Şeytanda oyun bitmez!

Hasan Mürsel'in yazısı

Evinden çıkıp çarşıya doğru gidiyordu. Kalabalık bir caddede uzunca bir yolu vardı. 360 derece her yanda ahir zaman manzaraları "bana bak gel-gel" yapıyordu. Aklına geçen gece gördüğü rüyası geldi.

Rüyasında bir odada bulunuyordu. Kanepe gibi bir yerde oturuyordu. Sağında Ömer (ra) solunda ise Hz. Peygamber (asm)  oturuyordu. Hz. Ömer' i görüyor Hz. Peygamberi (asm) sadece hissediyordu. Sonra karşılarındaki bir tülün arkasından kadınların geçtiğini görüyordu...

Rüyasının şöyle bir anlamı olabilirdi. Açık saçıklara bakışını düzelt. Gözüne sahip çık!

Bu rüyayı hatırlayınca kendine geldi. Azim ve kararlılıkla yola devam etti. Ahbabı olan bir sahaf dükkanına uğradı. M. Feyzi Pamukçu abinin fikir ve konuşmalarını anlatan bir kitap takımını verip başka kitaplar alacaktı. Çünkü bunları okumuştu. Müdür bir dostu okul kütüphanesine koymak için söz verdiği halde caymıştı. Hikayenin sonundaki belada bu kitap değiştirmenin etkisi var mı diye düşünmeden edemiyordu.

Sahaf kitapları görünce esmer bir adamken simsiyah oldu. Kim bu adam deyince kısaca anlattı rahmetli Pamukçu abiyi. Başka kitaplar da götürmüştü. Maksadı değiş tokuş ve sattığı kitap parasıyla başka kitaplar almaktı. Sahaf Ahmet Ispartalı, emekli bir assubaydı. Yıllardır kitap işi yapar ve tanışırlardı. Bu kitapları kimse almaz, para da etmez dedi Ahmet. Adam şaşırdı fakat bir anlam veremedi. Bu konuşmaya son anda biri daha dahil oldu. Bu biriyle tanışmadıkları halde söze girişi sert ve küçümser haldeydi. Adamın jetonu burda düştü. Bu da assubaymış.

Ortamın bozulması için Üstad'ın adı yetmişti. Meğer sahaf Ahmet Üstada çok tersmiş. Anlayışlı ve Isparta'lı olunca anlamamış.

Bu şaşkınlık ve gerginlikle Murat Paşa Camii'ne yöneldi. İkindi namazına uzun, koyu esmer bir adam ve çocuğuyla girdiler. Adam tanıştı ve çocuğu tebrik etti. Adam Etyopya'lı (Habeşistan) imiş. Hemen Necaşi'yi hatırlattı. İngilizce sünnet yolu risalesini takdim etti. Adam önce inceledi ve cebine koydu. Adam tahsilli birine benziyordu.

Namazdan sonra Habeşli ve oğluna yemek-çay ısmarlayacaktı. Cebine el attı parası bitmişti. En yakın matikten çekmeyi düşünürken Habeşlinin karısı ve kızı da camiden çıkıverdi. Adam rahatladı. Aileye birden yakın olması uygun düşmezdi. El sallayarak ayrıldılar.

Camiden eve doğru yollanırken esmer bir Kırgız gençle burun buruna geldi. Hava soğuk olduğu halde genç fanilayla dolaşıyordu. Tanıştı ve adının Maksat olduğunu öğrendi. Aç mısın dedi. Yok dedi işsizim. Hemen inşaatçı arkadaşını birkaç kere aradığı halde ulaşamadı. Sonra yakındaki Kırgız kahvesine uğrayıp çay içerek sohbet ettiler. Türkçesi çok zayıf ve sanki psikolojik gibiydi Maksat... Telefonlarını aldılar birbirinin. Adam cebine para sıkıştırdı ve kucaklayıp ayrıldılar. Ters yönde yürüyorlardı.

Eve gelmeden mahalle camiine yöneldi. Hocanın işi çıktığı için ondan akşam namazını kıldırmasını istemişti. Namaz kılanlardan biri de camii tuvalet görevlisiydi. Önceden tanışıyorlardı. Şizofren olduğunu söyleyen temiz yüzlü sakallı camii cemaatinden biriydi Haldun. Tutunamayanlardan bir adamcağızdı. 40'lı yaşlardaydı.

Namazdan sonra abi ben bıçaklandım dedi. Kim bıçakladı?  Abim. Ama haklıydı, abim haklıydı deyip duruyordu. Sonra koltuk altındaki yarasını gösterdi. Çok kan kaybettim çok diye elini uzattı. Bak ellerim ne kadar soğuk diye ellerini uzattı.

Hakikaten elleri buz gibiydi. Haldun'a ciğer yemesi gerektiğini söyledi. Haldun tuvaletten kazandığını söyledi bir kaç demir parayı gösterdi. Ayrıldılar. Adam eve geldiğinde oğlu ve eşi köfte yiyorlardı. Adam patetes soğandan bir iki aldı. Kendi payının paketlenmesini istedi. Eşi köfteyi paketledi. Oysa kendisi en son ne zaman köfte yediğini hatırlamıyordu o an düşününce.

Tam çıkacakken öğlen getirdiği kasaplık malzemenin dolaba henüz konmadığını gördü. İşte ne olduysa o anda oldu. Eşine malzemeyi niye dolaba koymadığını sordu. O da sertçe bu havada kokacak mı sanki dedi. Adam da aynı sertlikte kokutarak yemeye alışkınsın zaten deyiverdi. Eşi çıldırdı açtı ağzını yumdu gözünü. Vallahi bu etleri dolaba koymayacağım dedi. Adam da vallahi etleri dolaba koyma seni öldürürüm deyiverdi. Dediğine kendi de şaştı ve pişman oldu. Ama iş işten geçmişti. Bereket oğulu dışarı çıkmıştı. Adam hemen tövbe etti. Yemeği besmelesiz mi yedim diye düşündü. Yoo besmele çekmişti. Gelirken avanstan para çekmişti. Acaba bundan mı dedi. Zaman zaman bunu da yapıyordu. Allah Allah ilk defa başına böyle bir şey gelmişti. Ortalığa çıngılar saçıldığını çok net şekilde hissetti. O an şeytanın etkisi sanki kanında dolaşıyordu. Eşinin yüzüne baktı onun da gözünde çakan kıvılcımları gördü. Yatsıya yetişmek için evden adete kaçtı. Bu şeytanın bir oyunu deyip duruyordu. Bu söze takılıp kaldı. Bu şeytanın bir oyunu. Bu şeytanın bir oyunu.

Haldun başka bir camiye gitmiş. Namazdan sonra camide buluştular. Köfte paketini verdi. Çok sevinmişti. Haldun'a kitap okumayı seviyor musun dedi. Seviyorum deyince Hastalar Risalesini çıkarıp verdi. Ayrıldığında aklında yemini ve şeytan vardı. Derken birden aklına eti eşiyle beraber tutuşup dolaba koymak geldi. Bu güzel ve doğru bir çözümdü. Bir şey daha ferahlattı. Eti dolaba bu gün koymak da şart değildi. Olmazsa durumdan habersiz oğluna rica edebilirdi. Oğlum şu eti benim için dolaba kor musun? Oğlu tuhaf tuhaf bakacaktı ama ne önemi var. Bu düşüncelerle son derece rahatladı. Mutfağa baktığında et yerinde duruyordu. Ama öfkelenmedi.

Bıçak sırtı bir tehlikeden dönmüştü. Medyadaki bir çok olay böyle oluyor demek ki dedi. Kimseyi ayıplayıp yadırgamamak lazım. Şeytan resmen sağdan saldırmıştı. Allah'ın yardımı olmasa ne olacağını hayal bile etmekten ürperiyordu.

"Şeytan insanın damarındaki kanın dolaştığı gibi dolaşıyordu. Eliyaüzü billah."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.