sana ölüm olsun” ma‘nâsına gelen اَلسَّامُ عَلَيْكَşeklinde selâm verdiler. Resûlullah (asm) onların bu maksadını anlamakla berâber, tavrını bozmadı ve onlara: “Sizin de üzerinize olsun!” ma‘nâsına وَ عَلَيْكُمْ diyerek karşılık verdi. (Celâleyn Şerhi, c. 7, 441; Nesefî, c. 4, 343)