Kürşat BUMİN

Kürşat BUMİN

TÜBA tartışması

TÜBA'ya ilişkin tartışmayı biliyorsunuz. (Bu akademinin "Atatürk Bilimler Akademisi" olarak adlandırılmamış olmasını sağlayanlara teşekkür etmeyi unutmayalım. Şaşırtıcı ama olmuş bir kere, aradan kaçıvermiş!) TÜBA, yani Türkiye Bilimler Akademisi, 27 Ağustos 2011 tarihli Kanun Hükmünde Kararname ile getirilen kuruluşu -internet sayfasından aktarıyorum- "dünyadaki özerk Bilim Akademileri geleneğine uymadığı gibi, gelişmeden haberdar olan uluslararası kurum ve kuruluşlarca da kaygı verici bir gelişme olarak" değerlendiriyor.

TÜBA Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat, bir gazeteye yaptığı açıklamada, kurumun yeni haline ilişkin endişelerini şöyle belirtmiş: "Bütün dünyada akademinin üyelerini akademi seçer. Devlet seçmez. Ciddi akademilerde bu böyledir. Biz buna itiraz ediyoruz. Başkanını da akademi seçer. Devlet atamaz. Biz bunun doğru olmadığını, bunun bizi yıpratacağını görüyoruz. Asıl olarak itirazımız bunadır. Biz ağzına baktığımız insanlar tarafından seçilirsek onların aleyhinde veya onları mutsuz edecek şeyler söyleyebilir miyiz? Biz doğruyu söylemek zorundayız."

Prof. Kanpolat'ın bu açıklaması sorunun-problemin özüne işaret ediyor. Gerçekten de "akademiler", "özerkliklerine" hiçbir biçimde dokunulmaması gereken kurumlardır. Yani diğer "özerk" kurumlara benzemez, "özerklikleri" farklıdır.

Söz konusu kararname karşısında TÜBA yönetimi istifanın eşiğindedir. Başkan Kanpolat, yanlıştan dönülebileceği umuduyla durumu Cumhurbaşkanı'na arz etmek istediklerini, ancak böyle bir görüşme için henüz olumlu cevap alamadıklarını da belirtiyor.

TÜBA, kuruluş yıllarında da tartışıldığı gibi büyük çoğunluğu "pozitif bilimler" diyebileceğimiz bilim dallarından üniversite hocalarına açık bir kurum. Üyeleri arasında eskilerin "beşeri bilimler" ya da daha doğru -yine eski- bir adlandırma ile "Moral ve Politik Bilimler" ile meşgul olanların sayısı son derece az. TÜBA ile ilgili olarak "kararname" sorununa girmeden bu üye profiline ilişkin bu görünümün problemli olduğunu düşündüğümü belirtmek isterim. Bilimler (ve tabii olarak "bilim adamları") arasında eşitsizliğe neden olan bu uygulamadan çıkış yolu olarak da benim aklıma Fransa'da olduğu gibi birden çok "akademi" oluşturulması geliyor. Pozitif-fiziki (artık ne ad verirseniz) bilimleri ve bilim adamlarını toplayan bir akademinin yanında, beşeri-sosyal bilimleri ve bilim adamlarını toplayan bir ikinci akademi. Hatta bunların yanında (yine Fransa örneğinde olduğu gibi) "güzel sanatlar" ve edebiyat dallarında meşgul olanları toplayan iki "akademi" daha... Böylece bizim tek akademimizde karşımıza çıkan "hiyerarşi"nin ortadan kalkması...

"Akademi"de (de) bu "hiyerarşi"nin ortadan kalkması, TÜBA'nın arada sırada karşımıza çıkan "kamuoyu duyuruları" başlığı altındaki çok tartışmalı düşüncelerinin de hiç değilse azılması sonucunu doğuracaktır. Örnek mi?

Mesela bilimin önemine ve değerine ilişkin epeyce eski bir akademi duyurusunun Atatürk'ün "Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır" sözleriyle başlaması...

Haksız mıyım? Bir "Bilimler Akademisi"nin bilimin önemi ve değeri hakkında konuşurken sözlerine bu atıfla başlaması normal midir? Tabii ki normal değildir; "resmi ideolojiler"in kurucularına yapılan bu ve benzer alıntılar bize ister istemez Sovyet Birliği'nde Stalin döneminde yapılan atıfları hatırlatmıyor mu?

Bir başka örnek: TÜBA'nın daha yakın zamanlarda (2006) yayımladığı "Bilimsel Düşünce Gerçeği, Arama ve İfade Etme Özgürlüğü, Öğretim Birliği Konusunda TÜBA Duyurusu"nda yer alan şu satırlar:

"Ülkemizde bilimsel ve özgür düşünce, köktendinci akımların da tehdidi altındadır. Cumhuriyetimizin temel taşlarından olan öğretim birliği, büyük bir hızla aşınmaktadır. Demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin, özellikle de inanç ve düşünce özgürlüğünün olmazsa olmaz ön koşulu olan laiklik kavramı, adeta politik bir pazarlık konusu haline gelmiştir."

İnsan sormadan edemiyor doğrusu: Siz de mi?

Önümüzde duran bir "Bilimler Akademisi" duyurusu mudur, yoksa medyada her gün karşımıza çıkan can sıkıcı açıklamalardan birisi midir?

Bu çerçevede yıllar önce TÜBA'nın Günce adlı yayınında yer verilmiş bir konuşma metnini de hatırlıyorum. Hatırlıyorum, çünkü olay henüz çok tazeyken hakkında bir köşe yazısı yayımlamıştım. Günce sayfalarını Halil İnalcık'ın aldığı bir ödül dolayısıyla yaptığı konuşma metnine açmıştı. İnalcık, söz konusu konuşmasında "büyük tarihçi" kimliğinden sıyrılmış olarak "ateşli bir köşe yazarı" gibi (değerli tarihçi kusura bakmasın ama durum aynen böyleydi) verip veriştiriyordu... Konuşma, hatibin de belirttiği gibi şu ana fikir etrafında örülmüştü: "Türkiye, dünya milletleri arasında yalnız bir ülkedir. Tarihten gelen dinmez bir husumetin daima hedefi olmuştur, olmaktadır." Konuşmanın ana fikrini öğrendikten sonra arkasının nasıl geleceğini kestirmek zor olmasa gerek!

İnalcık, konuşmasında şu soruya da cevap arıyordu:

"Avrupa'nın bugüne kadar Türk Devleti'ne karşı bu bakışı ve tutumu gerçekten değişmiş midir? Yoksa eski zihniyet ve alışkanlıklar, yeni tertipler örtüsü altında devam mı ediyor?"

İnalcık'ın kendi sorusuna cevabı:

"Batı bugün de Türkiye'yi kendi politikaları çizgisinde yürümeye zorlamak için, etnik ayrılıkçıları kışkırtmak, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi, müdahaleci, vesayetçi, baskı metotlarını başka bir kamuflaj altında devam ettirmek peşindedir. Bugün ABD dahil Avrupa politikası, Ermeni iddialarını açıkca desteklemiyor mu? Bir bölüm vatandaşımıza sahip çıkarak, dışarıda onların yıkıcı organlarını himayeleri altında tutmuyor mu? Onbinlerce vatandaşımızın hayatına kasteden bir kişiyi hapishanesinde ziyaret için daha dün bir heyet göndermedi mi? Bütün bunları, Islahat Fermanı zamanındaki gibi, Türkiye'nin Batı hukuku ve insan hakları standartlarına uygun hale getirilmesi için yapmak gerektiğine bizi inandırmak istiyor, anlaşmalar imzalatıyorlar... (...) Bugün sözde Ermeni davası, Batı parlamentolarında ayakta alkışlarla benimseniyorsa, bu sadece bize tarihi husumet psikozunun asla ölmediğini göstermektedir."

Konuşmanın yapıldığı yıllarda cevabın son cümlesi için -dayanamayıp!- şunları yazmışım:

Bir tarihçinin Ermeni Meselesi'nden söz ederken, sanki çokbilmiş bir köşe yazarıymış gibi, "sözde" takısını kullanması mazur görülebilir mi?

Ve bu konuşma -asıl konumuza dönüyoruz- www.tuba.gov.tr adresinde olduğu gibi yer alıyordu.

Ne dersiniz, insan ister istemez "Amma da akademi ama!" demiyor mu?

"TÜBA tartışması" konusuna yarın da devam edelim. Ancak bitirmeden -ne olur ne olmaz diyerek- şu küçük hatırlatmayı yapmayı unutmadan: TÜBA'yı yenileyen kararname tartışma götürmez biçimde yanlıştır ve düzeltilmesi gerekir.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.