Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Sultanlığımızın farkına varmalıyız!

İşte bu sabah yine uyandım. Sultan Parkında bülbüller, serçeler koro halinde veya solo şakıyorlar. Ben de gece vücudumdan ayrılan ruhuma tekrar kavuştuğumu düşündüm. Ellerimi, ayaklarımı yine kullanıyorum. Gözlerim görüyor, kulaklarım duyuyor. Nefes alıyorum. Ellerim her şeyi hissedip algılıyor. Bütün organlarım yine tam ve sağlam Elhamdülillah. Benim de şükretmem, şakımam gerekmez mi, diye düşündüm!

Yıllar önce bir belgeselde, kulaklarındaki ciddi bir eksiklik sebebiyle hiç ses duyamayan bir üniversiteli kızın ameliyatını seyretmiştim. Bir kubbe gibi olan ameliyathanenin üstünden başka doktorlar da bu yeni uygulamayı seyrediyordu. Galiba iç kulağa, teşekkül etmeyen çekiç, örs, özengi kemiği yerine bir yeni cihaz yerleştirip beyinle ilişkisini sağlamışlardı.

Kızcağız, kulağına monte edilen cihaz açılıp da ilk sesi duyunca gözlerinden yaşlar akarak bağırmaya başladı! Kendi diliyle adeta haykırıyor, feryad-ı figan ediyordu. İlk defa ses duyuyordu! Çok ama pek çok heyecanlanmıştı. Adeta ayakları yerden kesilmişçesine, işi o kadar ileriye götürdü ki başına bağlı bazı tel ve boru gibi şeyleri kopardı, bağırarak dans eder gibi bir halde dönmeye başladı. Bütün seyredenler de onunla birlikte ağlıyordu.

Ben de odanın ortasına fırlayıp bağırarak ağlamaya başladım. Evdekiler şaşırdı. Korktular. “Yahu ben 50–55 yıldır sesleri bütün incelikleriyle duyuyorum, neden heyecanlanmadım şimdiye kadar…”  diye ağlamaya başlamıştım. Sesleri duymanın lezzetini hiç o kadar anlamamıştım. Demek bu nimetin farkına varmamışım, diye kendimden utandım.

Sonra bir zaman Kuyualan Mahallesindeki evimin bulunduğu apartmana girince merdiven lambasını yakmadan 4.kattaki dairemize karanlıkta çıkmayı denedim. Görmenin ve ışığın nimetini daha iyi idrak etmek için defalarca yaptım bunu. Ta ki bir defasında başımı bir yere çarpıp yaralanınca bıraktım bu fiili empati seanslarını. İnanın, bu garip halimin gözümün nimetiyetini daha iyi anlamama çok katkısı oldu.

Bir sefer de Buca Kabristanına bir arkadaşımın vefat eden annesinin defni için gittiğimde, çamurda düşüp sağ el bileğimi kırmıştım. Çok uzun süre elimi kullanamadım. Lastikli pantolon bile yaptırdım. Çünkü normalini kendi başıma giyemiyordum. Yemekte, su içmekte sol elimi kullanamadığım için çok zorlandım. Yazı yazamamak beni adeta çıldırtıyordu. Elimi bile yıkamak ancak başkasının yardımıyla mümkün oluyordu. Bu arada eski oturduğum mahallede karşımızda kolları olmayan, elleri omuzunda bir kızı ağlayarak hatırladım, uzun süre kurtulamadım onu düşünmekten. Acaba o nasıl yaşıyor deyip sık sık gözyaşlarıyla ellerimi kollarımı sevip halime şükrettim.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu tarz düşünmeyi, “Nimetten, in’ama geçmek; mün’im-i hakikiye ulaşmak” gibi bir formülle anlatır. Nimetlerle muhatap olurken, yerken, içerken “Zikir, Fikir, Şükür” üçlüsünü nazarımıza verir. Ben evimdeki yemek masasında bunu küçük bir levhacık olarak bulundururum! Yakınlarımın kızmasına, beni hafife almalarına rağmen istikrarla bu levhayı okur, gereğini yapmaya çalışırım.

İşte bugün yine kahvaltıyı ben hazırladım. Bu levhayı gayr-i ihtiyari okuyunca dikkat kesildim. İşte kızarmış ekmek mis gibi kokuyordu. Buğdayı, onun kolayca tozlaşmasını, arıların bu safhadaki vazifelerini, havadaki gaz miktarlarının hassasiyetle korunmasını, planktonlardan taa yağmur ormanlarına, bizim ve hayvanların atığı zehirli gaz olan karbondioksiti bitkilerin fotosentezde ana madde olarak kullanıp bize oksijen sunduğuna kadar zihnimden geçirdim. Hatta hanımıma yavaş yavaş anlatmaya çalıştım, dile getirdim. Alçak ve yüksek basınç merkezleriyle hava akımlarını meydana getiren Rabbime şükrettim. Yoksa o tozlaşma olamayacak, ekmek yiyemeyecektik. Ateş de aklımdan geçti. Suyla hamurun oluşması ve bakteri ordularının ölerek mayalanmayı sağlaması da elbette unutulamazdı.

Şu karşımda duran peynir için inek, koyun denen canlı fabrikaları yaratan Rabbimi düşününce çok daha heyecanlandım. Kendimin sultan olduğunu yine anladım. Benim için bu hayvanlara otu ete çevirten; kanla fışkı ortasından ab-ı hayat gibi o tertemiz sütü çıkaran Rezzak’ıma birkaç damla gözyaşıyla ta kalbimin derinliklerinden şükrettim. Hele kolordular halinde, gözle görülmeyen, maya diye geçiştirilen bakterilerin benim için hayatlarını ortaya koyup, ölüp, peyniri oluşturmada vazife yapışı, beni daha da sarstı. Yeminle, peynirin lezzeti arttı. Ağacın bütün unsurlarının meyvesi için çalışması gibi; Kâinattaki bütün varlıkların, sanki benim için çalıştığını daha iyi anladım, hatırladım. Şarklılar bile 7–8 çocuk sahibi olmayla kifayet ederken, zeytinin binlerce yavrusunun sadece neslini devam ettirmek için olamayacağını idrak ettim. Hele içindeki yağı, ağaç hiç kullanmadığından o harika zeytinyağına biraz da kekik atıp öyle bandım ki kendimi cennetlerde hissedip, bizzat benim Sultanlığıma lütfedildiğini fark ettim.

Ya bal? Damla damla toplanışı, çiçeklerin ultra viyola ışık yayıp sadece arılarda olan bu ışığı algılayıcı göz hücreleriyle kolayca onlara ulaşmalarını, yavruları olan kurtçukları her gün 1.100 defa beslemelerine rağmen, açıkça kovanları balla doldurup zehirli böcek olarak hizmetimizde görevlendirilmesi beni çok etkiledi. Bu sebeple bilhassa köyde pek çok arının rahatsız edercesine etrafımızda olmasına rağmen, onlara vazifeli askerler olarak bakar asla zarar vermem.

Tereyağı, kızarmış ekmekte bir ayrı rayiha yayınca zihnim bu sefer ona yöneldi. Bu da yeryüzüne sultan olarak gönderilen bana göre yaratılmıştı sanki. Anne göğüslerinden yavrulara da inanılması zor bir mucize olarak gönderildiği halde sütün, sathi nazarlarda 2-3 liralık bir sıvı olarak görülmesinden utandım. Büyük bir lezzetle tereyağlı ekmeğin ağzımdaki lezzetini, imanla daha da artırarak gezdirmeye devam ettim. Çayı içtiğim, Manisa Bardağı dediğimiz o çay bardağının camdan oluşu bize ayrı bir lezzet kazandırıyordu. Hatta kayınvalidemin yanına Seferihisar’a bile o bardaklardan birkaç tane götürmüştük. Oralarda da ancak onlarla lezzetli çaylar içeriz. Fakat adi gördüğümüz kumdan camın teşekkül ettirilişi idrakime yansıyınca vallahi camdan da büyük lezzet almama vesile olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Sultanlığım, insan olarak hepimizin sultanlığı, kalp ve ruhumda iyice belirgin hale geldi. Domatesi, salatalığı ve diğerlerini anlatmak uzun sürer, sizi sıkabilirim. Ama bütün bunlardaki gıda unsurları, vitaminler, mineraller, protein, karbonhidrat vb isimlerle yâd edilen maddeler asla es geçilemeyecek kadar önemli. Herkes onların kıymet ve fonksiyonlarını elbet bilir, bilmesi lazım. Bu şuursuz varlıklar bizleri, ihtiyaçlarımızı, bu kadar ince şeyleri düşünülebilir mi? Düşünse, yapabilir mi? Yapsa bu maddeleri bütün dünyadan toplayabilir mi, bulundurabilir mi?

Ne kadar kıymetli bir sultanmışım, sultan edilmişim, şaştım bu lütfa! İçimin derinliklerinden, ruhu cânımla Bismillah diyerek, farkındalığımı ilan edip bütün bunlarla öyle muhatap oldum. Bunları hatırlayıp tefekkür ederek kulluğumu gerçekleştirmeye çalıştım. Lezzetlerimi artırdım. Vallahi kendimi cennetlerde hissettim. Ve bunun fıtri tezahürü olarak Rezzak-ı Hakikiye şükrettim.

Tost makineme, elektriğe, demire, suya, çaya, bunları algılayan ağzıma, dilime, çiğnemem için çenemden çıkarılan o dişlerime, tükürük bezlerime, midemdeki uygun asitlere, burnuma, ellerime, parmaklarıma bir başka türlü baktım artık. Kanıma geçen gıdalar, hücrelerime kadar kolayca taşınması, onlardan istifade etmem için kâinatın önüme sofra olarak mucizane serilmesine nasıl şükredilir diye telaşa düştüm. Fakat 24 saatten bir saatini ayırdığım namaz ve “zikir, fikir, şükür” formülü beni hemen rahatlattı. Hatta bu manaların modern anlamda kulluk olduğunu tam anlamıyla idrak ettim, diyebilirim.

"Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin nümunelerin ve gölgelerin asıllarını, menba'larını göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına celbet. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb'îd ile tazib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu muti raiyetini başı boş bırakıp i'dam etme." (Sözler, 86)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum