Sayın Başbakanım! İki dakikanızı bu yazı için ayırır mısınız?


Aziz Başbakanım!

Sizi hürmetle, muhabbetle selamlıyorum.

Bu vatanın hamiyetperver bir genci, bir kardeşiniz olarak vatanımızın bekası, milletimizin sulh ve selameti için size bir iki meselede haddim olmaz belki ama tavsiyede bulunmak istiyorum.

Son günlerde Taksim hadiseleri ile başlayan ve bir anda toplumumuzda kaosa ve huzursuzluğa sebebiyet veren malum mesele ile ilgili size bir öneride bulunacağım.

Kıymetli Başbakanım;

Ben, Türkiye’nin en karanlık dönemlerinde bile anarşiye, komünizme, Bolşevik baykuşlarının seslerinin en gür çıktığı ortamlarda, şer odaklarına karşı müspet hareketle asla boyun eğmeyen, asrımızın en büyük âlimlerinden Bediüzzaman’ın okuyucularındanım.

Bediüzzaman; Meşrutiyet’i, İttihad Terakki’yi ve Cumhuriyet’i yaşamış, ömrü harp meydanlarında ve memleket zindanlarında geçmiş büyük bir kahraman…

Aynı zamanda Kur’an’ı Hâkim’i asrımıza en uygun şekilde tefsir eden ve de insanlık onurunu yüceltmek için dünyasını feda edip talebeler yetiştiren bir müfessir, bir üstad…

Siz de zaten yakinen çok iyi biliyorsunuz.

Muhterem Efendim;

İman ve küfür muvazenesi insanlığın var oluşundan beri vücud buluyor. İnanç ne kadar terakki ederse inanın küfür de, zulüm de o kadar varlığını hissettirecektir.

Eminim hepimiz aynı şuuru taşıyoruz.

Ve biliyoruz ki her hadisenin perde arkasında görünmeyen güzellikler keşfedilecek, her şerrin sonunda mutlaka ama mutlaka hayırlar neşvü nema bulacak.

Ve yine biliyoruz ki; beşer zulmettikçe kader de adalet edecektir.

Efendim;

Türkiye Cumhuriyet’inin sancılı kuruluşundan 1950 yılına kadar, karanlıklı bir dönem geçirdik. Birinci Cihan harbinde ecnebilerin bize zulmünden daha tesirli, daha kalıcı ve de daha tahrip edici bir baskıyla karşılaştık.

Süfyanizmin sivri pençeli kurdu adeta içerden kemiriyor, bizi parçaladıkça parçalıyor.

Halk partisinin tek parti rejimi olarak hükmettiği, şeflik döneminin en çirkin dönemini yaşattığı, gavurun silahından daha tesirli silahların kullanıldığı bir dönemdi aynı zamanda.

Demokrasi rafa kaldırılıyor, hak ve özgürlükler elden alınıyor, kendisine aykırı görünenler cezalandırılıyor, âlimler asılıyor, Kur’an yasaklanıyor, ezan-ı Muhammedi Türkçeleşiyor…

Bediüzzaman’a ise türlü türlü ithamlarda bulunuluyor; Kürtçülükle, bölücülükle, irtica ile akla hayale gelmeyen her şeyle yargılanıyor.

Halbuki o mübarek “benim dünya ile alakam yoktur, davam ahiret içindir, iman kurtarmaktır” diyor.

Buna rağmen Halk partisinin insanı ötekileştiren politikası ile Bediüzzaman; kasaba kasaba, zindan zindan dolaştırılarak, türlü türlü eziyetlere maruz bırakılıyor.

Lâkin statükonun bu baskıcı tutumuna mukabil, Bediüzzaman hem kendi tabiri ile “müspet hareket” yolunu seçiyor, talebelerini asayişi temin etmesi için defalarca tembih ediyor hem de davasından asla taviz vermiyor.

İlginçtir ki, bu zulmü yapanlara da “hakkımı helal ettim” diyor.

İşte böyle bir karanlık dönemden sonra bir bahar mevsiminde, bir Mayıs ayında Demokrat Parti ve merhum Adnan Menderes ezici çoğunlukla iktidara geliyor. Tıpkı sizin gibi.

Merhum Menderes ve iktidarının en büyük gayesi; toplumun en çok ihtiyaç duyduğu demokrasiyi, adaleti ve bağımsızlığı tamamiyle hayata geçirmekti.

Nitekim onun döneminde refah seviyesi yükseliyor, ekonomi katlandıkça katlanıyor, halkın talepleri karşılanıyor, demokrasi ve adalet vurgusu günden güne yükseliyor, Muhammedi ezanlar aslına dönülüyordu…

İşte böyle bir bahar havası yaşan ülkemizde Bediüzzaman, her ne kadar da icraatlar yükselse de demokratlara dikkat etmeleri hususunda tekinlerde bulunuyor.

Zira  “Aç canavara karşı tahabbüb (sevgi), merhametini değil, iştihasını açar; hem de diş ve tırnağının kirasını da ister” diyor, Bediüzzaman

Bu sebepledir ki, merhum Menderes olmak üzere bütün demokrat partililere çeşitli mektuplar gönderiyor, onları halk partisinin çeşitli entrikalarla düşüreceğini defalarca belirtiyor.

Bediüzzaman Tarihçe-i Hayat adlı kitabında Demokrat Partililere 1950’li yıllarda aynen şöyle sesleniyor: “Eski devrin belli başlı şiârı malûmdur. Demokratlar, bekalarını temin etmek isterlerse, tamamıyla bu şiâra karşı bir siyaset takip etmeleri icap eder. Bir taraftan komünizme karşı mücadele, diğer taraftan din ve din ehlini himaye. Açıkça ve mertçe bu yolda yürümek mecburiyetindedir. Bu hususta göstereceği en ufak bir zaaf, yahut en ufak bir samimiyetsizlik onu halkçıların çukuruna düşürür.

İşte, Sayın Başbakanım; Bediüzzaman’ın merhum Menderes’e gönderdiği bu çağrıyı aynen ben de size iletiyorum.

Ülkemizin bekasını temin için gayret gösteriyorsunuz, bu gayretinizi boşa çıkarmamak ve anarşizm çukuruna düşmemeniz ve de Bolşevik baykuşlarına yem olmamanız için açıkça, mertçe, taviz vermeden, ihlâsınızı zedelemeden o yolda yürümeniz lazım ve elzemdir.
Son arzumda şudur ki; her seçim arifesinde yaptığınız sloganların ve şarkıların büyük önemi var. Seçimlerden çok bu slogan ve şarkılar konuşuluyor.

Geçirdiğimiz bu toplumsal travmaya mukabil gelecek seçim için sloganınızı “Bizler muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” sloganını seçmenizi öneriyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum