Mehmet Asıf IŞIK

Mehmet Asıf IŞIK

Dua İklimi: Uzun Geceleriyle Üç Aylar

“(Ey Peygamber) De ki: “Duânız olmasaydı, Rabbim size ne diye değer versin! ...” (Furkan/77)

Ayetin beyanına göre Hak nezdindeki değerimiz, duâmız nisbetindedir.

Duânın en güzel, en lâtîf, en leziz, en hazır meyvesi (ve) neticesi şudur ki: Duâ eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. O’nun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerîm Zât var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyâcâtını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def edebilir bir Zâtın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp “Elhamdulillahi Rabb’il Alemin” der.” (24.Mektup, 1.Zeyl, 4.Nükte)

Allah’ın, kâinatın her yanını istilâ eden her esmâsı her an tecelli eder. Her ismin ve/ya sıfatın her bir şeyde farklı mertebelerde, bazen âzam, bazen de tebei ve/ya gölgeli tecellileri, her bir şeyde ve hadisede farklı yansımaları görünür. Meselâ, Rahim ismi canlılar aleminde şefkat ve merhametle belirir. Kabıd ismi tutup sıkar, Bâsıt ismi açıp yayar ve ferahlık verir. Hay ismi hayatın kaynağıdır, can verir, Semi’ ismi işitir ve işittirir, Basir ismi ise hem görür hem de gördürür. Şâfi ve Muâfi isimleri hayat sahiplerinde tecelli etmek için nasıl maddi-manevi hastalıklar istiyor ise, Mucib ismi de kullarının isteklerine sonsuz hazinelerinden karşılık vererek tecelli eder. Çünkü Allah Mucib’dir; istenene icabet eder, isteyene Mu’ti ismiyle de verir.

“Rabbiniz şöyle dedi: “Bana duâ edin, duânıza (davetinize/isteğinize) cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min/60)

Demek ki her bir isim tecelli edeceği şartları da yaratır. Mucib ismi tecelli etmek için, kendisinden istenecekler için kullarına ihtiyaç hissettirecek, isteyecek hale getirip istetecek. O Mucib ister ki dua ile kendisinden istenilsin.

Çünkü, “... duâ bir ubûdiyettir (kulluk görevidir). Ubûdiyet ise semeratı (meyvesi-sonucu) uhreviyedir. Dünyevî maksadlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir…” Ve “....Cenab-ı Hak ibâdını (kullarını) o vakitte bir nevi ibâdete dâvet eder. ...” (Sözler, 23.Söz/5.Nokta)

Evet evet, DUA İBADETİNE; Çünkü, “isteyin” diyor. Çünkü Allah’ın kullarına “yapın, isteyin” dediği iş onlar için emirdir. Emredileni yapmak ise kulları olan bizler için ibadettir. Cenab-ı Allah, kullarının isteklerine cömertliğiyle, ihsan ve ikramlarıyla icabet etmek için tayin ve takdir ederek mübarek kıldığı şu vakitlerde ihtiyaç hallerimizi, yani kulluğumuzu kendisine arz edip yalvarıp yakaralım, istiyor.

Özellikle de “… beliyyelerin (belâların) istilâsı ve muzır şeylerin tasallûtu, bazı duâların evkât-ı mahsûsalarıdır (özel vakitleridir) ki; insan o vakitlerde aczini anlar, duâ ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlak'ın dergâhına iltica eder. ... Eğer Cenab-ı Hak fazl ve keremiyle belâyı ref'etse (çekse); nûr'un alâ nûr.. o vakit duâ vakti biter, kaza olur. Demek duâ bir sırr-ı ubûdiyettir.” (Sözler, 23.Söz/5.Nokta)

Mevsimine girdiğimiz uzun geceleriyle şu üç aylar duâ edilmeye sezâ o kudsi vakitler değil mi? Tam da o günlerdeyiz ve bugün ümmet için hem kavli duâ etmek, hem de Kur’an ve iman hakikatlerini tebliğ ve neşir yoluyla hizmet ederek fiili duânın en münasip zamanıdır.

***

Şu dönem yeryüzünü kasıp kavuran, insanlığın maddi ve manevi hayatını halen çok ciddi olarak tehdit eden, arzî mi semâvi mi olduğu ancak İnd-i İlâhî'de malûm olan, üzerimize belâ gibi gelen ve günden güne etkisi azalıyor diye ümid edilirken farklı suret ve özelliklerle zuhur eden çeşitli dalâlet ve sapkınlıkların, çeşit çeşit hastalıkların, İslâm Ümmetinin mâruz kaldığı tehditlerin ortadan kalkması için kabûle karin vakitlerde, hani şu goncaların açıp güle döndükleri seherlerde, çoktan beridir terk edilmiş, mânevi lezzetine doyulmayan teheccüd secdelerinin ardından,

Tarihin şahit olduğu/olacağı belki de en şiddetli ve dehşetli tehlike olan âhir zamanın imansızlık cereyanlarından halâsı için, İlâhî rahmetin ve şefkatin celbi için, insanlığın, mağdur, mazlum ve yetim ümmetin felâhı için, milletimizin ebedi saadeti için, Allah-u Te'alâ'nın hıfz u himayesiyle beldelerimizin muhafazası, emniyeti ve selâmeti için, şu her alandaki kaht-u galânın (kıtlık ve pahalılık) ailelerimizin ve yakınlarımızın maddi ve manevi hastalıklardan şifâyâb olması, şu cehalet ve gafletimizin hikmete ve marifete dönüşmesi için,

Evvelâ samimi olarak ihlâs ile bol bol tevbe-istiğfar edip ardından aczimizi ve ihtiyacımızı bütün zerrelerimizle hissederek Rabb-i Rahim’in Dergâh-ı Ulûhiyyetine eller açılmalı, kalbler ve gönüller O'na yönelmeli. Esma ve sıfatlarını şefaatçi kılarak makbûl ve mücerreb duâlar, tahmidiyeler, sekineler, salâvat-ı şerifeler yanık yüreklerle, titrek nidâlarla, taşları yumuşatacak yakarış ve niyazlarla Alemlerin Rabbi'nin af ve mağfiret kapıları çalınıp ısrarla istenilmeli...

Aşk çağlayanı Hazreti Mevlâna şu mealde demişti; “Allah vermek isteyince kulunun kalbine istemeyi verir.” Asrın Mevlânası Bediüzzaman da aynı mânâyı şu sözlerle ifade etmişti: “Vermek istemeseydi istemeyi vermezdi” diye…

Görünen o ki şu günler şefkatli Rabbimize halimizi arz ederek O'nun rahmet, merhamet, lütûf, ihsan ve ikramlarını bahş etmesini, şifa, sıhhat ve afiyet ile sulhu, sükûnu ve selâmeti üzerimize serpmesini isteme günleridir. Tam da ibâdet ve duâ mevsimindeyiz...

Allah, şefkat ve merhametiyle rahmete erdirmek için bizi duâya davet edip "İsteyin, vereyim" diyor. O halde istemeli ki bol bol versin. Bize düşen de O'nun rahmetine nail olacak, razı ve memnun olacağı kulluk hallerine bürünmek olmalı.

Hadis-i şerifte "Ağızlarınız Kur'an'ın yoludur; temiz tutunuz." (İbni Mâce 1/473-474) beyan olunmuş. İnsanlık halidir, dünyevi kelâmlar, bazen iradi, bazen gayri ihtiyari olarak ağızlardan çıkan sürç-ü lisanlar, hatalı-kusurlu mükâlemelerimiz, kalbimize ve manevi duygularımıza gelen hayaller, mâneviyatımıza temas eden efkâr-ı bâtıla veya gaflet hallerinden dolayı bol bol tevbe ve istiğfar ederek rûhen, kalben ve mânen temizlenmeli ki o mukaddes mânâlar iç dünyamıza dahil olsun, kalpten temiz yollardan çıkıp dilden dökülsün.

ÖNCE KUR’AN OKUMALARI İLE…

Üstad Bedi'üzzaman’ın harika ifadesiyle: "Kur’an, bütün âlemlerin Rabbi itibariyle Allah'ın kelâmıdır. Hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır. Hem bütün Semâvât ve Arzın Hâlıkı nâmına bir hitabdır. Hem Rubûbiyet-i Mutlaka cihetinde bir mükâlemedir."

O öyle bir hitap ki, “Eğer biz bu Kur´an´ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşir/21) Bu itibarla, heybet ve azametiyle dağları titreten Kur'an-ı Hakim'i elimize alıp okumaya başlarken kimin muhatabı olup neyi okuduğumuzun idrak ve şuuruyla...

"Demir tavında dövülür" meselinde ifadesini bulan ve tıpkı namazı vakt-i evvelinde kılmanın daha faziletli oluşu misali, her ibadette olduğu gibi Kur'an tilâveti için de geçerlidir. Hatta daha mühimi, okunması için vakt-i icabeler, kabûle nail olunması kuvvetle umulan zamanlar tercih edilmelidir. Teheccüd, gece ve/ya seher vakitleri gibi. Rûhun mânâya ve rûhaniyata aç, muhtaç, müştak ve müheyya olduğu vakitler...

İbrahim Hakkı Hazretlerinin, ey göz şu uyku da neymiş (mealindeki) diye başlayan o muhteşem gazelinde gecelere güzelleme yaparak ne de güzel anlatır o anların sırrını, manasını, kadrini ve halecanını:

“Ey dide nedir uyku gel uyan gecelerde
Kevkeblerin et seyrini seyran gecelerde.
Bak heyet-i alemde bu hikmetleri seyret
Bul Sani’i’ni ol O’na hayran gecelerde.

Çün gündüz olursun nice ağyar ile gafil
Koy gafleti Dildar’dan (gönüllerin sahibi) utan gecelerde.
Gafletle uyumak ne reva abd-ı hakire
Şefkatle nidâ eyliye Rahman gecelerde.

Cümle geceyi uyuma Kayyum’u seversen
Taa hay olasın Hay (Allah) ile ey can gecelerde.
Aşıklar uyumaz gece hem sen uyuma kim
Gönlün gözüne görüne ey Can gecelerde.

Dil (gönül) beyt-i Hüda’dır (Allah’ın evidir) O’nu pak eyle sivadan (başka şeylerden)
Kasrına (kalp sarayına) nüzül eyler o Sultan gecelerde.
Az ye az uyu hayrete var fani ol O’ndan
Bul Can’ı beka ol O’na mihman (misafir) gecelerde.

Allah için ol halka mukarin (yakın) gece gündüz
Ey Hakkı nihan-ı aşk od’una (aşkın gizli ateşi) yan gecelerde.”

ALEMLERİN RABBİ ve HUZURUNDA KULU...

Gece karanlık örtüsüyle dünyayı ve içindeki her şeyi örtmüş iken kul Rabbini kalbiyle görüp sadece O’nun huzuruna çıkacak ve bütün varlığıyla O’nda fani olacak. Demek ki, o Sultan’ın, kulunun gönül sarayına nüzul etmesi için kalb tefekkür ve tezekkür ile sivâdan (O’ndan başka herşeyden) arındırılıp O’nu gecelerde mihman (misafir) edip ağırlaması icab edermiş. Tıpkı Hazreti Üstad’ın da, Allah’a dostluk makamlarına yükselmiş selef-i salihinin ve bütün evliya ve enbiyanın sultanı Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin sabahlara kadar evrad u ezkâr ile, gözyaşlarıyla, duâlarla, tazarru ve niyazlarla yaptıkları gibi.

Yine o coşkun çağlayan Hz.Mevlâna demiş ki; “Kargalar, kulakları yırtar gibi bağrışınca hemen sussunlar deyu ne isterlerse verilir. Fakat ya bülbüller! Bülbüllere güzel ve tatlı nağmelerle öttürmek için hemen verilmiyor; ötsünler, şakısınlar istenir.” O’nun için Andelib-i Zişân (En Şanlı Bülbül) kulluk edebinin zirvesindeki Hazreti Muhammed (sav) saadetli hayatı boyunca daima Rabbinden isteyip durdu. O’nun hem duâ hem zikir halkasına bütün mevcudat dahil olup rûh-u cân ile “amin amin Ya Rabbi, evet biz de O’nun istediği gibi isteriz” dedi. İşte Allah katında, kulun Rabbinden duâ ile dilemesi, bülbülün İlâhi nağmelerle şakıması gibidir.

***

ŞU SEHER VAKİTLERİ YOK MU!..

Özellikle, "Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl/Kur'an oku; bir de sabah namazını... Çünkü sabah namazı/okuması şahitlidir.” (İsrâ/78)

Sabah namazı vaktini abdestli beklemek…

O çok özel ve ayrıcalıklı vakitlerde, Cenab-ı Allah’ın kendi Zâtını, melekleri, rûhanî ve nûranî mahlûkatını şahit kıldığı o mübarek vakitlerde yapılan okumalardan hâsıl olan/olacak mânevi hazzın ve lezzetin tarifi, edilen/edilecek duâların reddi mümkün olabilir mi?

Ve sünnet-i seniyeden, onu en parlak haliyle yaşayan sahabelerden ve onların Kur’an’ın medh-u senasına mazhar olan meslek ve meşrebini bu asra taşıyan Muazzez Üstâd-ı Muhterem Bedi’üzzaman’dan daha nice güzel misaller...

Şu arsız nefs-i emmârelerin kulağını büküp Kur’an’ın hükümlerine boyun eğdirerek sâlih amellerle ıslâh ve terbiye etsek, Allah'a iman ve ibadet etmenin lezzetini hazzını yaşatabilsek, ahhh bir edebilsek!..

Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.” (En’am 132)

Yukarıdaki ayetin beyanıyla, her amel ve ibadete ihlâs ve samimiyet nisbetinde dereceler ve mertebeler vardır. Kur’an-ı Hakim’e ve hakikatlerine hizmet eden ve ihlâs sırrı hizmetlerinin esası olan nur talebeleri ilmin, imanın ve marifetin en yüksek mertebelerine, en kıymetlisine ve en lezzetlisine muhatab oldukları gibi, bu nimetlerin şükrünü eda edebilmek bakımından amel ve ibadetlerin de en sâfisini, kıymetlisini ve kabûle karin olacak keyfiyette yapmaları yakışır.

Ya Rabbi, mübarek kıldığın ve iklimine girdiğimiz üç aylar hürmetine ibadet ve duâlarımızı kabul eyle, red edip geri çevirme. Amin...

Şu çok yaman hallerine şahit olduğumuz helaket ve felaket asrında eğer dualarımız da yok ise...

Artık Allah korusun!!!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum