Sahipsiz Nurs ve garip Horhor

Said Mürsel’in yazısı

Emirdağ Lahikası eserindeki mektuplardan birinde sürgün ve tecritteki Said Nursi kendisini merak edip endişelenen ve görüştürülmeyen kardeşi Abdülmecid Nursi'ye haber yollar ve der ki:

"Hem benim hakkımda musibet ve fena haberleri aldığı vakit, merhum pederim Mirza (r.h.) gibi olsun, merhume validem Nuriye (r.h.) gibi olmasın. "Sizin oğlunuz öldü veya vuruldu veya hapse girdi" gibi fena haberleri babam işittikçe, keyifleniyordu, gülüyordu. Derdi:
"Maşaallah! Oğlum, yine bir ehemmiyetli iş, bir kahramanlık göstermiştir ki, herkes ondan bahsediyor." Validem ise, onun süruruna karşı şiddetle ağlıyordu."


Gerçekten de Said Nursi yıllarca hapis, sürgün ve tecritte iken memleketinden, akrabalarından, kardeşi Abdülmecid Nursi’den (Ünlükul) bile uzak tutulmuştu. Yeğenlerinden Suad Ünlükul ise amcası Said Nursi ile görüşmeyi kafaya koymuştu.


Yeğeni Suad Ünlükul'un amcası Said Nursi'ye ilginç ve dramatik ziyareti

Suad Ünlükul'un eşi Şükran Ünlükul anlatıyor:

"Eşim Suad Ünlükul, kayınpederime (Abdülmecid Ünlükul) ısrarla amcası Bediüzzaman’a gitmek isteğini söylüyordu. Aldığı cevap ise hep aynıydı: 'Bak oğlum, görüşmeye gidersen seni memuriyetten alırlar. Biliyorsun Seyda’nın akrabalarına memuriyet yasağı koydular. Beni bile memuriyetten aldılar.'

Buna rağmen eşim Suad Bey, şefkat abidesi babasına hissettirmeden Konya’dan Emirdağ’a gitti. Emirdağ meydanında isimlerini şu an hatırlayamadığım Üstad’ın hizmetinde olan iki kişi Suad Beyi karşılıyorlar; “Suad Bey hoş geldiniz, Üstad sizi bekliyor” diyorlar. Eşim şaşırıyor, “Ama amcam benim geleceğimi bilmiyordu, nasıl olur?” diyor. “Üstadımız seni almak için bizi yolladı" diyorlar. Bu sözler kendisini daha da şaşırtarak heyecanla yola koyuluyorlar.

Eşim (Said Nursi'nin yeğeni) o andaki gibi eli ayağı titreyerek gözlerinden süzülen yaşlarla anlatmaya devam etti: “Elim ayağım titriyordu, amcamı görecektim. Bütün zorluklara rağmen amcamın kapısındaydım. Kapıyı çaldım ve içeri girdim. Bir anda gördüğüm manzara beni çok etkilemişti. Orta büyüklükte bir oda, yerde ince bir kilim, ayaklarınızı bile uzatamayacağınız kadar küçük boyda bir yatak ve onun üzerinde oturan AMCAM BEDİÜZZAMAN. Beni görür görmez ‘Suad’ım!’ diye daha elini öpmeme fırsat vermeden boynuma sarıldı ve başladı ağlamaya. ‘Beni akrabalarıma hasret bıraktılar’ dedi ve çok ama çok ağladı. İçimizdeki o hasretle birbirimize sarılıyor ve beraber ağlıyorduk. O anda içimizde kopan fırtınaları anlatmak o kadar zor ki…”

Konya'ya gelişi ve buruk veda

Vefatına kısa süre kala Said Nursi resmi engellemelere rağmen kardeşi Abdülmecit Ünlükul'un yaşadığı Konya'ya çok kısa uğrar. Gerisini yine Abdülmecit Nursi'nin gelini Şükran Ünlükul'dan dinleyelim:

1960 senesinde bir gün kapı çaldı. Koşarak aşağıya indim. Kapıyı açar açmaz askerden ve polisten oluşan bir duvarla karşılaştım. Hemen kapıyı kapatıp babamın yanına koştum, "Baba aşağıda kapının önünde polisler, askerler dolu, çok kalabalıklar, bir şeyler oluyor" dedim. Babam o yaşlı haliyle yavaş yavaş aşağıya indi. Biz de Rabia Anne, Saadet ve Ben arkasından takip ettik. Babam dışarıya çıkınca "Üstad gelmiş! Seyda gelmiş!" dedi.

Biz babamın arkasından o kalabalığın arasından Üstad'ı görmeye çalıştık. O arada Üstad'ın şoförü Hüsnü Bayram arabayı kapıya yanaştırmaya çalışıyordu. Polisler ve askerler ise sanki etten bir duvar gibi arabanın kapının önünde durmasını engellemeye çalışıyorlardı. O arbedenin içinde babam Üstad'ın yanına zor zahmet ulaşmıştı. Babam arabanın içindeki ağabeyi Bediüzzaman'la konuşmaya çalışırken bir yandan polisler arabayı ittiriyorlar, evin önünden uzaklaştırmak istiyorlardı. Bir taraftan da babamı uzaklaştırmak istiyorlardı. Bir müddet sonra araba hareket etti.

Üstad'ın arabası evin önünden uzaklaşırken eşim Suad Bey'in kız kardeşi Saadet "Ben amcamı göremedim, bana göstermediler" diye başladı ağlamaya. Biz bir yandan Saadet'i susturmaya çalışıyor, bir yandan da Üstad'a bakıyorduk ki giden araba birden durdu ve geri gelmeye başladı. Hepimiz şaşırmıştık. Araba o kalabalığı yararak tekrar kapının önüne yanaşmıştı. Bunu gören Saadet, o kalabalığın arasından geçerek, arabanın açık olan penceresinden içeriye balıklama Üstad'ın üzerine atladı. Üstad sanki Saadet'in ağlamasını duymuş gibi arabanın geri gelmesini söylemiş ve kardeşi ile kucaklaşarak gideremediği hasretini, kardeşinin kızı Saadet'le gidermişti. Polislerin müdahalesi ile Saadet araçtan indirildi, araç tekrar hareket ederek evin önünden ayrıldı.

Bizim sadece seyredebildiğimiz, kalabalıktan ve izdihamdan duyamadığımız o anları babam şöyle anlattı bize:

"Seyda helallik almak için gelmiş. Bana dedi ki; 'Abdülmecid hakkını helal et, bizi birbirimize hasret bıraktılar, senden helallik almak için geldim. Sen üzülme, az kaldı, yedi sene sonra beraber olacağız, sen geleceksin' dedi."

Babam bunları bize sanki hala Üstad'ın yanındaymış gibi, onun ellerini tutmanın sevinci ve heyecanı ile gözlerinden süzülen yaşlarla anlattı. Babam çok üzülmüştü, çok ağladı. O kadar çok ağladı ki, aynı Üstad'ın dediği gibi "Bizi birbirimize hasret bıraktılar" dedi.

Üstad'ın dediği daha çıktı, 1967'de vefat etti babam. Üstad'tan tam yedi sene sonra.

Geriye kalan miras

Yukarıda anlatılanlar bir dram filminden gibi kesitleri andırıyor. Sahneler gözümüzde canlanırken "Bizi birbirimize hasret bıraktılar" sözü boğazları düğümlüyor. Said Nursi'nin hasret çektiği kendi kardeşine "Hem benim hakkımda musibet ve fena haberleri aldığı vakit, merhum pederim Mirza (r.h.) gibi olsun, merhume validem Nuriye (r.h.) gibi olmasın." diye haber yollaması aslında kardeşini teselli eden bir ağabeyin çektiği çileyi özetliyor.

Said Nursi'nin doğduğu ev ile caminin elektriği kesik

Geçtiğimiz haftasonu Üstad'ın doğduğu köy Nurs'u ve ders verdiği Horhor medresesini ziyaret ettim. Vatanından, akrabalarından ve herkesten koparılmaya çalışılan, hapisler ve işkencelere rağmen milyonlarca insanın okuyup yüzbinlercesinin imanını kurtulmasına vesile bir insanın doğduğu evdeydim. Anladım ki Said Nursi garip gelmiş bu dünyaya ve garip gitmiş ahirete. Milyonların imanına vesile olan Risale-i Nur müellifinin doğduğu ev kendi haline bırakılmış, karanlık halde ve borcu ödenmediğinden elektriği bile kesilmiş. Nurs yolu bakımsız ve dar. Etrafta ziyaretçilerin çöpleri... Köy ve ev ne bir kültür hazinesi olarak koruma altında ne de gerekli tedbirler alınmış. Caminin bile elektriği kesik ve o da hiçbir koruma altında değil. Dünya zevki namına birşey bilmeyen, geride hiçbir dünyalık bırakmamış bir insanın hafıza mekanları bile sahipsiz...

Mirasyedi bizlerin sahip çıkamadığı hafıza

Keza Horhor medresesi. Hem ders verip hem cihan harbine talebelerini talim ettirdiği Horhor. Kalenin dibindeki o bataklığa düşe çıka medreseye vardık ve medrese âtıl halde kapalı. Ne bir yaya yolu ne bir tabela ne bir işaret ne bir görevli. Etrafında yine piknikçilerin çöpleri. Mirasyedi bizlerin sahip çıkamadığı hafıza mirası olarak Nurs köyü ve Horhor medresesi...

Ve gözyaşları içerisinde ayrıldım.

Anladım ki Said Nursi garip gelmiş bu dünyaya ve garip gitmiş ahirete... Geride ise sadece Risale-i Nur.

(Not: Hatıralar Ağabeyler Anlatıyor 6 serisindedir. Akışı bozmamak için ve aceleyle yazdığımdan sayfa ve detay verilmemiştir. Hatıraların kaynaksız ve atıfsız anlatılması doğru olmadığından kusur affola.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum