Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Toprak anamız

Toprakla ilgili çok şiirler ve yazılar yazılmış ve cümleler söylenmiştir. Bunlardan en çok bilineni Mevlana'nın "Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol" sözüdür herhalde. Gerçekten toprak, tevazu ile aynîleşmiştir bir bakıma. Ubûdiyetin zirvesi namazdır, namazın da zirvesi Rabbimize en yakın olduğumuz secde halidir. Secde de toprağa doğru, toprağa eğilerek yapılmaktadır. Bir nevi secdemizle, Hac Suresinde haber verilen "Gök ve yerde bulunanların tümünün secdesine" eşlik etmekte, kâinatın lisan-ı hâl ile büyük bir haşyetle ve dikkatle milim şaşmadan itaat  ettiği emr-i İlâhiye, biz de hem onları hem kendimizi temsilen lisan-ı hâl ve kâl ile eşlik etmiş oluyoruz. 

Şu ifadeye bakar mısınız?

"...Celâl ve azametine karşı rükû ile aczini izhâr etmek ve Kemâl-i Bîzevaline ve Cemâl-i Bîmisâline karşı secde edip hayret ve muhabbet ve mahviyetini ilân etmek..."

Demek rükûda acz, secdede hayret, muhabbet ve mahviyetini ilân anlamı var. 

Devamına da bakalım.

"...Ulûhiyetine karşı mahviyetkârâne secde ederek... Kemâl-i Sermediyetine karşı secde edip hayret ve mahviyet içinde ubûdiyetini ilan etmek... Rahîm-i Zülcelâl'in bâr-gâhı huzurunda hayret alûd bir muhabbet, bekâ alûd bir mahviyet, İzzet alûd bir tezellül içinde 'Allahü Ekber' deyip sücûda gitmek..."

Hepsinde secde, mahviyet ile birlikte zikrediliyor. Demek secde tevâzu ve mahviyetin zirvesi...O zaman ibadetten hasıl olanı da secde veriyor. Toprak da tevâzu ve mahviyeti temsil ediyor.

En âdi maddelere, en kesif unsurlara ev sahipliği yapan toprak, bir nevi huzura kabulün olan namazdaki miraç yolculuğunda belki de son basamak olan secdene de eşlik etmekte; mahviyet ve itaatini insan lisanıyla şuurlu olarak Rabbine arz etmektedir.

Toprakla ilgili çok şiirler de var.

"Asıl sermayemiz bir avuç toprak, 
Âşinasın sen bu sırra sevdiğim." diyen Seyrani, kime sesleniyor bilemeyiz.

"Önce seni çiğner ayaklarımız,
 Gururun zedelendiği için midir, nedir,
Sonra altına girer bütün varlığımız." diyen şair de toprağın izzet ve zilletini bir arada vermeye çalışıyor.

"Suya doymazsın 
Ve sen bütün canlılar için 
Bir küçük mezarsın." derken de sonumuz olan kara toprağı bize hatırlatıyor herhalde.

"Bazen soğuk bazen sıcak
Nimet verdin kucak kucak 
Seni yazacağım yaprak yaprak
Anlatamam kara toprak." diye toprağa seslenen şair de toprağın sadece nimetlerin kapıcısı olduğunu hissettirmeye çalışıyor olmalı.

Toprakla ilgili en güzel şiirlerden biri de Aşık Veysel'in 'Toprak' şiiridir. On bir dörtlükten ibaret şiirin, kitaplarda daha çok ilk iki dortlüğüne yer verilir nedense. Bence devamı hatta sekizinci dörtlüğü hepsinden de ehemmiyetli.

Toprağa 'sadık yâr' diye seslenen Veysel, "Her türlü isteğimi topraktan aldım." derken de bir mecaz anlatıyor aslında. Yoksa toprakta istek karşılayan bir irade ve şefkat olamaz elbette. 

Yine "Ekmek verdi, yemek verdi,et verdi." diyen ve buna 'her türlü meyveyi' de ekleyen şairimiz; Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi." kaydından sonra, asıl meramını ancak sekizinci dörtlükte veriyor. 

Şöyle diyor:

"Dileğin var ise, iste Allah'tan
 Almak için, uzak gitme topraktan
 Cömertlik toprağa, verilmiş Hak'tan
 Benim sâdık yârim, kara topraktır."

Devamındaki dörtlüğün can alıcısı dizesi ise; 

"Hakkın hazinesi gizli toprakta" dizesidir.

Peki neden hep ilk iki dörtlük bize verilir de gerisi yokmuş gibi zannedilir. Bu bence Aşık Veysel'e  bir haksızlıktır. Bu şiir, ancak on bir dortlüğüyle güzellik kazanıyor ve meram anlaşılıyor.

Geçenlerde sosyal medyadan tanıştığınız bir şaşkınla konuşurken, "Bana mucize gösterebilir misin?" demişti. "Sen bana mucize olmayanı göster." dedim. Bir dakika lal kesildi. "Ben söyleyeyim." dedim. "Başta toprak olmak üzere  mucize olmayan bir şey var mı?" 

"Sanat varsa, sanatkârı da vardır." cümlesi ise, sadece öznel bir yorummuş onun için. Yahu arkadaş dedim "Biz harika bir tabloyu ya da bir heykeli gördüğümüzde, hemen yapanını, sanatçısını,heykeltıraşını arayıp  sormaz mıyız başta?" Sanatkârını sorunca da muhatabımız bize "Sen öznel bir soru sordun illa da bir sanatkâr araman mı gerekiyor?" derse ne deriz? 

Başta insan ve kâinat galerisindeki diğer mucizevî sanatların sanatçısı kim, sorusunun neresi öznel  yorum deyince de nefesi ve sesi kesildi.

Gerçekten başta İnsan, hangi sanata bakarsak bakalım; menşeinin toprak olduğunu görüyoruz. Öyle bir mucize ki diğer mucizelerin hamuru durumunda. Toprak mucizesinden neler dokunmaz ki?  Kadir-i Zülcelal, bülbülün âşık olduğu gülü topraktan dokuduğu gibi, "Bir topraktan bütün nebatat ve meyveleri de yapmakta" onları mevsim vagonlarına bindirerek bize göndermektedir. 

Yine şaşkın bir öğrencime: "Şurada yüz kilo toprak, beş kilo ot; iki kilo süt ve et olsa ve sana şu toprak ota, ot da et ve süte döndü." desem inanır mısın, demiştim . Dört dakika kendine gelip soruyu çözememişti. Sonra birlikte çozünce de "Hocam, ben meseleyi anladım ama hayvan gibi yaşamak istiyorum, bana dokunma." demişti zavallı çocuk. Akıl olduğu için hayvan gibi de olamadı ve kendi karanlık dünyasında kayboldu.

Acizâne onlarca tecrübemle şunu iddia ediyorum ki gafleti dağıtan, cehaleti yırtan, ülfeti tefekküre döndüren Kur'an'ın ilgili her ayeti ve Risale-i Nur'un izahları karşısında; düzgün takdim edildiğinde; ateistinden destine, bilinmezcinsinden sünnet düşmanına kadar etkilenmeyen kimse kalmaz. İlzam olmasa da susar ve en azından etkisini kaybeder.

"Bütün işleri mucize ve harika" olan mucizekâr sanatçının, mucize işlerine bakar mısınız?

"Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü,bakırı, gümüşü altını; gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı." Az yukarısında da 'yuvarlak tatlı köfteler' yaptı, kaydı geçiyor. 

Demir, bakır, toprak, kömür, su yuvarlak elmaya, karpuza, kavuna, portakala; bunlar da insan ve hayvanda ete, süte, tırnağa, saça, kaşa ve deriye dönmekte. Bütün bunların ana menşei de toprak. Ama bir gaybî el, bu mucizeleri gerçekleştirmekte .İman da zaten bu gaybî eli, akıl gözüyle görebilmektir. Asıl gayesi de kitap ve peygamberler vasıtasıyla da tanıdığı  o "gaybî ele", teşekkürler ve tâzimler sunabilmektir. 

"Madem rûy-i zemin bir sofray-ı Rahmandır, insanın şerefine kurulmuştur." cümlesinde geçen sofra da yine toprak üzerine kurulmuş değil midir? Bu sofra, hiçbir türün ve ferdinin rızkının eksik bırakılmadığı, kıyamete kadar da bırakılmayacağı bir sofradır. Ama bütün mevcudat, netice itibariyle insana hizmet ettiğinden, insan için kurulmuş diyebiliyoruz.

Yazımızı toprağı özetleyen şu cümle ile bitirelim.

"Madem toprak, bu kadar cemal ve rahmet ve hayat ve ziyneyetlere maddî cihetinde mazhar olmasından; hadsiz bir rahmetin perdesidir. Ve içine giren hiçbir şeyi başı boş kalmıyor... Elbette bu himayetli annemiz olan toprak altına girmek ve kucağına sığınmak ve o hakiki ve daimî ve manevî çiçekleri seyretmek, daha ziyade sevilir ve iştiyaka layıktır."

Evet dostlar, rahmetin bir karanlık perdesi olan ve arkasında hayatın manevî merkezlerini saklayan toprağımızı ayağımızla çiğnerken bunları düşünebiliyor muyuz acaba?
 
Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum