Ahlak

Ahlâk Arapça’da “seciye, tabiat, huy” gibi mânalara gelen hulk veya huluk kelimesinin çoğuludur. Sözlüklerde çoğunlukla insanın fizik yapısı için halk, mânevî yapısı için hulk kelimelerinin kullanıldığı kaydedilir (Lisânü’l-Arab, “hlk” md.). Başta hadisler olmak üzere İslâmî kaynaklarda hulk ve ahlâk terimleri genellikle iyi ve kötü huyları, fazilet ve reziletleri ifade etmek üzere kullanılmış; özellikle iyi huylar ve faziletli davranışlar hüsnü’l-huluk, mehâsinü’l-ahlâk, mekârimü’l-ahlâk, el-ahlâku’l-hasene, el-ahlâku’l-hamîde; kötü huylar ve fena hareketler ise sûü’l-huluk, el-ahlâku’z-zemîme, el-ahlâku’s-seyyie gibi terimlerle karşılanmıştır.[1]

Hakikat noktasında HLK fiili, bilginin iradenin yönlendirmesi ile kudret ve kuvveti şekillendirmesidir. Bu manada Cenab-ı Hakk’ın ilim sıfatıyla, kudret ve kuvvetini şekillendirerek sabit enerji konumunda atomları yaratması, sonrasında genetik kodlara yazdığı huzurî ilmiyle atomları şekillendirerek canlı nesneleri yapması HLK kökünden “hilkat” ile ifade edilir. Aynen onun gibi, kişinin tahsil ettiği ilmin, iradesi ve kutsallık aşkı ile kendindeki manevi kuvvetleri şekillendirmesine ise “hulk ve ahlak” denilir. Bu manasıyla ahlak, Halık-ı Zü’l-Celal’in insanı yaşadığı maddi hayat içinde tekrar yaratması ve formatlamasıdır.

İnsandaki Kuvvetler ve Bireysel Ahlak

İnsan ruhunun madde ile teması kurulmasıyla hayat hakikati zuhur eder. Ruhun içerdiği ilim ve irade, madde ve atomlardan hayat mekanizmasıyla kuvvet elde eder. Ruh, bu kuvvetlerle hem bu maddi hayatını besler, korur ve geliştirir; hem kendi ruhani potansiyellerini açmaya çalışır. Bu kuvvetler 3 sınıftır:

a) Kuvve-i Şeheviye: Hayatını ve neslini devam ettirmek ve geliştirmek için gerekli        “şehevi” kuvvetler... Bu kuvvetler canlılardaki câzibe mekânizmasını oluşturur. Allah’ın Cemâlî isimlerinin eseridir. Yeme, içme, cinsellik gibi faaliyetlerle kendini gösterir… Hedef bunların denge üzere olması ve yararlı hale getirilmesidir. Ve burada en son gaye, hakiki aşk ve hüsn-ü mücerrede (soyut güzelliğe) değer verme seviyesine çıkabilmek; Allah’ın güzel, manevi bir gülü olmaktır.

b) Kuvve-i Gadâbiye: Hayatını ve neslini muhafaza için gerekli “gadabî” kuvvetler… Bu kuvvetler canlılardaki savunma mekânizmasını oluşturur. Allah’ın Celâlî isimlerinin eserdir. Cesaret, müdafaa, öfke, nefret v.s. duygular ve fiillerle kendini gösterir... Canlılar bu yönleriyle, tamamen saldırgan veya tamamen pasif olmamalıdır. Burada son hedef, hakperestliktir; yani aklın kontrolünde bir kuvvet ve yararlı bir güçtür. Yoksa kuvvete değer verip kuvvet-perest olup tahripçi olmamaktır. Hazret-i Hamza gibi, kudsî bir kahraman-ı Hakk olan bir “esedullah” olmaktır.

c) Kuvve-i Akliye: Hayatını idare etme, zararlı ve yararlı şeyleri görerek hareket etme ve kendi şahsî kemalini temin etme amaçlı olarak “aklî” kuvvetler… Bu kuvvetler, Allah’ın Kemâlî isimlerinin eseridir. Hayal kurma, öğrenme, ezberleme, bilme, karar verme gibi fiillerle kendini gösterir. Burada hedef dengeli fikir yürütüp hakikati bulmak ve hakikat-perestlik üzere bir hayat yaşamaktır.  Bu üç kuvvet, sırasıyla insandaki bitkisel, hayvanî ve melekî yapıyı anlatır. İslam Ahlak Felsefesi’nde işlendiği gibi bu 3 kuvvetin de 3 hali var:

a)İfrat Hali… Yani zararlı aşırı hal…

b)Vasat Hali… Yani dengeli yararlı hal...

c)Tefrit Hali… Yani eksik ve geri hal…

Bir tablo halinde bu 3 sınıf kuvvetin, ifrat-vasat-denge hallerini şu şekilde ifade edebiliriz:

 

İfrat

Vasat

Tefrit

Şehevi Kuvvetler

Fısk ve Fücur

İffet

Humud

Gadabi Kuvvetler

Tehevvür

Cesaret ve Şecaat

Cebânet

Aklî Kuvvetler

Cerbeze

Hikmet

Gabavet

Fısk, Kur’an’da, şehvetin aşırılıklarını ifade için kullanılır.[2] Böyle bir halde insanlar arası ilişkilerde zulümlere varılır; sosyal hayatın koruma kalkanları kırılır. Fücur ise, hayat enerjisini güneşin radyoaktif ilk ışıkları gibi etrafa dağıtmak ve yaymak demektir.

Humud, sönüklük, iştahsızlık demektir. Var olan şeylerden istifadeyi engelleyen bir haldir ve hastalık belirtisidir.

Tehevvür, her şeye tepkili olmayı ifade eder. Toplumdaki baskıların, zulümlerin, haksızlıkların birçoğu böyle marazî ruh hallerine sahip insanlardan kaynaklanır.

Cesaret, irade gücüne dayalı girişken hal; şecaat ise, kuvvete dayalı girişkenliktir.

Cebânet, korkaklık demektir. Korku, insan bilincini baskı altına alan ve onun sistemini çökertip istidatlarının yeşermesine fırsat vermeyen dehşetli bir illettir. Bu yönünden dolayı Resulullah (A.S.M.) “Korkaklık ve tembellikten daima Allah’a sığınırım[3] derdi.

Cerbeze, dengesiz akıl yürütmedir. Bediüzzaman cerbezeyi şöyle tarif eder: “Dağınık büyük işlerde yalnız kusurları görmek cerbezeliktir; aldanır ve aldatır. Cerbezenin şânı, bir kötülüğü sünbüllendirerek iyiliklere galip etmektir.”[4]

Hikmet, dengeli düşünmek ve hakikatleri araştırmaya yarayacak aklî fonksiyonlarda bulunmak demektir. Kur’ân’da  “Ve men yu’te’l-hikmete fekad ûtiye hayran kesiran[5] (Her kime hikmet verilmişse yani kâinatı ve hadiseleri yorumlayabilme kabiliyeti verilmişse ona sonsuz hayır verilmiştir) denilir.

Gabavet ise, ahmaklık ve anlayışsızlık demektir.

(Devam edecek)

[1] DİA, Ahlak maddesi.

[2] Mesela, Zümer Sûresi 34. âyet

[3] Buhârî, Daavât, 38, 40, 41; Tirmizî, Daavât, 71 ve saire...

[4] Âsâr-ı Bediiye, Tulûât, 159-160

[5] Bakara sûresi 269. Âyet.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum