Tarihselcilik ve Kur’an

İlahiyatçılar veya daha bilimsel adıyla ‘teologlar’ son tahlilde birer “teknik eleman” olup metodolojinin ve akademinin sisli atmosferi içinde İslam’ın bilgi edinme ve asli kaynaklarından hüküm çıkarma usulünü bir kenara bırakıp akademik metodu mümkün olan tek güvenilir ve kabul edilebilir yöntem olarak görmeye başladılar. Buna paralel olarak kullandıkları “üst dil” seküler bir dil oldu. Batı Hıristiyanlığı’nın temel sorunları İslam’ın içine taşınarak İslam içinde de bu türden yapay sorun alanları icat edilmeye çalışıldı.

Bu yapay sorun alanlarından birisi belki de en önemlisi tarihselci (historicism) veya yorumsama (hermenötik) bir bakış açısıyla Kuran’ı ve İslam’ı yorumlama eğilimidir. Peki nedir şu tarihselcilik?

‘Safi zihinleri idlal etme’den ve dahi kelam israfına girmeden bu akımın “İslami modernizme” bakan yönüyle belirgin argümanlarını kabaca ve kestirmeden şöyle özetlemek mümkün: Kur’an ve İslam, belli bir tarihsel zaman kesitinin, muayyen bir coğrafi ve sosyal yapının eseri. Diğer bir deyişle Kur’an hicri 6. Asırda yaşamış olan bir topluluğun belli ve sınırlı sayıdaki bazı ihtiyaçlarına cevap veren ilahi bir metinden ibarettir. Muhatap sadece Kur’an’ın nazil olduğu tarihi vasata tanıklık etmiş olan bedevi Araplar. Sonraki muhataplara Kuran’ın hitabı -Mustafa Öztürk’ün ifadesiyle- “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!” kabilinden bir şey.

Ebu Zeyd, Hasan Hanefi, Muhammed Arkoon, Roger Garaudy, Fazlul Rahman son dönemlerin en sari bir hastalığı olan bu tarihselciğe yürekten inanmış bulunuyorlar. Gerçi homojen bir tarihselcilik düşüncesinden bahsetmek biraz zor. Sözgelimi bir Fazlul Rahman’ın daha mutedil diyebileceğimiz tarihselcilik anlayışıyla bir Mustafa Öztürk’ün aşırı ve uçuk anlayışı arasında belirgin bir fark var ama aradaki bu nüansa rağmen sonuç itibariyle hepsi aynı kapıya çıkıyor. 

Bu düşüncenin dahi mimarları yine malum zevat: Diltey (öl:1911), Heidegger (öl:1976), Gadamer. Bu eğilimin bizdeki temsilcileri: Ömer Özsoy ve Mustafa Öztürk. Hatta Özsoy’a göre sahih anlamın biricik garantisi tarihsellikte saklıdır. Tarihsellik olmadan Kur'an’ı anlamak imkansızdır. (Bkz: Kur'an ve Tarihsellik Yazıları) Mustafa Öztürk ise ahkam ayetler ve hadisler konusunda tarihselci olduğunu her fırsatta ilan eder. Sadece ahkam ayetler değil, hemen hemen bütün Kur’an’ın tarihsel olduğunu ve dolayısıyla tarihte kaldığını ima eder. Öyle ki bu aşamadan sonra ‘Kur’an’ın Aktüel Değeri’ gibi bir önermeden söz etmek imkansız gibi görünür.

Öztürk'e göre Kur’an-ı Kerimdeki ahiret ahvali, azap figürleri, cennet ve cehennem sahnelerinin hemen hepsi bedevi Arapların muhayyilesine göre tasvir edilmiş olan şeyler. “Böylece biz sana Arapça bir Kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke ve çevresinde bulunanları uyarasın.” (Şura-7) şeklindeki ayetlerden yola çıkarak evrensellik iddiasında bulunanların gülünç olduğunu, Mekke’nin çevresinden bütün dünya sathını anlamanın tek kelimeyle romantik olduğunu aksine bu kabil ayetlerin tarihselliğin bizzat bir kanıtı olduğunu, “ya eyyuhen nas” (ey insanlar) şeklindeki Kur’ani hitapların yeryüzünde kıyamete kadar gelecek bütün insanları kapsamadığını aksine “Ey Mekke halkı” ya da “Ey Araplar” şeklinde anlaşılmasını gerektiğini söyler. Hem de defaatle. İlginçtir, ateistlerin Müslümanlara karşı en fazla kullandığı bir argümandır bu. Bu manada ülkemizde tarihselciliğin en ateşli savunucusu hiç şüphesiz ki Mustafa Öztürk. Hatta bütün fikri hasılatının omurgasını tarihselcilik teşkil ediyor dersek ihtimal ki yanlış bir şey söylemiş olmayız. Dilerseniz kendisinden dinleyelim:

“…Kurandaki tarihselliğin ahkamla sınırlı olduğunu düşünmüyoruz. Kanaatimizce Kur’an bazı temel mesajları hariç tamamen tarihseldir. Hatta tüm peygamberlerin ortak mesajını teşkil eden tevhit inancına ilişkin bazı Kuran ifadeleri dahi tarihsel unsurlar içermektedir. Keza bütün peygamberlerin mesajında bulunması hasebiyle ahiret konusuna ilişkin tasvirlerde yerel ve tarihsel karakterlidir… Hz. Peygamber’in genelde Arap toplumunu özelde de Kureyş kabilesini, diğer bir deyişle Mekke ve çevresinde yaşayan müşrik Arapları uyarması için gönderildiğini bildiren ayetler Kuran hitabının tarihsel ve yerel oluşunu gösterir…” (Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, Ankara Okulu Yay, sh:11-12)   

Şunu söylemek zorundayız, bizce bu söylemin gözden kaçırdığı çok önemli bir mesele var o da şu: Bu anlayış sosyal kurumlara ait emir ve yasaklarla cezaları tarihsel olarak görmekte; Kur’an’ın ibadet ve ahlakla ilgili naslarını ise evrensel kabul etmektedir. Halbuki ilahi kitap içerdiği naslarda aynı dili kullanmaktadır. Bu durumda hangi ölçü kullanılarak böyle bir yöntem ortaya konmaya çalışılmıştır. Hatta ahlaki prensipleri hukuki prensiplerden ayıracak net bir ölçüt bile mevcut değilken bu neye göre yapılmaktadır. Doğrusu bunun anlamak güçtür. Yoksa batı normları evrensel kabul edilerek bunlara mı uydurulmak istenmektedir?

Dini metinleri tahrif edilmiş olan Hıristiyan dünyasının kendi dini öğretilerinin temellerini anlamak için bir derece anlamlı olan bu girişim bizim için (özellikle otantikliğini her devirde muhafaza eden Kur'an için) kelimenin en yalın anlamıyla yersizdir.

Bu yaklaşıma göre her şey olup bitmiştir. Neredeyse Kur’an’ın tamamını bir anlamda mensuh gibi görmektedir. Böyle bir genellemenin ise nastan bir delili yoktur, bunun delili tamamen aklidir yani ilahi çözümlerin beşeri çözümler gibi değerlendirilmesine, ilerlemecilik teorisine ve buradan hareketle eski çözümlerin yeni ve farklı sosyo-kültürel ve ekonomik ihtiyaçları karşılamanın imkansız olduğu düşüncesine dayanmaktadır. Halbuki burada söz konusu olan kelam ilahidir, Allah tarafından vahyedilmiştir. Her ne kadar belli bir zaman ve mekanda yaşayan insanlara kendi dilleri, üslupları ve şartlarına uygun olarak gönderilmişse de onun ilahi oluşu çok önemli ve hiçbir zaman ihmal edilemez bir unsurdur. Hiç kuşkusuz ki bu bir beşeri metin ve düzenleme olsaydı evrensel denecek kısmı yok denecek kadar az olurdu. Metin ve düzenleme Allah'a ait olup bütün zamanlarda ve mekanlarda yaşayan insanların ondan yararlanmaları istenince, onda ilke olarak “geçerliliği ve işlerliği belli bir zamana ait” anlamında bir tarihsellik değil, evrensellik hakim unsur olmalıdır. (H. Karaman’dan mealen)

Kur’an’ı tarihselci bir anlayışla yorumlamaya kalkışmak, onu hem güven sorunuyla karşı karşıya bırakacak hem de dinsel manada bir kriz ortamına zemin hazırlamış olacaktır çünkü Müslümanların zaten bir uygulanma ortamı bulunmayan fıkıhlarını tartışmaya açmak onların kendi kozmolojik anlayışlarında sarsıntılara sebebiyet verebilir. O halde aslında zarardan başka pratikte hiçbir müspet sonuç doğurmayacak olan böylesi tartışmalara girerek insanların kafalarını karıştırmanın ne anlamı var?

Netice itibariyle bu yaklaşımdan mutlak hakikat ve hakikat'ın bilgisi çıkmaz/çıkamaz. Hasan Hanefi’nin önerdiği üzere teolojinin yerini antropoloji alır, arkasından Allah merkezli bir alem tasavvurundan insan merkezli bir dünya görüşüne geçilmiş olur. Ve bunun da sonu derecesine göre natüralizme, pozitivizme ve hatta ateizme çıkar. (Geniş bilgi için bkz: Şevket KOTAN, Kur'an ve Tarihselcilik, Beyan y.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum