B. Said ÇİFTÇİ

B. Said ÇİFTÇİ

Seni gidi üniter yapılı seni!

Evrende, varlıkların türleri ve cinsleri açısından çokluk, Yaratıcısı ve yönetimi bakımından birlik vardır. Her türden varlık tabiatta öylesine bir intizamla serpilmiş ve öylesine bir dengeyle dağıtılmıştır ki yönetimi, denetimi, bakımı, iaşesi, müdafaası hatasız ve kusursuz; tek kelimeyle muhteşemdir. Böyle muhteşem bir yönetim sistemi Tek Bir Zatın Kudret kaleminden çıkmış, “çoğulculuk içinde birliktelik” bir görünüm sunmaktadır bize. Bediüzzaman bunu “Kâinatta kesrette vahdet vardır” şeklinde ifade eder.

Siyasal yönetim biçimlerini evrendeki söz konusu cari olan sistemlere yaklaştıran veya uyumlu hale getiren toplumlar da sosyal hayatta başarılı beşeri sistemler kurmuşlardır. Bu gerçeği Bediüzzaman “Hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvâfık hareket etmezse, hayırlı işlerde, terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi, şer ve tahrip hesabına geçer.” Şeklinde ifade etmektedir (22. Lem’a).

Bir insan farklı farklı, çeşit çeşit gıdalarla beslenip, bu farklılıklardan ve çok farklı hücrelerden veya zerrelerden teşekkül edip insan olması da yaratılışın kusursuzluğunu ve çoktan bir tek şeyi, bir tek şeyden çok şeyleri Yaratan bir Kâdir-i Zülcelal’i işaret etmektedir.

Farklı ve çoğulcu bir bedene sahip olan bireylerin oluşturduğu toplumların da “Bir” şeklinde gözükmesi gerekir. Toplumlar, ülkeler ve insanlar bu kadar farklılaşmasına, çoğulcu olmasına rağmen yine de sadece “insan” dır. Zaten insan türü “Âdem” isimli ilk insandan türemedi mi? Biz Bir’den gelmiştik ve yine ona dönmeyecek miyiz? “Her birliği olan Bir’i işaret eder” sırrınca, insan türü de ne kadar farklılaşsa farklılaşsın, ne kadar çok çeşitli olduğunu iddia ederse etsin, tüm insanlar insaniyet bakımından, tüm inananlar da iman yönünden birdirler. Kur’an’daki “İnananlar kardeştir” ile “One nation under God” (Allah’ın himayesinde tek millet) cümlesi bize birçok mesaj veriyor aslında.

Şimdi böylesine bir dünya hayatı ve evrensel gerçekler ortadayken, kalkıp yer yurt kavgasını vermek niye? Mülk suresinin 15. ayetinde “Allah yeryüzünü sizin emrinize vermiştir. Yeryüzünde gezin dolaşın ve rızık olmak üzere verdiği şeyleri elde ederek istifade edin” buyuran Cenab-ı Hak biz insan türüne ne de cömert davranmış ve bizim “vatan” diye isimlendirip kendimizi dünyanın diğer nice nimetlerinden mahrum ettiğimiz bir toprak parçasıyla sınırlandırmamıştır.

Şimdi bakıyorum da çoğulculuğa kapalı, ulusçuluk gibi tek cins bir ırktan oluşan bir devlet oluşturmak ve bunu savunmak evrendeki çoğulluk içinde birlik kuralına ters değil mi?

Evet.

Peki, böyle bir devletin ulus-devlet olarak kalması mümkün mü?

Hayır.

İnsanlar, kendi kurdukları devletinden, “yönetim, denetim, iaşe, müdafaa ve istihdam vb.” konularında hukukun işlemesi ve adaletin sağlanması bakımından memnunsa bölünmesini ister mi?

Elbette istemez.

Bu anlamda “Devletin ülkesiyle bölünmez bütünlüğü” mantıklı olabilir. Ama kalkıp da “milletin bölünmez bütünlüğü” nden dem vurulursa bu evrendeki sibernetik” kuralına ters düşer. Çünkü türdeş olanların her alanda, her işte, her mizaçta, her kültürde değil, ortak bir savunma mekanizmasında birlikleri mümkün olabilir. O da savaş-kavga gibi zor zamanlardaki birliktir. Yoksa kalkıp da farklı ırklardan, dinlerden, kültürlerden, mezheplerden ve mizaçlardan, farklı sevgi ve nefret duygularından, farklı medeniyetlerden gelen insanları “milletin bölünmez bütünlüğü” diye nitelemek “monolitik” olmak demektir. Oysa “monolitik” olan milletler zayıf genli olurlar ve onlar medeniyet kuramazlar. (Osmanlı devletindeki gen zenginliği buna bir örnektir. ABD ise her yıl 55.000 farklı dünya ırkını kendi vatandaşı yaparak “gen havuzunu” zenginleştirme politikası izliyor. Neden dersiniz?)

Böylece ulus-devlet demek alt-kimlikleri inkar etmek suretiyle demokrasiye rahatça engel olabilen diktatoryal bir devlet türü demektir.  

Bu ırkçı yaklaşım siyasi otoriteden ve istibdattan etkilenmeyle mi ortaya çıkıyor nedir, birçok hizmet gruplarında, cemiyetlerde ve hatta cemaatlerde bile görülebiliyor. Evrendeki yapıya ters düşen kim olursa olsun dünyadayken filcümle cezasını görüyor. Farklı düşünce ve farklı yaklaşımları hazmedemeyen insanların yönettiği hizmet gruplarının da, bu yanlış hassasiyet sebebiyle üniter yapıları gün gelip bozuluyor.

Sonuç: Her şeyin başı Hak’ kın hukuk tabanlı adaletli evrensel yönetimine uyumluluktan geçiyor.

"Sefâlet derelerinin esfel-i sâfilînine (dipsiz derinliklerine) insanı tekerlendiren ve âlem-i İslâmiyet'i zillet ve sefâlete düşürttüren ve ağrâz ve husûmeti (kişiler ve toplumlar arası provoke kötülükleri ve düşmanlıkları) uyandıran ve İslâmiyet'i zehirlendiren, hatta her şeye sirâyet ile zehrini atan, o derece ihtilâfâtı (fitneleri) beyne'l-İslâm (islam arasında) îkâ edip (gerçekleştirip), Mûtezile, Cebriye, Mürcie gibi dalâlet (ehl-i sünnet dışı) fırkalarını tevlid eden (doğuran), istibdattır. Evet, taklidin pederi ve istibdâd-ı siyâsînin (yönetsel diktatörlüğün) veledi olan istibdâd-ı ilmîdir (bilim dünyasındaki baskıdır) ki, Cebriye, Râfıziye, Mûtezile gibi İslâmiyet'i müşevveş eden (fitne tohumları saçan) fırkaları tevlid etmiştir.” (Münazarat, 22)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum