Sanat eserinin ruhu ve kimliği olur

Sanat eserinin ruhu ve kimliği olur

Sanat eserinin ne olup olmadığını hat, ebru, minyatür, sedef ve çini ustalarına sorduk

Eser nedir? Usta kimdir? Eser, ustanın, hakikatli sanatkârın elinden çıkar… Ve asırlar sonrasında sarkaçlanır. Usta, sanatının geleneğine ve geleceğine sahip çıkar. Mimar Sinan ustadır, eseri Süleymaniye’dir, Selimiye’dir… Usta, Necmeddin Efendi’dir, eseri, göz nuru döktüğü levhalardır, teknesinden çıkan ebrulardır, eseri, yetiştirdiği talebelerdir, Ali Alparslan’dır, Mustafa Düzgünman’dır.

Eserin bir ruhu vardır. O ruhu, Hamid Aytaç ketebeli bir hilyeye baktığınızda ‘mim’lerin gözünde, ‘elif’lerin zülfesinde görürsünüz. Ustanın eseri özgündür ve eserine ruhunun güzelliklerini yansıtır. Çünkü sanat ve estetik ruhun derinliklerinde beraberdir.

Eserdeki ruhu Rüstempaşa Camii’nde görürsünüz, mihrap duvarında el-ele tutuşan çinilerin mavisinde, yeşilinde, lacivertinde çini ustasının, bugünün ve gelecek neslin irfan sahiplerine yazdığı naif mektubu okur gibi olursunuz.

Bu dosyamızda ustalara “Eser nedir? sualini tevcih ettik. Eserin ne olup olmadığını hat, ebru, minyatür, sedef ve çini ustalarına sorduk. Gözündeki çapağı görenlerin kendilerini mandıracı zannettiği bir dönemde hakikatli ustaların rehberliğine ihtiyacımız var çünkü. Ebru teknesinden birkaç yıl ebru çıkaranlar kendilerini üstad ebrucu yerine koyoyor, iki yıl meşkin ardından hat talebeleri, meşklerini sanat eserliğine terfi ettiriyor.

Başka bir dosyada üstadların dilinden “Usta kimdir?”in cevabını dinleyeceğiz inşaallah.

ESERİN RUHU VE KİMLİĞİ OLUR

Alparslan Babaoğlu (Ebrucu)

Ülkemizde bugün geldiğimiz noktada gelenek, klasik, sanat ve sanatçı tanımlarının içleri bilerek ya da bilmeyerek boşaltılmış durumda maalesef. Kendisini “geleneklerine bağlı bir yenilikçi olarak tanımlamak” ya da “bir ayağım gelenekte diğer ayağımla yenilikler arıyorum” şeklinde söylemlerde bulunmak her gün karşılaştığımız şeyler. Bu kavram kargaşasında insanımız neye klasik, neye gelenekli ya da neye sanat eseri diyeceğini bilemez duruma düşürülmüş.

Ortaya konulan bir ürünün “eser” olarak nitelendirilebilmesi için bir takım hususiyetlerinin olması gerektiği aşikar. Bunu en güzel kutb-ün nayi Niyazi Sayın Hocam’ın “Hocam musikide sanat nedir ?” sorusuna verdiği “musikide sanat, iki ses arasındaki manevi münasebettir” cevabı ile anlatmak mümkün.

Hüsn-i hat’ta harfler arasında, ebruda renkler arasında bir manevi münasebet tesis edilemediyse ortaya çıkan üründe sanat aramak dolayısıyla bunlara eser demek abesle iştigal bana gore. Sanattan söz edilemeyecek işler için eser tanımının kullanılması ise piyanonun tuşlarına rastgele basıp buna beste demekten farksız.

Bir şeyin eser olabilmesi için bana göre bir kimliğinin ve ruhunun olması lazım. Bunu da en güzel şu anekdot anlatıyor sanırım;

Cumhuriyetin ilk yıllarında müziğimizin tek sesli olduğu için batı müziği karşısında geri kaldığı vehminden hareketle bir armonik yani çok sesli Türk müziği konseri tertip edilir. İsmini hatırlayamadığım aydınlarımızdan birisi kendisi gibi entellektüel bir arkadaşını bu konsere davet eder ve çıkışta sorar;

“Üstad nasıl buldun konseri ?”

Cevap bugün eser olarak isimlendirilen ancak bir şeyleri eksik olan ürünlerin durumunu çok iyi açıklar.

“İyiydi de üstadım papaz efendi cuma salası veriyor gibiydi. ”

‘ESER’ SANATÇININ YÜZYILLARA MİRAS KALACAK AYAK İZİDİR

Ayşe Özkan (Çini Sanatkârı)

''Eser'', yüzyıllarca kalacak bir ayak izidir sanatçının...

Tasarlamak ve hayal arasındaki gidiş gelişler sonucunda insanın bir çeşit kendini resmetmesidir ''eser''...

Çizip boyadığımız, inşa ettiğimiz her şey eser değil kuşkusuz. İmkanlar dünyasında bir sürü alet, edavat kullanarak ortaya eklektik bir şeyler çıkarmak zor değil. Geleneksel sanatlarla uğraşan kişilerin de kendilerini toplumun geçmişinden mücerret kılmaları bahsolunamaz..

Bir muhayyile, bir tasarım başlı başına değer üretiyor. İçinden geçtiğimiz dünyayı bir başka gözle tartıyor, bir başka gözle keşfediyoruz. Bu keşfin tetiklediği bir muhayyile, bu muhayyilenin beslediği bir tasarım var. Ortaya koyduğumuz ürünü sıradan bir şey olmaktan çıkarıp onu bir ''eser' olarak takdim edebilmek için; özgünlük, emek, dikkat, istisnai yönelim ve onun içine giydirilmiş, yedirilmiş bir anlam gerekiyor.

Dert yoksa anlam yok, anlam yoksa ''eser'' yok.

KLASİK SANATLARIMIZIN ÇIKIŞ NOKTASINI MÂNÂ OLUŞTURUR

Gülçin Anmaç (Nakkaş, Minyatür Sanatkârı)

Sanat eseri olarak değerlendirdiğimiz çalışmaların kendi döneminde bu payeleri almaları daha nadirdir. Üzerinden geçen onlarca ve yüzlerce yıllık süreçte, taşlar yerine oturduğunda bu eserler ve sahipleri yerlerini bulur. Bu süreci görmeye eser sahibinin ömrü doğal olarak yetişmez. Döneminde çok satar veya bilinir olup sonrasında bir değer atfedilmeyenler olduğu gibi, döneminde göz ardı edilip sonra kıymeti bilinen pek çok sanatçı vardır.

Sanatı, onun gelişme sürecinde beslendiği felsefe ve tarihi ile birlikte ele aldığınız zaman anlayabilir ve daha önemlisi anlamlandırabilirsiniz. İslam sanatına baktığımızda, doğayı olduğu gibi taklit eden realizmden kaçınmak ve nesneleri soyutlaştırarak ifade etmek en önemli özelliktir. Nesne yada figürleri aynen resmetmek yerine onları yorumlayıp stilize ederek tasvir etmeyi tercih etmiştir. Bu yönü ile İslam sanatı, manada demlenerek derinden yüzeye, gerçeklikten ise stilizasyona doğru yönelmiştir. Batı sanatında ilerleyiş ise yüzeyde derinliğe ve gerçeğe doğru gelişmiştir.

Klasik sanatlarımızın çıkış noktasını oluşturan mana, hocanın öğrencisini yetiştirmesinde asıl belirleyicidir ve yeni yetişen bireyin çıkış noktası, gelişecek el becerilerinden önce neyi niçin yaptığının bilincinde olmasıdır. Sonrasında gelen nasıl yapacağı konusu zanaat ve teknik bilgiyi kapsar ki, bu bölüm amaca hizmet eden bir araçtır. Günümüzde sanatlarımızın asıl çıkmazını bilgisizlik ve buna bağlı hedefsizlik oluşturmaktadır. Bunun sonucunda; işi öğretmek için en iyi dönemlerin eserlerinden taklid çalışmalar yaptırmak yerine kendi işlerini kopya olarak çalıştıran hocalar, kolaj olarak toparlanmış parçalarda en iyi işçiliğin sergilendiği birbirinin aynı olan işler, çok yerde ve bilinir olmanın kibriyle en iyi olduğunu düşünen zanaatkarlar, uluslararası alanda sıradan görülen özgün olamayan işler içerisinde kalıyoruz. Varılan nokta aşılmaz bir durum değildir, tarihimizde ve yüzlerce yıllık birikimin ardında yatan zenginliklerimizde demlendiğimiz zaman, önümüzde kendimizi sanat eserleriyle ifade edebileceğimiz sonsuz pencereler açılır. Sığlıklardan sıyrılıp derinleşmenin yolu kolay değil, önce her şeyi öğreneceğiz sonrasında ise unutup kendimizi ve aslımızı bileceğiz.

Mesut Dikel (Naht, Hat, Sedef ve Metal Oygu Sanatkârı)

Sanat, Arapça bir kelime olup, sana'a kökünden gelen "yapmak, üretmek" anlamında bir mastardır. Bu yapma ve üretme işi sıradan bir eylem değildir.

Başka bir tarifle onu, "insanların gördükleri, işittikleri, his ve tasavvur ettikleri olayları ve güzellikleri, insanlarda estetik bir heyecan uyandıracak şekilde ifade etmesidir" şeklinde açıklayanlar vardır. Bu tarife göre, bir yapıtın sanat eseri olabilmesi için, insan elinin emeği olması, güzel olması ve orijinal ve özgün olması, taşıdığı teknik unsurların en üst seviyede olması gibi şartlar aranmaktadır. İnsan eliyle yapılmış olan fakat insanda hayranlık uyandırmayan basit işler sanat sayılmamaktadır? Sıradan, herkesin yapabileceği bayağı işler sanat eseri sayılmayacağı gibi, bunları ortaya koyanların da sanatçı olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

Sanat kelimesi, zengin fakat o ölçüde karmaşık çağrışımlar yapan bir kelimedir. Bu kelime herhangi bir şekilde kulağımıza çarptığında; güzel sanatlar, resim, hattatlık, geleneksel sanatlar, müzik, mimarlık, heykelcilik, nakkaşlık, dekor, atölye, üslup, eser ve daha birçok kavram düşüncemizde canlanmaktadır.

Sanat bir düzen, bir ahenk ve bir disiplindir. Düzensiz ve ahenksiz sanat olmaz. Sanatçı denilince, düzenli, disiplinli ve prensipli kişi akla gelir.

Kainatta cereyan eden her olayı ve orada mevcut olan her varlığı, estetik bir mesaj olarak algılama bakımından insandan daha hassas bir varlık yoktur. Bu kaide normal her insan için geçerliyken, sanatçı olan veya sanat ruhuna ve anlayışına sahip olan insanların bu hassasiyeti çok daha fazladır. Bir sanatkar, içinde yaşadığı âleme bir aşk ve vecd adamı olarak, estetik bir anlayışla yaklaşır.

Sanat, sadece duygudan ibaret değildir. Onda, fikrin, tefekkürün ve aklın bütün çilesi vardır. Fakat unutmamak gerekir ki, sanat, ilimden çok ibadete benzemektedir. Bu durumu özellikle İslâm sanatkarlarında gözlemek mümkündür. İslâm sanatkârları aynı zamanda ya mutasavvıftırlar yahut da manevı zevklerden haberdardırlar.

Sanat eseri nedir?

Sanatçı tarafından bir estetik tavır sonucu oluşan bir eserdir. Her sanat eserinin bu nedenle estetik değeri vardır. Çünkü sanatçının kendine özgü duyguları, heyecanları, hayal gücü ve yetenekleri eserinde birleşmiştir. Sanat eserinin en önemli özelliği tek olmasıdır. Çünkü sanatçı eserini oluştururken oluşan duyguları ve hayal gücünü bir kez daha aynen yaşayamaz. Sanatçının ortaya koyduğu ve eserim dediği çalışmada ana kriterlerden biri de o yapıtın onu diğer benzer çalışmalardan ayıran özelilği, özgünlüğü, çalışmanın kalitesi, işçilik niteliği, malzemenin, tekniğin doğru kullanılıp kullanmadığı, zamana karşı dayanma süreci, diğer yapıtlarla arasındaki kalite seviyesi, eserim dediği çalışmanın o teknikteki başarısı, üstad sanatçıların eserleri ile mukayesesi gibi unsurları eklediğimiz zaman karşımızdaki çalışma bu nisbet ve kısasları yerine getiriyorsa eser, yapıt olma yolundadır. O yapıtı ortaya koyan kişinin sanat geçmişi, açtığı, katıldığı ulusal ve uluslararası sergiler, varsa ödülleri, seminer ve konferansları, yayın ve alanındaki makaleler, meslekteki tecrübesi, sanat alanında aldığı eğitim ayrıca hangi üstadlardan eğitim aldığı, yaptığı sanatın geleneğine ne kadar bağlı kaldığı gibi unsurlar kişinin sanatçılığının ve yapıtlarının değişmez kriterleridir.

SANAT ESERİNİN EN BELİRGİN ÖZELLİĞİ ÖZGÜN OLMASIDIR

Yard. Doç. Dr. Savaş Çevik (Hattat, Haliç Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi)

Bu konuda yüzyıllardan beri farklı görüşler, yorumlar ve tartışmalar süregelmiştir. Esasen, göreceli bir kavram olan bu gibi konularda kesin görüş ileri sürmek kanaatimce pek doğru olmayacaktır. Sanat eseri konusunda yapılan çeşitli tariflerin ortak yönlerini düşünürsek ve kişisel bir tarif yapmam gerekirse; ‘‘Sanat Eseri’ kişinin (sanatçı) iç dünyasını ve dünyayı yorumlayışını belirli teknik ve estetik ölçüleri kullanarak kendine özgü (özgün) bir biçimde ortaya koymasıdır’ şeklinde tarif edebilirim. Elbette ki bu tarif kişiseldir ve bu konuda yapılan yüzlerce tariften yalnızca bir tanesidir.

Sanat eserinin en önemli özelliği özgün olmasıdır. Fabrikasyon üretimler veya el ile seri üretimler veya tekrarlar sanat eseri olmaktan uzaktır. Bunlar kendisine zanaatkâr veya usta dediğimiz becerikli ve tecrübe sahibi kişiler tarafından ortaya konmuş işlerdir ve takdir görürler. Çünkü eğitimli ve tecrübeli kişilerce yapılmışlardır ve belirli bir değer taşırlar. Ancak bu konuda eğitim görmüş ve tecrübe sahibi olmuş hemen herkes, aralarında kalite farkı olsa da bu tür çalışmalar ortaya koyabilirler.

Sanat Eserleri’ ise teknik ve estetik ölçüler dahilinde ortaya konmaları yanı sıra mutlak özgün olmak zorundadır. Kişisel farklılık (yaratıcılık) özelliği, sanat eserinin bel kemiğidir. Bu farklılık ise, sonradan kazanılmayıp doğuştan kişiye sunulmuş bir ayrıcalıktır. Şahsen bu özel yeteneğin Yaratıcı tarafından verildiği kanaatindeyim. Her ne kadar çalışarak geliştirilse de özgünlük kavramının, herkese nasip olmadığı gerçektir. Sanat tarihinde görülen ve isimlerini bu sayfalara yazdıranlar işte bu kişilerdir. Sanatçının ortaya koyduğu gerçek sanat eserlerinin başında bu ‘özgün’ özellik gelmektedir. Sanat eserindeki özel ruh denilen kavram esasen özgünlük kavramıyla eşdeğerdir. Bu eserlerin teknik yapısı ve sunumu ise ayrı bir konudur. Bu konuda da çok çeşitli tartışmalar süregelmiştir ve hala da devam etmektedir. Fotoğrafın ortaya çıkmasıyla veya dijital teknolojinin gelişmesiyle belirginleşen çalışmaların sanat eseri olup olmadığı veya değeri her zaman tartışılmış ve tartışılmaya devam edecektir. Teknolojik gelişim hayatın bir parçası olduğuna göre, bunu görmezlikten gelemeyiz. Ancak her sanat dalı için, teknolojik gelişmeler geçerli midir? Bu konuda hassas düşünmek zorundayız.

Geleneksel sanatlarımız konusunda, bir ebrû sanatının dijital ortamda yapılması ne derece ebrûnun özünü anlatabilir? Hat sanatında da durum aynıdır. Dijital ortamlarda yapılan kompozisyonlar, sunum aşamasında farklı bir teknoloji ile basılıp ortaya çıkmaktadır. Yalnızca sanatçının özgün yeteneğini gördüğümüz ama malzeme ve el becerisinden yoksun kaldığımız bu çıktılar, tasarım olarak çok değerli olsalar da, sanatseverleri pek de tatmin etmeyebilir. Bir tezhip levhası, gerçek altın kullanılmadan ne derece oluşabilir, yine minyatür sanatında da benzer sorunlar mevcuttur. Ama, fotoğraf ve grafik tasarımlar gibi temeli teknolojik yapıya oturan farklı sanatlar için ise tam aksi görüşler söz konusudur.

Esasen bu tür teknolojik gelişmeler sonucu, ortaya çıkan yeni sanat dallarını yardırgamamak gerekmektedir. İleride bugün için meçhul olan yepyeni sanat dallarının da ortaya çıkacağını tahmin etmek zor değildir. Burada önemli olan husus, bugün sanat eserlerini konularına göre ayırıp değerlendirmek olmalıdır.

Sanat eserlerinde ayrıca bulunması gereken farklı özelliklerin de varlığından bahsetmek gerekir. Eser ortaya çıkmadan önce yapılan taslak ve eskizlerin, sanat eseri sayılamayacağı ortadadır. Sanat eserini temsil etmeyen ve gerçek malzemeleriyle oluşturulmamış, sanal dünyada, dijital ortamda geliştirilmiş görsellerin, sanat eserinin tüm özelliklerini yansıtsa dahi eserin kendisi olamayacağı açıktır. Sanat eseri sergilenmeye hazır olmalıdır. Bu ise gerçek malzemelerin kullanımı ile mümkündür.

Sonuç olarak, kopya ve amatör çalışmalar elbette ki sanat eseri sayılmayacağı gibi, sanatçının bizatihi yaptığı ancak sanat eserinin gerçek şartlarında oluşmamış görsel veya taslaklarının da sanat eseri sayılmayacağı, bunların ancak eser hakkında fikir veren ön çalışmalar olduğu kabul edilmektedir. Sanat eserlerinin yorumu ve eleştirilmesi ise ayrı bir konudur. Bir eserin kabul görüp görmemesi, beğenilmesi veya tenkit edilmesi ayrı bir mevzudur.

İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.